ANLATICI İNSANDAN OKUYAN İNSANA EVRİLMEK

Print Friendly, PDF & Email

Yaşadığımız modern çağ bizi çok farklı bir sürece doğru sürüklüyor. Artık sürat çağında yaşıyoruz diye bir yutturmaca ile günlerin ve saatlerin bize yetmediğini, yapacağımız işlerin hep yarım kaldığını ve bir türlü yetişemediğimiz randevularımızın, zamanında gidemediğimiz görüşmelerimizin, yerine getiremediğimiz taahhütlerimizin dört etrafımızı sardığını söyleyip, şikayetlenip duruyoruz.

Maalesef bu hızlı yaşamın getirdiği baş döndürücü bir süreç bizi kendi ekseni etrafında çevirip, savurup atmakta, bunun farkına vardığımızda da iş işten geçmiş olmakta. İşte bu baş döndürücü hızlı yaşam eskiden yetişkinlerin en büyük eğlencesi, bilgi paylaşım platformu, karşılıklı iletişimin en güçlü yollarından biri olan masal anlatma kültürünü, artık çocukların dünyasına kaydırıp, sadece onlar için anlatılan, söylenen, tarif edilen basit eğlence etkinliğine doğru sürükleyiverdi. Bunun için de ortaya çıkan çocuk edebiyatı akımı yine toplumun/toplumların çok büyük bir hızla tükettiği tür olarak maalesef karşımızda duruyor.

Bu hızlı yaşam döngüsünde yolcuların hancılara/ misafirlerin ev sahiplerine ikram ettiği çok güzel bir yemek gibi ya da eşine az rastlanır bir mücevher misali anlattığı masalları unutalı çok oldu. Şark klasikleri başta olmak üzere yetişkinler için hazırlanan ve anlatılan masal metinlerde, sosyal hayatta insanın ihtiyaç duyduğu bütün ögeleri bulmak mümkündür.

Öfkeden, şikayete, intikamdan, aşka, teslimiyetten, düşmanlığa, entrikadan, zekaya, cinsellikten, terbiye metotlarına kadar insanın yaşadığı tüm toplumlarda mevcut bulunan ve burada başlıklandıramadığımız tüm duyguların var olduğu anlatı türleri aslında birer terbiye, eğitim ve öğretim metodu olarak asırlarca kullanılagelmiştir.

İşte son çağın obez insanı doğal besinlere olan açlığı ve açgözlülüğü neticesinde, kültürel değerleri de kötü bir mirasyedi gibi yiyip tüketmekte, yerine yenisini, daha güzelini ya da daha gelişmişisini koyamadığı içinde boşluk her geçen gün büyümekte, yırtık artık yama tutmayacak derecede açılmaya devam etmektedir.

Son onbeş yılımızda günlük tabir ile trend olan masal anlatıcılığı ve kısaca anlatıcılık ifadesi herkes tarafından o kadar çok kullanılmaya başlandıki, bu boşluğun bariz bir göstergesi olarak adeta tüm etleri çürümüş, güneş altında yıllarca kalmış kafatasındaki dişler gibi sırıtıp durmakta. Anlatıcılık bir meslek, bir zenaat, bir sanat faaliyetir. Anlatmak, anlatabilmek bir marifettir. Hak vergisidir. Her insan konuşabilir. Ama her insan anlatamaz, cümle kurabilir ama doğru kelimelerle, doyurucu bir ses tonu ve yerinde misallerle gözlemlediği bir hadiseyi masal, hikaye, öykü ya da anlatı haline getiremez.

Bakın Burhan Sönmez bir tespitinde nasıl ifade ediyor bu durumu;

“Bilim ve pozitif çağ, somut bulgularla ilerlemeye ve kesin sonuçlara ulaşmaya çalıştığından beri, muğlaklığa yer kalmadı modern hayatta. Paradoksal biçimde bütün modern dünya ve günlük yaşam bir muğlaklığa gömülürken yaşanır bu. Son yüzyılın romanı, bu muğlaklığın içinde, ihtimallerin peşinden gitmeye, insan ruhunun boşluk ve arzularına sahip çıkmaya yönelir…..

