EDEBİSTAN ÜLKESİ-2

Print Friendly, PDF & Email

Sesli Dinle

Bu iş Fatih’in hiç hoşuna gitmemişti. Şemseddin’e sokuldu. “Kardeş gel şu oyunu bana öğret” dedi. Şemseddin pek oralı olmadı. “O kadar kolay değil Fatih. Kendinle mücadele etmeye hazır mısın?” dedi.

  • Herkesi yenebilirsin ama kendini yenebilir misin? Bu zor bir iştir.
  • Ne demek istediğini anlamadım. İnsan kendini nasıl yenebilir ki? Aman neyse, sen öğret, ben hallederim.
  • Tamam o zaman. Aç bakalım şu oyunu, ben de bağlanıyorum. Birlikte oynayacağız. Sen beni izle, tamam mı?
  • Tamam hadi bakalım.

Şemseddin de oyuna katıldı. Bu defa birlikte yürümeye başladılar. Yine önlerine ağaç devrildi. Şemseddin ağacın üzerinden atlayıp yoluna devam etmedi. Ağacı kaldırıp yolu açtı. Edebistan’da yoldan geçenlerin önündeki engeli kaldırmak oyuncuya bin puan kazandırıyordu. Sonra kara kedi çıktı karşılarına. Fatih yine tekmeyi savuracaktı ki Şemseddin “sakın” dedi. Hemen yolun kenarındaki çeşmeye yanaştı ve musluğu açıp avuçlarını birleştirerek suyun altına tuttu. Susayan kedi Şemseddin’in avuçlarından kana kana su içti. Şemseddin bin puanı daha cebe atmıştı. Yürümeye devam ettiler. Taş sütunu gördüler, yine üzerinde paralar vardı. Şemseddin paraları almadı. Aksine bir para da o koydu. Çünkü bu bir sadaka taşıydı. Buraya parası olanlar para koyar, parası olmayan ihtiyaç sahipleri de gelir bu paralardan sadece lazım olan kadarını alırlardı. Böylece Edebistan’da kimse fakirlik çekmezdi. Bu aşamayı da başarıyla geçip yürümeye devam ettiler. Üç bin puan toplamışlardı. Biraz daha yürüyünce karşılarına mahallenin bakkalı geldi. Bakkala girdiler. Şemseddin topladıkları üçbin puanı bakkala verip veresiye defterinden bir sayfayı yırttı ve aldı. Fatih sinirle “neden verdin puanlarımızı?” diye atıldı. “Dur dur sinirlenme” dedi Şemseddin.

  • Bakkala borcu olan birinin bütün borçlarını ödedik. Baksana bir sürü borç birikmiş. Belli ki ödemekte zorlanmış. Biz ödedik ve onu borçtan kurtardık.
  • Ama bütün puanlarımız gitti.
  • Hayır gitmedi. Bak şimdi verdiğimiz üçbin puana karşılık beşbin puan kazanacağız.

Trink, beşbin puan cepte! Fatih’in keyfi yerine gelmişti. Yürümeye devam ettiler. Yolda yürürken sohbet ediyorlardı. Hatta Fatih rahat durmuyor yanındaki Şemseddin’e el şakaları yapıyordu. O’nu itiyor, ensesine tokat atıyor, ayağına çelme takıyordu. Sonra penceresinin pervazındaki saksıların içinde sarı sarı çiçekler olan bir evin önüne geldiler. Şemseddin hemen Fatih’e “sessiz ol” dedi. Fatih şaşkın şaşkın bakarken Şemseddin anlattı;

  • Sarı çiçek evde hasta var demek. Buradan sessiz geçelim.

Sessizce yürümeye devam ettiler. Sarı çiçekli evden uzaklaşınca Fatih yine şakalarına başladı. Hatta bu sefer Şemseddin’le dalga da geçiyordu. “Ne de doğru çocukmuşsun, her haltın doğrusunu biliyorsun, doğrucu Davut musun sen oğlum?” diyip kahkahayı bastı. Şemseddin bu defa Fatih’in ensesine sağlam bir tokat yapıştırdı.

