SUSMA HAKKI

Print Friendly, PDF & Email

Misafir Yazar : A. ERKAN AKAY

“Beşe basacağım. Beşe basacağım. Beşe basacağım.”

Asansöre bindi. O da ne? Başka birinin daha olacağını hiç düşünmemişti. İçinden konuşmaya başladı.

“Bu da kim? Eyvaaah bir sürü soru soracak şimdi. Neyse, dikkatimi dağıtmamalıyım. Beşe basacağım. Beş… İyi de beş hangisi? Beş, beş… Beş.”

“Merhaba Cansu. Nasılsın. Maşallah ne kadar da büyümüşsün. Kaç oldun şimdi sen?”

Büyükler neden içinden konuşmazdı ki sanki. Dikkatini dağıtmamak ve ineceği katı şaşırmamak için içinden tekrarlamaya devam etti. “Başı sağda yılan, başı sağda yılan, işte bu. Hayır. O başı solda yılan. İşte buldum, bu başı sağda yılan. Beş bu.” Tabii içinden sayıklarken dışından konuşabilmek iki beyin gerektiriyordu. Bu da hiçbir çocukta olmayan bir özellikti. Öyle bir çocuk varsa muhtemelen çoktan uzaya çıkmış, kolonisini kurmuş olmalıydı. “Ooofff beşi bul, komşu amcayı savuştur, bir de hikâye yaz. Kendine gel Cansu.! Senin tek derdin beşte inmek şu an.”

Amca içinden konuşmadığı gibi dışından da susmuyordu. “Baban nasıl? Hiç görünmüyor bu aralar. İşler yoğun herhalde? Selam söyle.”

Cansu içten gelen ve içe giden, içten içe, için için iletişimin en iyisi olduğunu düşünüyordu. Düşündüklerini hiç dışa vurmadı. Çocukların doğuştan gelen uzmanlığı olan tepkisiz susma kabiliyetini kullanıyor ve hiç cevap vermeden bütün günü geçirebileceği hissini veriyordu.

“Dokuz. Sekiz. Yedi. Altı. Beş. Beş mi? Evet beş. Başı sağda yılan. Kuyruğu solda yılan. Tamam bu kat benim son durağım. Hadi görüşürüz amcacık.” dedi yine içinden. Beşinci kat babaannesinin katıydı ve amcasının kızı Begüm de bugün oradaydı. Asansörden çıkar çıkmaz Begüm’ü karşısında görünce hem şaşırdı hem de sanki yıllardır görüşmüyorlarmış gibi koşarak ona sarıldı. Begüm şaşırmıştı. “Dur kız, ne oluyor?” dedi meraklı meraklı gülerken.

“Annem asansöre tek başıma binmeme ilk kez izin verdi Begüm Abla. Ama asansörde biriyle karşılaştım. Kafamı karıştırdı. Sayıları bilmiyorum ya. Ya katı kaçırırsam diye korktum.”

“İyi de akıllım, geleceğinden haberimiz var, burada bekliyoruz herhâlde, sen kaçırsan da biz tutacaktık asansörü. Ne korkuyorsun sen?”

“Bu planınızı bilmediğim için olabilir mi acaba?”

“Evet olabilir.” dedi yine gülerek. “Ama merak etme, her deneme annelerin kontrolü altındadır.”

İçeri girip oyuna dalmaları uzun sürmedi. Cansu, Begüm Ablasıyla her şeyi konuşabiliyor, merak ettiklerini ona soruyor, onun sorularına da kolaylıkla cevap verebiliyordu. Ama ah o komşu amcalar, teyzeler, annesinin babasının arkadaşları, marketteki kasiyer abla, oyuncakçıdaki tezgâhtar abi, her seferinde sataşan dondurmacı Medo yok mu? Bir rahat vermiyorlardı. Kaç yaşındasın, okula gidiyor musun, kardeşin var mı, baban ne iş yapıyor, bitmek bilmeyen sorular…

“Begüm Abla…” dedi içinde özene bezene hazırladığı soruyu dışarı çıkaracağını belli ederek. Begüm buna hep hazırdı. “Büyükler soru sorduğunda sen de telaşlanıyor musun?”

