ZÜMRÜDÜANKA KUŞU

Print Friendly, PDF & Email

Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde; develer top oynarken eski hamam içinde; babamın dokuz arısı vardı; dünyalar başına dardı. Sayar alırdı içeri, sayar ederdi dışarı. Ben de göz kulak olurdum az çok. Bir gün baktım ki biri yok! Gayri unuttum gazı, tuzu; çıkardım kümesten çil horozu; boynuna vurdum kıldan başlığı; derelerden sel gibi, tepelereden yel gibi sürdüm dolu dizgin, ben ondan üzgünüm, o benden bezgin…Ne ise, yıldızları saya saya, ulaştık bir gün güneşe, aya! Bir de baktım ki, ne bakayım: Bizim arı! Neylemişler, etmişler, Sarı öküze eş etmişler; koşturmuşlar çifte çubuğa, dayanır mı böyle bir boyunduruğa; boynu boğazı yaralar içinde kalmış, yüzü gözü al kanlar içinde kalmış. Açtım ağzımı, yumdum gözümü; söyledim adama son sözümü. İster maval deyin, ister masal

Bir varmış, bir yokmuş, ülkelerden birinde meyve ağaçlarını, bitkileri, doğayı çok seven bir padişah varmış. Padişahın has bahçesinde gözü gibi baktığı ama sadece yılda bir al al elma veren bir elma ağacı varmış. Elmalar kızarıp olgunlaşınca padişah dalından daha bir elma dahi kopartıp yiyemeden, yedi başlı bir dev gelir, elmaları üçer beşer yer yiyemediğini de alır götürürmüş. Bu durum padişahı çok üzermiş . ” Bre, bu ne iştir? Bu kadar asker, kul tayfası beslerim de, bir elma ağacını koruyamazlar; devi görünce meydanı boşaltır, savuşurlar… “diye yakınır sakallarını yolar, gögsünü güm güm yumruklar, narasından koca sarayı titretirmiş.

Padişahın, gözünden bile sakındığı yetişmiş üç oğlu varmış. Babalarının elmalarını yiyememesine çok hayıflanan evlatlarından büyük oğlu günün birinde gelip padişahın huzuruna çıkmış. Diz büküp, saçak öpmüş geri çekilince el pençe divan durmuş.

“Benim kıymetli hünkarım elmalar oldu, müsaade buyurun bu gece has bahçeye gideyim elmaları koruyayım o devide ortadan kadırayım demiş. Soy kişiler davranmayınca kul tayfası yürümez. Gerek o dur ki bu kördüğümü çözeyim”.

“Pek iyi, pek güzel söylersin oğlum; gücüne güveniyorsan yürü; kılıcın keskin, yolun açık olsun şehzadem” demiş.Hemen zırhını, silahlarını kuşanıp, ak tozlu yayını boynuna asan şehzade gün batarken has bahçeye inip elma ağacına yakın pusuya yatmış.

Gece yarısı, uzaktan bir homurtu duyulmuş, ardından bir leş kokusu, bir kara duman sarmış her yanı. Yedi başlı on dört gözlü devi görünce öyle korkmuş öyle korkmuş ki şehzade eli ayağı titremiş, korkudan dan dili lal olmuş, okunu atıp, yayını yasmak şöyle dursun, kapandığı yerden güç bulup belini doğrultamamış. Dev ise, elmaları üçer beşer yemiş yemediğinide yanına alıp götürmüş.

Ertesi yıl olunca, bu dertli elma ağacı yine kızıl elmalarla gelin gibi donanmış, yemişleri olgunlaşmaya yüz tutmuş.

Günlerden bir gün ortanca şehzade babasının huzuruna çıkamış.”Benim devletli hükümdarım,elmalar oldu gelişti, bu devin gelmesi yakındır. Ağam gitti, üstesinden geleme di döndü. İzin verin, elmaları koruyayım, bu düğümü çözeyim size elmalarını getireyim” deyince

“Pek iyi, pek güzel söylersin oğlum; gücüne güveniyorsan yürü; kılıcın keskin, yolun açık olsun şehzadem” demiş.Hemen zırhını, silahlarını kuşanıp, ak tozlu yayını boynuna asan şehzade gün batarken has bahçeye inip elma ağacına yakın pusuya yatmış.

Gece yarısı has bahçeye doğru gelen bir harıltı, duyulur ki, uçan, kaçan tüm hayvanlar saklanacak delik ararlar. Yedi başlı, çatal diilli devi görünce eğildiği yerden doğrulamamış şehzade.