  • Yavaş konuş edepsiz, bak bu evin önünde de kırmızı çiçek var. Yani bu evde de bir kız var. Kızların olduğu yerde konuşmana daha da dikkat etmelisin!
  • Tamam oğlum ya, ne vuruyorsun, uff acıdı.
  • Sen demedin mi bana öğret diye, ben de öğretiyorum. Ama senin öğrenmeye niyetin yok. Ya öğrenirsin ya da oyun biter.
  • Tamam tamam, kızma, öğreneceğim. Sen devam et.
  • Pekiyi, zaten birinci bölümü tamamladık. Ama bundan sonrası daha zor. Çünkü bu oyunun ikinci bölümünde puanlar gerçek hayatta toplanıyor.
  • O nasıl oluyor?
  • Oyundaki gibi doğru davranışları devam ettirirsen öğretmenin, komşun, annen, baban, karşılaştığın herkes sana puanlar gönderebiliyor. Böylece en yüksek puanı toplamaya çalışıyorsun.
  • Hadi canım, gerçekten mi?
  • Evet, neden şaşırdın?
  • Bana kimsenin puan vereceğini sanmıyorum da o yüzden.
  • Evet, bu kafayla işin zor. Ama istersen ilişkilerini düzeltebilir, Edebistan’a yakışır bir çocuk olabilirsin.

Sonra Fatih o gün okulda olup bitenleri Şemseddin’e anlattı. Öğretmenine hem haksızlık hem de saygısızlık etmişti. Şemseddin de ona Fatih Sultan Mehmet’in hocasına saygısını anlattı;

  • Biliyor musun, zengin olmak, hatta padişah olmak bile hoca yani öğretmen olmaktan daha önemli değil. Ne kadar zengin olursan ol, padişah bile olsan hocana saygısızlık etme hakkın yok. En büyük padişahlarımızdan, senin de adaşın olan Fatih Sultan Mehmet Han hocasının yanına gittiğinde hocası ayağa kalkmazmış. Çünkü bilginin şerefi padişahın şerefinden bile üstünmüş. Ama hocası Ak Şemseddin, Fatih’in odasına girerse Fatih Sultan ayağa kalkarmış. Çünkü hocasına büyük saygı duyarmış. Ama çocukken o da senin yaptığın hatayı yapmış biliyor musun?
  • Nasıl yani?
  • Şehzade olmasına güvenerek padişah babasını okula çağırmış ve hocasını şikayet etmiş.
  • Gerçekten mi?
  • Sonra ne olmuş pekiyi. Padişah hocayı cezalandırmış mı?
  • Olur mu öyle şey! Ne dedik; hocalık padişahlıktan bile üstündür. Şehzade Mehmet’in hocası Molla Gürani, Padişah 2. Murat’ı da azarlayıp göndermiş. “İşime karışmayın sizi de cezalandırırım” demiş. Hoca böyle diyince Padişah da “aman oğlum sen iyisi mi sus otur, yoksa hocan bizi de paylayacak” demiş. Padişahlar bile hocalarına saygıda kusur etmezken, sen ve baban zengin olduğunuz için öğretmenine üstünlük taslayarak büyük bir hata etmişsiniz. Yarın hemen gidin ve öğretmeninden özür dileyin, bir daha böyle bir edepsizlik yapmayacağınıza söz verin. Yoksa seni bir daha Edebistan’a sokmazlar ha!

Evet öğretmeninden özür dilemeliydi ama Fatih’in kusuru bu kadar da değildi. Okuldan dönünce komşu Ayla Teyze’yi de çok rahatsız etmişti. Keşke şu sarı çiçeklerden onun penceresinde de olsaydı diye düşündü. Oysa Edebistan’da penceredeki çiçeklere göre kendine çeki düzen veren Fatih, Ayla Teyze’nin ricasına bile kulak asmamıştı. “Eskiden bir çiçek insanı adam ediyormuş, oysa şimdi onca söz bile beni adam edemedi” dedi kendi kendine. Çok pişman oldu. Ertesi gün Ayla Teyze’nin penceresinin önünü sarı çiçeklerle donatacaktı. Etraftan geçenleri de gürültü yapmamaları konusunda uyaracaktı. Böylece Ayla Teyze’nin gönlünü alabilirdi.

Start typing and press Enter to search

Skip to content