SİHİRLİ İĞNE

Print Friendly, PDF & Email

Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde şu mahallenin yumurcakları haşarı mı haşarı; bir fiske vurdular enseme, gözlerim fırladı dışarı! Bu öfke ile minarenin birini cebime soktum, borudur diye! Kubbelerini desen cebime koydum, darıdır diye! Abdurrahman Çelebi de bir çifte attı, geri dur diye! Ama velâkin, ben de tuttum kuyruğundan, ileri diye! O gitti, ben gittim… Az gittim, uz gittim… Dere tepe düz gittim… Çayır çemen geçerek, lâle sümbül biçerek; soğuk sular içerek, altı ayla bir güz gittim. Gele gele geldim bir masalın başına…

Ülkenin birinde bir kaplumbağa varmış. Bu kaplumbağa biraz tembel; biraz da başına buyruk, söz dinlemeyen biriymiş. Kaplumbağanın yaşlı bir de annesi varmış, annesi dikiş ustasıymış, kızına da dikiş öğretmek için çok uğraşmış. Fakat kızına mesleğini bir türlü sevdirememiş. Ölüm döşeğinde son günlerini yaşarken kızını yanına çağırmış: “Bak bu sihirli bir iğnedir kızım. Her ne muradın varsa bu iğneyle muradına kavuşursun, bu dikiş iğnesini sakın kaybetme, kıymetini bil; kıymetini bil ki seni sıkıntıdan kurtarsın.” demiş ve gözlerini hayata yummuş.

Ölenle ölünmez derler, kaplumbağa annesine ne kadar üzülse de hayata devam etmiş tabii. Günler günleri, aylar ayları, yıllar yılları kovalamış. Bizim kaplumbağa evlenmiş, üç tane de çocuğu olmuş. Kaplumbağa ne zaman bunalsa, başı dara düşse dikiş iğnesini eline alır; sihir yapmaya çalışırmış. Fakat bu, hiçbir sorununu çözmez, bir işe de yaramazmış. Zamanla bu iğnenin sihirli olmadığına kanaat getirmiş ve sandığına saklamış.

Gel zaman, git zaman! Bizim kaplumbağanın kocası hastalanmış, eve ekmek getirmez olmuş. Kaplumbağa üç kızına ve kocasına bakmakta zorlanıyor, çok fakir bir hayat sürüyorlarmış. Para kazanmak için turşular, reçeller yapıp satıyor, çok çalışıyor ama yine de ailesini geçindiremiyormuş.

Günlerden bir gün evde hazırladığı reçelleri satmak için pazara gitmiş, bir de ne görsün? Yaşlı bir teyzenin elinde kırık dökük bir dikiş makinesi… Kaplumbağanın gözleri ışıl ışıl olmuş, eski anıları gözünde canlanmış, annesini hatırlamış. Annesinin dikişle alakalı söylediği her şey, tüm bilgiler gözünde canlanmış. Sonra annesinin sözleri kulaklarında yankılanmış: “Bak bu sihirli bir iğnedir kızım. Her ne muradın varsa bu iğneyle muradına kavuşursun. Meslek altın bileziktir kızım, gel dikiş dikmeyi benden öğren. Bir gün mutlaka işine yarar.” Mızmızlanmasına rağmen annesinin zorla dikiş dikmeyi öğrettiği günleri hatırlamış. Dikiş makinesini almaya karar vermiş. Hava kararmak üzereyken bizim kaplumbağa sattığı reçellerin parası ile bu eski dikiş makinesini ve birkaç tane kumaş alarak evinin yolunu tutmuş.

Gece uyumamış, bir heyecanla makinenin başına oturmuş. Dikiş makinesinin iğnesi yokmuş zaten. Sandığa sakladığı iğneyi heyecanla çıkarmış ve dikiş makinesine takmış. Dikiş makinesinin sanki rengi, şekli değişir gibi olmuş, daha bir güzelleşmiş makine. Derin bir nefes alıp başlamış dikişe. Annesinden gördüğü gibi yapıyor, her şeyi de hatırlıyormuş. Sihirli iğne sihrini göstermeye başlamış, diktiği bütün elbiselere altın yıldızlar inciler işliyormuş. Çok güzel modeller, elbiseler dikmiş. Kumaşları sonunda bitirmiş. O kadar güzellermiş ki elbiseler Kaplumbağa gözlerine inanamamış.

Ertesi gün çarşının yolunu tutmuş, pazarda diktiği bütün elbiseleri satmış, herkes hayran kalmış elbiselere. Elbiselerden birisini padişahın veziri almış. Saraya gelince padişaha; güzel kıyafetler diken bir kaplumbağa gördüm, demiş. Padişah elbiseleri görünce çok beğenmiş. Aldan al, mordan mor; altın yaldızlarla incilerle süslenmiş elbiseleri çok güzelmiş.  Hemen emir verip kaplumbağayı huzuruna çağırmış. Kaplumbağa çekine çekine huzura gelmiş. Padişah, kaplumbağaya bir kese altın vermiş ve “Bundan sonra sarayımın terzisi sensin.” demiş.

Kaplumbağa çok sevinmiş, çok mutlu olmuş. Meslek öğrettiği için de her gün annesine dua etmiş. Ailesini ve dikiş makinesini alarak mutlu mesut sarayın yolunu tutmuşlar.  Günler geceler boyu çok güzel elbiseler dikmişler. Sarayda huzurlu mutlu bir yaşam sürmüşler.

Gökten üç elma düşmüş, biri kaplumbağanın başına, biri annelerimizin başına,  birisi de masalı dinleyenlerin başına.

HÜSEYİN KODAL

Start typing and press Enter to search

Skip to content