Begüm önce evet diyecek oldu ama sonra bu hissi eskisi kadar yaşamadığını farketti. “Aslında telaşlanıyordum. Ama artık pek telaşlanmıyorum. Cevabı biliyorsam söylüyorum, bilmiyorsam da bilmiyorum diyorum.”

“Pekiyi cevabı bilemezsen veya yanlış cevap verirsen ne oluyor?”

“Ne olacak, hiçbir şey tabii ki.”

İkisi de güldüler.

“Gülünce de insan acıkıyor mu ne? Tam bir acıkma demeyelim de sanki gülünce insanın canı dondurma mı istiyor?”

Cansu bu ikisi arasında bir bağlantı kuramasa da dondurma yeme fikri onun için tek başına yeterliydi. Babaannelerinden izin alıp sokağa çıktılar. Dondurmacı hemen üç blok yandaydı. Bir nefeste dolabın önünde buldular kendilerini. “Ooo Cansu hoş geldin.” dedi dondurmacı Medo. “Bitti mi okul? Ha ha ha…”

“Ne bitmesi ya ben daha başlamadım ki okula!” dedi Cansu, tabii içinden. Sonra da “Aaah ah…” diye devam etti; “Konuşmuyoruz diye dalganızı geçiyorsunuz tabii ama konuşmuyorsak saygımızdan, edebimizden konuşmuyoruz efendim. Aklımız ermediğinden değil. Biraz da utanıyor olabiliriz. Ne gerek var ki böyle yüklenmeye?” Cansu içten içe söylenirken Begüm söze girdi. “Medo amca, bu dondurmalara renklendirici katıyorlarmış doğru mu? Hani öyleyse yemeyelim diyoruz da…” Dondurmacının rengi atıverdi. “Yok kızım, nerden çıkardın şimdi bunu? Olur mu öyle şey? Kem, küm… Ihhı, öhö… Katmıyoruz biz. Yiyin yiyin, afiyet olsun.” derken Cansu’nun dondurmasını Begüm’e, Begüm’ün dondurmasını Cansu’ya uzatacak kadar eli ayağına dolaşmıştı. Muzır kıkırdamalar arasında hem dondurmanın hem dondurmacının hâlinin keyfini çıkara çıkara eve doğru yürürlerken bir araba yanlarına yanaştı, camı aralayan kadıncağız “Kızım belediye binası ne tarafta kalıyor?” diye seslendi. Begüm arkalarında kalan istikameti göstererek “Üçüncü sokaktan sağa dönün, göreceksiniz.” diye cevapladı. “Sağol yavrum,” dedi teyze, “kime sorduysam bilmiyorlardı.” Begüm elini göğsüne koyup başını eğerek selamladı teyzeyi. Cansu televizyonda gördüğü bu hareketi pek yakıştırdı Begüm’e ve biraz da imrenerek gülmekten kendini alamadı. Apartmanlarına girmek üzereydiler ki komşulardan Salim Bey’in apartman görevlisi Selim Amca’ya yakındığını gördüler. “Kaç defa uyardık Selim Efendi! Neden hâlâ otopark girişinin önüne araba bırakıyor bu insanlar?” Selim Efendi iki elini yanlara açmış, kaşları havada, elinden bir şey gelmediğini gösteriyor, susuyordu.

“İşte bunlar da büyüklerin cevaplayamadığı sorular.” dedi Begüm. Cansu biraz rahatlamıştı. Onların da cevaplayamadığı sorular vardı demek. Ama rahatlık fazla uzun sürmeyecekti. Apartmana girdiklerinde Aysel Teyze’nin de asansörü beklediğini gördüler. “Hazır ol!” dedi Cansu. “Asansöre biniyoruz. Bakalım sıradaki komşu sınavından kaç alacağız?”

“Merhaba.”