Dev elmaları üçer beşer ağzına atarak kütür kütür yemiş, kalanını da yanına alarak çıkmış has bahçeden .

Ertesi yıl küçük şehzade gün geldi, vakit erdi; yiğitlik, erlik kimde imiş, gösterme vaktidir demiş ve padişah basından elmaları korumak için müsaade almaya çıkmış huzuruna, padişah, iki ağanda devi ortadan kadırama dı, sen mi becereksin? diyerek vaz geçirmeye çalışsada küçük şehzade ikna etmiş babasını, almış helalliğini. Has bahçede yatmış pusuya.

Gece ilerleyen saatlerde, Fırın kağağı açılmış da alev püskürür gibi bir sıcaklık peyda olmuş; Böcekler bile korkularından cırıltılarını kesmişler.

Dev, elma ağacına doğru yaklaşırken şehzade yerinden doğrulmuş,ak tozlu yayını kurup bir zehirli çatal demirli ok yerleştirip, dev azmanının başına YA HAK! diyerek göndermiş okunu. Yaranan dev hemen ayrılmış oracıktan.

Şehzade, gün doğarken, dalından bir kucak dolusu elmayı toparlayıp, götürmüş saraya. Babasının huzuruna çıkmış. topladığı elmaları, babasının önüne bırakıp geri çekilmiş. Padişahın kararmış yüzü aydınlanmış, tasalı gönlü şenlenmiş.

“Aman şah babam, izin verin. Yaraladığım bu devi ortadan kaldırayım, başladığım işi bitireyim. Bu azman bize dirlik vermez. Önümüzdeki yıl elmalarımızı yine yer deyine ağabeyleride küçük kardeşlerini desteklemiş. Babalarından izin alan şehzadeler, ertesi gün devin ormanda bıraktığı izleri sürerek vara vara varmışlar bir kuyunun başına , kuyunun başı kocaman yuvarlak bir değirmen taşıyla kapalıymış, büyük ve ortanca şehzade ne kadar uğraştılarsa da taşı yerinden kımıldatamamışlar. Küçük şehzade YA HAK !diyerek bir hamlede taşı yerinden kaldırmış ve atmış bir kenara. iİk önce kuyuya ben gireyim demiş büyük şehzade, beş kulaç atar atmaz amanın yandım, bre dondum, kurtarın beni! buradan kardeşler deyince ağabeylerini kuyudan çıkartmışlar. Sıra ortanca kardeşteymiş, kuyuya inen şehzade on kulaç atmış amanın yandım, bre dondum, kurtarın beni kardeşler! deyince ortanca şehzadeyi de çıkartmışlar kuyudan. Son olarak küçük şehzade girecekmiş kuyuya beline bir ip bağlayarak inmiş kuyunun dibine. Elli kulaç attıktan sonra şehzadenin belindeki ip kopuvermiş. Ağabeyleri ne yaptılarsa çıkartamamışlar şehzadeyi oradan. Çaresizce yardım almak için düşmüşler sarayın yoluna.

Gözleri karanlığa alışan şehzade başlamış kuyunun içinde gezmeye, gezerken kuyunun dibinde üç oda görmüş bir odanın kapısını açınca birde ne görsün! ayın on dördü gibi güzellikte bir kız oturmuş gergef işliyormuş, Şehzade iki oda daha görmüş bu odalarda da iki kız daha varmış meğerse bunlar üç kız kardeşlermiş ve şehzade kızları o kuyudan kurtarmak istemiş. ancak kızlar bu kuyuda yedi başlı bir dev olduğunu ve onları asla bırakmayacaklarını söylemiş. Tam o sırada kuyunun içinde şehzadenin olduğunu fark eden dev güm güm basarak şehzadenin yanına gelmiş. Şehzade odanın kapısında durup bir geniş soluk almış; erenlerin, evliyaların, gelmiş geçmiş atalarının kutlu adlarına sığınıp YA HAK! diyerek belindeki kılıcını çektiği gibi oracıkta devi ortadan kaldırmış.

Şehzade, öteki odalardaki kızları çağırmış, yükte az pahada ağır nice eşyalarını toplayıp onları kuyunun tabanına getirmiş, bellerine ip bağlayarak onların yukarıya çıkmalarını istemiş.

