TAVŞAN ANNE

Print Friendly, PDF & Email

Şu hendekte bir tavşan. Var mı uzun kulağıyla yarışan? Yedi yavrusu var yuvada. Üstünü örter, bulamasın diye her burnu olan. Sonra kırlara çıkar doyurmak için kursağını, süt olsun diye yavrularına. Az gider uz gider varır Beypazarı adı verilen bir diyara.

Padişah, eşini yeni kaybetmişti. Onun ölümünden sonra, tek avuntusu on ikisine basan kızı Dilruba’ydı. Çocuğuna bakınca ölen eşini gören padişah, kızının bir dediğini ikiletmez, ne isterse yerine getirirdi. Kızına bu düşkünlüğünü gören ahali “Padişah da bir parçacık çocuğun elinde oyuncak etti kendini”,

“Bu kadar da olmaz, kız kısmına bu kadar yüz verilir mi” diye söylense de Padişah hiç birini önemsemezdi.

Yine günlerden bir gün Dilruba bahçede oynarken, çitlerin ardında hızla hareket eden bir şey gördü. Dikkatle baktığında onun bembeyaz bir tavşan olduğunu fark etti. Uçsuz bucaksız havuç tarlasında bir yerden girip diğer yerden çıkıyordu. Çocukluğu saray duvarları arasında geçen küçük kız, tavşanı görünce büyülenmişti. Onun gibi koşup oynayabilmeyi hayal etti. Sonra keşke bir tavşanım olsaydı, dedi ve hemen aklına o parlak fikir geldi. Koştu babasına. “Babacığım babacığım! Havuç tarlasında beyaz bir tavşan gördüm, onunla oynamak istiyorum.” Padişah şaşırdı. Kızını sarayın dışına bırakamazdı, o halde tavşanı yakalatmalıydı. Vezirini çağırdı, derhal tavşanın yakalanıp getirilmesini emretti. Zor olsa da yakaladılar tavşanı, getirdiler padişahın huzuruna. Dilruba korkutan tir tir titreyen tavşanı alıp odasına götürdü. Yere bırakmasıyla, koşan tavşan tüm kapıları, pencereleri sırasıyla gezse de hepsi sıkı sıkıya örtülüydü. Dilruba, elinde havuç, marul dolu kabı önüne bıraktı. Tavşan şöyle göz ucuyla baktıysa da, ağzını sürmedi. Az evvel havuç tarlasında karnını doyurmuş olmalı diye düşündü, yatağına uzanıp olduğu yerden izlemeye başladı. Biraz zaman sonra da derin bir uykuya daldı.

Yemyeşil bir çayırdaydı. Her yer çiçek. Dilruba koşuyor, kelebekler uçuyor. Neşeli şarkılar söyleniyor. Kuşlar, tavşanlar, tavuklar, kediler, köpekler ve Dilruba… Güneş ışıklarının arasından sarı elbisesiyle biri yaklaşıyor usulca, annesi! Dilruba, annesine koşmaya başlıyor. Ama bir türlü varamıyor. Annesi, birkaç adım attıktan sonra çukura düşüyor. Şarkılar susuyor. Güneş sönüyor. Düştüğü çukurda yedi tane tavşan yavrusu yanına gidiyor. Dilruba annesine seslense de, annesi sesini duymuyor. Yavru tavşanları kucağına alıp emzirmeye başlıyor.

Yatağında ter içinde kalan Dilruba büyük bir üzüntüyle sıçrayıp uyandığında kalbinde yaşına büyük bir keder vardı, anne özlemi. Pencerenin önüne baktı. Tavşan halen bıraktığı yerdeydi. Havuçlara, marullara hiç dokunmadan öylece beklemişti. Küçük sultan yatağından doğrulup yanına gitti, ona yakından baktı. Titreyen vücudu biraz olsun sakinleşse de, korkudan kırpıştırdığı gözleri halen ıslaktı. Rüyasını düşündü, anlam veremedi. Annesinin neden tavşanları emzirdiğini düşünse de bulamadı. Onu ölümünden beri ilk kez rüyasında görüyordu. Anne hasretini az da olsa dindirmek için babasına sarılmak istedi. Yanına vardığında neler olduğunu soran babasına rüyasını anlattı. Padişah vezirini çağırıp sarayın tabircisinin getirilmesini buyurdu. Sultanın rüyasını dinleyen tabirci rüyayı yorumladı. “Efendim, belli ki bahçede yakalanan tavşanın yavruları vardır. Anne tavşanların yavrularını emzirebilmeleri için karnını doyurmaları gerekir. Bunu yapmaya giderken de, yavrularını korumak için yuvada bırakır, üzerini de kendileri dönene kadar toprakla örterler. İşte anne tavşan da burada olunca, yuvasındaki yavruları, anneleri dönmeyince orada açlıktan öleceklerdir. Çünkü toprağın altından çıkamazlar.” Padişah, kederle küçük sultana döndü. Annesini yeni kaybeden küçük kızına, yavrularının da anne tavşana ihtiyaçları olduğunu anlattı. Tavşanı yakalattığına pişman olan sultan ve padişah onu yeniden havuç tarlasına bıraktılar.

Tavşan koşarak yanlarından uzaklaştı. Tarlanın en ucuna vardığında biraz havuç yedi. Karnı iyice doyduktan sonra koşup yuvasına gitti. Yavruları henüz açılmayan gözlerine rağmen annelerini kokusundan tanıyıp memelerine saldırıp sırayla emmeye başladılar, karınları doydu.

Dilruba yatağında huzurla uyuyor. Yemyeşil çayır… Güneş sımsıcak. Bir uğurböceği gelip eline konuyor. Her yerde mis gibi gül kokusu. Güneş ışıklarının arasından sarı elbisesiyle biri yaklaşıyor usulca, annesi! Dilruba cıvıldayarak annesine koşmaya başlıyor. Yanına vardığı gibi boynuna atlıyor. İşte o mis anne kokusu! Annesi ona tavşanları gösteriyor. Yedi tane yavru ve anne tavşan başlıyorlar Dilruba ile şarkılar söylemeye.

Şu hendekte bir tavşan. Var mı uzun kulağıyla yarışan? Yedi yavrusu var yuvada. Üstünü örter, bulamasın diye her burnu olan. Az gider uz gider varır masal yurduna.

Start typing and press Enter to search

Skip to content