“Merhaba kızlar. Nasılsınız bakalım? Cansu değil mi bu? Ay maşallah, ne kadar da büyümüş. Sen kimsin kızım?”

“Kuzeniyim ben.”

“Oh oh, okula gidiyor musun?”

“Evet.”

“Kaça?”
“Beşe biz.”

“Yok yani kaça gidiyorsun?”

“Üçe.”
“Hmm. İyi ortaokula geçtin demek?”

“Yok daha üçe gidiyorum, iki senem var ortaokula.”

“Aaa ben katla sınıfı karıştırdım ayol. Ha ha ha.”

“Keşke beşe gitmek o kadar kolay olsaydı. Tek tuşla yani. Siz kaça gidiyorsunuz?”

“Ben koskoca kadınım kızım ne kaça gitmesi?”

“Kaçıncı kata yani?”

“Ha kat mı? Altıya, altı. İlahi çocuklar. İki dakkada başımı döndürdünüz. Hadi size iyi günler.”

“Durun Teyzeciğim. Burası bizim kat, sizinkisi bir üstte. İyi günler.”

Begüm’le Cansu asansörden iner inmez gülmekten yerlere yattılar. “Ya Begüm Abla seninle konuşan kendine gelemiyor. N’erden buluyorsun bu lafları sen?”

“Vallahi ben de bilmiyorum Cansu. Muhabbet nasıl oluyor da böyle sarpa sarıyor, inan ben de anlamıyorum. Ha ha haha. Sadece içimden geldiği gibi konuşuyorum.”

Cansu’yla Begüm akşam yemeğine kadar birlikte oynadılar, eğlendiler, laf lafı açtı, ilerleyen saatler de iştahları. Leziz babaanne yemekleriyle karınlarını doyurduktan sonra babası Begüm’ü almaya geldi. Onlar çıkarken Cansu da eve dönebilirdi artık. Fırından yeni çıkan babaanne kurabiyeleri Begümler için bir kaba, Cansular için de bir tabağa kondu. Önce Begümleri uğurladılar. Sonra Cansu da çıktı. Üzeri peçete ile örtülü tabak elinde, asansörün önünde dikildi. Babaannesi asansörü çağırıp, kapı açıldıktan sonra onbire de basarak ona yardımcı oldu. İki eliyle tabağı anca tutuyordu ne de olsa. On birinci kata giden yolda yol arkadaşı olarak bu defa onuncu kat sakini Mustafa Bey’e denk gelmişti. Mustafa Bey hiç konuşmadı. Ağzını bile açmadı. Soru sormayan büyük mü olurdu canım? Cansu böyle şeylere alışık değildi. Yedinci kat, sonra sekizinci kat geçildi. Hâlâ “Adın ne senin?” bile dememişti Mustafa Bey. Yoksa hasta mıydı? Ya da belki morali bozuktu. Bugün işleri iyi gitmemiş olabilirdi. Sadece Cansu’nun elindeki tabağa bakıyordu merakla. Cansu başını kaldırıp baktığında gözlerini kaçırsa da tabaktakilere takıldığı anlaşılıyordu. Dokuzuncu kata gelirken Cansu bile bunca sessizliğe dayanamadı.

“İster misin?” diye sordu utanarak.

Mustafa Bey “Hiç sormayacaksın sandım.” dedi gülerek. Ve dikkatlice bir tane aldı kurabiyelerden. Kim bilir ne kadar zaman olmuştu Mustafa Bey babaanne kurabiyesi yemeyeli. Ağzına atar atmaz dağılan yumuşacık ve sıcacık kurabiye keyfini yerine getirmişti. “Teşekkür ederim ufaklık.” demeye çalışırken ağzına ve dudaklarına yapışan kurabiyenin yarısını Cansu’nun üzerine püskürtmeseydi çok daha iyi olacaktı tabii. Ah be güzel amcalar, teyzeler. Siz de ne zaman konuşacağınızı, ne zaman susacağınızı hiç bilmiyorsunuz.

Start typing and press Enter to search

Skip to content