Masallar da geçmiş uygarlığın romanıdır kendi usulünce. Romanın sadece roman olmaması gibi, masal da sadece masal değildir. Edebiyatın en rafine, simgelerle yoğrulmuş beşiğidir. Edebi evrenin ayak izleri, kendi yollarından daima masala gider, masalı ana kucağı beller. Temel izlek ve çıkarımlar benzerlik gösterir…

İyiliğin gücünü ve tılsımını bulup yayanlar masallardır. Ütopyanın bu azmi, masal ile hayat arasındaki açıyı kapatmayı arzular. Bugünkü algımızla ne kadar gerçek-dışı görünürse rünsün, masallar hayattan beslenmeye, orada biçimlenmeye ve orayı biçimlendirmeye çalışır.”

İşte biz bu gerçekliğin dışına çıkıp sadece kendi gerçekliğimizde hayatımızı idame ettirmek ve gelir elde etmek için masal anlatmaya, masalı okumaya, bizden önce anlatılmış masalların dışına çıkmadan, çıkamadan, yenilerini üretmeden, üretemeden tekrar tekrar aynı şeyleri anlatmaya devam ettiğimiz için bir türlü iyi ve kaliteli anlatıcı olamıyoruz.

Yapılan atölyelere bakıyorum masal dışında her şeyin işlendiği, masalın sadece küçücük bir ölümde araç olarak kullanıldığı, “masal” ifadesinin özellikle ve vurucu bir şekilde bir yerlere yerleştirildiği ama gereken ehemmiyetin verilmediği, gelir geçer bir hevesle ya ismini ön plana çıkarmak, ya ben şu eğitimi aldım o yüzden de bunu yapmaya hak kazandım dürtüsünü tatmin etmek adına egonun yönlendirdiği çırpınmalar olarak görüyorum.

Elbette bu işi profesyonel anlamda yapan, yıllarını masala, masal anlatıcılığına, masalın etik, epik ve ütopik yapısını hayatın kendisiyle içselleştirmiş, hayattan aldığı derslerle yeni masallar üreten, ürettiği masallarla gerçekten çevresine ışık saçan gerçek anlatıcılara diyecek sözümüz olmadığı gibi bu ustaların da ellerinden öpmeyi şeref sayarız.

Bu yazımı okuyup gelenekci olarak görmeyin beni. Çünkü ben gelenekselle geleceği birleştirmeyi şiar edinmiş acemi bir anlatıcıyım. Hep soruluyor neden bir atölye açmıyorsunuz diye. Korkuyorum. Evet korkuyorum. Çünkü hevesle katılacak olan, gönlünde masala ayrı bir yer açmış olan ve masalı kendisine şiar edinecek olanları yanlış yönlendiririm diye korkuyorum. Tedirgin oluyorum.

İyi ama meydan boş kalıyor ve bu işi bilmeyen bir sürü insan ortalıkta fink atıyor dediklerinde de vebali günahı onların boynuna diyorum ve yarım hoca dinden, yarım doktor candan edermiş atasözüne “yarım masalcı da toplumu kadim kültüründen edermiş” cümlesini ekleme ihtiyacını hissediyorum.

Her yeni ve kaliteli masalı okuduğum zaman kendimi bir kuyunun içine girip merdivenlerinden inerek ulaştığım kırk odalı büyükmermer bir sarayın içinde bulurum. Az önce sarayın sahibi tek gözlü deve yaptığım yardımdan dolayı bana sarayı dolaşıp görme iznini verdiğini hayal ederim. Otu dokuz odayı gezmem için izin vermiştir ama sıkı sıkı da tenbih etmiştir sakın kırkıncı odanın kapısını açma hatta önünden bile geçme diye.

Hep merak ederim acaba o kırkıncı odanın kapısının ardında ne var. İşte kaliteli ve kalıcı bir şekilde, usta bir kalemin elinden çıkmış, iyi bir anlatıcının sesiyle ve nefesiyle can bulmuş her yeni masal o kırkıncı odanın kapısını açma heyecanını yeniden yaşatır bana vesselam.

Start typing and press Enter to search

Skip to content