DELİKLİ TAŞ

Print Friendly, PDF & Email
Sesli Dinle

Gün ola harman ola, gün geceye yoldaş ola. Taş dediğin bile zamanı gelince aşk ile ufalanıp un ufak ola. Gönül bir harman yeri . Değerini bulunca yanıp kavrulup kül ola. Ne olursa olsun aşk ile ola.

Eh bu kadar söz yeter masalcı gelip masala koyula…

Vakti zamanında bir ormanın kıyısında bir kadının sesi duyuldu. Çalılıkların içinde acıyla yürüdü kadın. Ağaçlar sanki önüne düşüyor, dikenler özellikle bacaklarını sarıyordu. Ağaçlar kökleri ile birbirlerine haber veriyordu. Tüm orman bir olmuş “Gelme buraya ait değilsin, bize tehlike getireceksin!” diye sesleniyordu. Kadın tüm sesleri duyuyordu. Çıtırtıların dilini iyi bilirdi. Ama işte gidecek yeri yoktu. Üstelik zamanı da kalmamıştı. Artık bir yer bulmalıydı. Birden ayağı bir sarmaşığa takıldı. Ya da sarmaşık ayağına sarıldı. Her neyse düştü yere. Canı daha çok acıdı. Artık düştüğü yerden kalkamazdı. Var gücüyle bağırdı. Öyle bağırdı ki kuşlar havalandı ağaçlardan. Geyikler derinliklerine çekildi ormanın. Aslanlar, ayılar, en vahşi çakallar bile kuyruklarını bacaklarının arasına sıkıştırıp sessizce çekildiler inlerine. O büyük acıya saygıyla sus pus oldu orman.

Önce bir ağlama sesi duyuldu. Sakinleşti ortalık. Sonra tekrar bir çığlık gökyüzünü yırttı. Peşi sıra tekrar bir ağlama sesi. Gözlerinden akan yaşlarla ıslandı toprak. Kadın acıyla mutluluk arası yüzlerce duygu karmaşasında hem ağlıyor hem de gülüyordu. Ağaçların arasından bakan tavşanlar kafalarını saklayıp sonra merakla tekrar çıkarıyorlardı.

İki güzel çocuk doğurdu kadın. Geceyle gündüz kadar birbirlerinden farklı ama bir o kadar da güzel iki çocuk. Oracıkta kesti göbeklerini bulduğu bir delikli taşla. Orada emzirdi ikisini de. Henüz kurumamış kanın karıştığı toprağı döşek yaptı onlara. Zayıftı, güçsüzdü ama inançlıydı. Çocukları için yaşayacak onları ne pahasına olursa olsun koruyacaktı. Gerekirse tüm ormana ve karanlığa kafa tutacaktı.

Gelen kadını ormandaki tüm varlıklar iyi tanırdı. Afitap onlar için canını verirdi. Onlar da bilirdi. Ama bu sefer başkaydı. Doğurduğu canlar; Şeb ve Nehar , Zulmet’in çocuklarıydı. Karanlıklar padişahı bırakmazdı peşlerini. Onların savaşı değil bu ormanı, tüm Dünya’yı yakar yıkardı.

Afitap kalktı yerden bebekleri aldı kucağına, göbeklerini kestiği delikli taşı da aldı yerden. Bunca yıllık ömründe öğrendiği bir şey varsa hiç bir şey sebepsiz olmazdı. Bu delikli taş da tesadüfen orda değildi bilge bir canın umut için bıraktığı geçiş kapısıydı.

Yürüdü, o yürüdükçe ışık hüzmesi yayılıyordu ormana. Pando’yu bulmalıydı. O dünyanın en yaşlı varlığıydı. Seksen bin yıldır bu ormanda yaşayan ağaç ona akıl verebilirdi. Bebekleri ağlıyor, durmasını karınlarını doyurmasını söylüyordu. Ama babaları kısa zamanda yetişirdi. Zulmet onu yeniden o zindana kapatmadan önce Pando’yu bulmalıydı. Sonunda Pando’nun azametli gövdesi göründü. İri kökleri toprağın dışına taşmıştı. Zorlukla yürüdü. Çok yorulmuştu. Ona seslendi, ” Pando, Pando eski dostum! ” var gücüyle bağırıyordu. Ya da öyle sanıyordu çünkü hiç sesi çıkmıyordu. Bağırdığı için boğazı ağırıyor, ses telleri acıyor ama kulakları sesi duymuyordu. ” Bebeklerim onlar, onları koru Pando! ” dedi. Sonra derin bir uykuya daldı. Rüyasında yüzü, gözü tüm teni kırış kırış , saçları gökyüzüne ulaşan , kökleri yerin yedi kat altına varan Pando’yu gördü. Pando tiz sesiyle konuştu onunla. Fısıltıyla “Afitap güzel kızım .” dedi. ” Neden, neden acı çekiyorsun? ” Afitap gözlerinden yaşlar akarak cevap verdi. ” Zulmet’e olan onca aşkıma rağmen artık dayanamıyorum. Önceleri benim ışığımla başı dönen adam şimdi benim yanımda değersiz hissediyormuş. Yalnız onun görebileceği bir zindana kapattı beni.” Afitap acıyla yüzünü buruşturdu. “Pando içimde iki ruh var. Birisi sürekli iğneliyor,acıtıyor. Bana sürekli unutulduğumu , başka şeylerin yerimi aldığını söylüyor.Onun yuvası içimdeki yaranın merkezi. Üstünü kabukla kapatıyorum. Ama o volkan oluyor içimde yanıyor, hatta kaynıyor. Hele dolunayda durmuyor, kabuğa vuruyor. Sesi kafamın içinde dönüp duruyor. İzin versem alıp götürecek. Acımı öfkeye dönüştürüp köpürecek. Yakıp yıkacak. Bırakırsam kurtaracak bir şey kalmayacak biliyorum.