Beline ipi bağlanan en küçük kız kardeş altın sarısı gibi saçlarından 3 tel saç kopartmış ve ” al bu saç tellerini,seni yukarı çekerken ip koparsa, tabana düşmeden saçları birbirine vurursun. O zaman kuyunun dibinde iki koyun belirecektir ak koyunun üzerine düşersen yeryüzüne, kara koyunun üzerine düşersen, yerin yedi kat dibine gidersin. demiş”

Şehzade kuyudan yukarıya beline ip bağlayıp çıkarken ip birden bire kopmuş, şehzade döne döne, aşağıya doğru düşmeye başlamış, hemen kızın verdiği saç telleri aklına gelmiş, dediklerini yapmış saç tellerini birbirine vurmuş; şehzade kara koyunun üzerine düşerek yerin yedi kat dibine düşmüş.

Kızlar ise yeryüzüne çıkmışlar. Yerin ye kat dibine düşen kara bahtlı şehzade bir bakmış ki burasıda yeryüzü gibi biraz yürüdükten sonra bir çeşme görmüş . Çeşmenin yanına yaklaşınca birde ne görsün suyun hemen önüne bir ejderha yatmış suyun akmasına engel oluyor. Tüm halk ejderha suyu veremediği için susuzluktan telef olmuş ejderhanın hemen yanında ise beli iki büklüm, duruşu süklüm püklüm, yüzü bumburuşuk yaşlı bir kadın varmış, çaresizlik içinde şehzadeye bakıyormuş. Şehzade ejderhanın yaşlı kadını tutsak aldığını anlamış ve yedi başlı, ağzından yalazlar fışkıran ejderhaya, okunu yayına gererek YA HAK! diyerek fırlatmış. Ejderha birden bire ortadan yok olmuş ve yaşlı kadın kurtulmuş.

Yaşlı kadın, “Şimdi tanıdık, bildik ki, cevheri sağdan, soyu beyden, ulu yollu bir kişi imişsin. Yaptığının karşılığı ödenmez, dile benden ne dilersen, gücümün yettiğince sana yardımcı olmak isterim… deyince

Şehzade yerin yedi kat dibinden yeryüzüne nasıl çıkarım? diye sormuş nineciğe. “Seni buradan ancak zümrüdü anka kuşu çıkartabilir demiş , ve şehzadeye yolu tarif ederek onu zümrüdüanka kuşunun yanına göndermiş. Şehzade az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş ve ulu görkemli bir ağacın üzerinde zümrüdüanka kuşununun yuvasına varmış. Zümrüdü anka kuşu yavrularına yiyecek bulmak için dolaşmaya çıkmış yavrular ise cıvıl cıvıl şakıyarak analarının gelmesini bekliyorlarmış, tam o sırada kara bir yılan yavaş yavaş, kıvrıla kıvrıla yuvanın olduğu ağaca doğru tırmanmaya başlamış, yılanı gören yavrular ciyak ciyak bağırmaya başlamışlar, bunu fark eden şehzade okunu çıkartarak YA HAK! yılanı ağaca mıhlamış. Bir süre geçtikten sonra yuvalarına dönen zümrüdü anka kuşuna yavruları başlarından geçenleri anlatmış.

Şehzadeye dönen zümrüdüanka kuşu “Yavrularımı kurtardın, düşmanımı öldürdün, benzeri olmaz bir yiğitsin dile benden ne dilersen… demiş

“Ey kuşların şahı, yavrularının aşkına, yüceliğinin başı için beni dünya yüzüne çıkar; budur senden dileğim” . deyince, anka kuşu, “dileğin can baş üstüne, hatırın büyüktür, yolumuz çok uzun ve meşakkatlidir yol azığı olarak bana kırk tulum süt ve kırk koyun eti getir” demiş. Ben gak deyince et yiyeceğiz, guk deyince süt içeceğiz şehzade zümrüdüanka kuşunun isteklerini yerine getirmiş ve çıkmışlar yolculuğa şehzadenin ülkesine doğru. Anka kuş gak deyince et yemişler, guk deyince süt içmişler ve geceler günler boyu giderek sonunda kuyunun başına gelmişler. Orada şehzadeyi iki ağabeyi ve güzeller güzeli sultan bekliyormuş. Zümrüanka kuşu şehzadeyi sırtından indirmiş, ondan helallik almış ve yavrularına doğru uçmaya başlamış şehzadenin geldiğini gören ağabeyleri büyük bir sevinçle kardeşlerine sarılmışlar ve saraya doğru hep birlikte yola koyulmuşlar. onlar ermiş muradına, darısı bizim başımıza

Bahar ARVASİ

Kaynakça: Tahir Alangu, Billur Köşk Masalları YKY 3073 Halk Edebiyatı 3 Ocak 2022

Eflatun Cem Güney, Zümrütanka Yelkovan Dizisi Nisan 2007

Start typing and press Enter to search

Skip to content