Bir ruh daha var içimde. Sıcacık tutuyor ışıtıyor içimi. Beni güldürüyor, kabuktan uzak tutuyor. Her gün farklı renkte bir ışık yakıyor. Hepsini topluyorum umut olup doğuyorum. Biri ne kadar yerin altına karanlığa çekerse beni öbürü o kadar ışığa, gökyüzüne çıkarıyor beni. Pando ne yapmalıyım? Ne olur yardım et. Kurtar beni.”

Pando bebekleri eline aldı. Dalları ile gökyüzüne doğru kaldırdı “Afitap aç gözlerini . Bak iki ruhu da doğurdun sen ! İkisi de birbirinden güzeller. İkisi de tıpkı sana benziyor. ” Afitap mutlulukla ve hüzünle seslendi “Ama artık Şeb ve Nehar için orda kalamam. Özgür olmalıyım herkesin bana ihtiyacı var. Işığımı herkes görsün istiyorum. Ne olur bana yardım et! Dedi. Onu sakince dinleyen Pando,

“Zulmet’in elinden seni ben kurtaramam . Hatırla lütfen en genç en kanı kaynadığı zamanlarda bile onu nasıl dizginlerdin. Ona gücü yetecek tek kişi yine sensin.” Dediği sırada ortalık birden sessizleşti. Karanlık bastı. Ormanda çıt çıkmıyordu. Zulmet geliyordu. Çok yakınlardaydı. Afitap üstünü yapraklarla iyice örttü. Hiç ama hiç boşluk kalmamalıydı. Dışarı en ufak ışık sızmamalıydı. Pando kökleri ile mesaj yolladı tüm ağaçlara, çalılara, tüm bitkilere. Taşıdılar dallarylı elden ele Şeb ve Nehar’ı .Dev bir küstüm çiçeği aldı ikisini de taç yapraklarının arasında sakladı. Özü ile besledi. Geceyi korkuyla geçirdi Afitap hiç uyumadı. Zulmet onu öfkeyle arıyordu. Bir yol bulmalıydı. Ama nasıl bilmiyordu. Bir yandan çok seviyordu onu bir yandan hiç istemiyordu. Onunla da onsuz da zor olacaktı hayat. Artık saklanarak sorunlardan kurtulamayacağını biliyordu. Sabahın ilk ışıkları ile çıktı yerinden. Zulmet onu görünce koşarak üstüne yürüdü. İşte tam o anda nasıl oldu bilinmez cebindeki delikli taş yere düştü. Yuvarlandıkça büyüdü büyüdü büyüdü. Yeryüzünü ortadan ikiye böldü. Zulmet bir yanda Afitap öbür yanda kaldı. Bir yan kapkara bir yan ışıklar içindeydi.
Bebekler ağlayınca Zulmet onları buldu. Afitap bebeklerini görmeyi çok istese de Zulmet’e teslim olmayacaktı. Onun bebeklere iyi bakacağına da emindi. Özgürdü artık. Dilediği gibi dolaştı ormanı. Tüm varlıkları sevdi okşadı. Taşların içini ısıttı. Çiçeklerin yüzünü güldürdü. Toprağı börtüyü böceği besledi. Önceleri her şey güzeldi. Ama bir gariplik vardı. Ağaçlar çok yorulmuş taşlar parçalanıp ufalanmaya başlamıştı. Zaten Afitap’ın içindeki boşluk da büyümüş yoğun ışık onu mutsuz kılmış yormuştu. Karanlığın koynunda dinlendiği geceleri özledi. Bir sabah delikli taşın yanına gitti. Delikten sızdı . Bu taraf hiç de karanlık değildi.Tatlı bir akşamüstü sakinliği vardı. Nasıl olabilir ki? Diye düşünürken tatlı kızı Nehar’ı gördü. Gülümsüyor bıcır bıcır konuşup babasının karanlığını aydınlatıyordu. Dayanamadı Afitap tamamen geçti Zulmet’in tarafına. O gece çocukları ve gönlünün sultanı ile kaldı. Ertesi sabah daha güçlü uyandı. Delikli taş yuvarlandı yuvarlandı. Küçücük haline geri döndü. Afitap ın ilk bulduğu yerde kaldı. Yeniden umudu arayanlara çıkış yolu sunmak için kapı açtı.

Artık yeni bir yıl başlıyordu. Afitap sancılarla büyümüş ve karanlığın aydınlıktan başka çıkar yolu olmadığını anlamıştı. O günden sonra birbirlerine saygı duyarak ve zamanı geldiğinde kendilerinden vaz geçmeleri gerektiğini bilerek yaşadılar.

Gökten üç elma düştü. Birincisi masalı dinleyenlere, ikincisi gün ve geceye, üçüncüsü yuvarlandı gitti bir delikli taş peşine…

Start typing and press Enter to search

Skip to content