ALTIN PULLU GÜMÜŞ DİLLİ BALIK MASALI

Print Friendly, PDF & Email
Sesli Dinle

Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde kediler halay çekerken eski hamam içinde. Halay başı kim olsun, bos bıyıklı tekir olsun. Tekir olmaz mekir olsun. Hop hop sekerken tekir, tren beklerken mekir. Çıktı geldi bir vapur, bacası püfür püfür. Vapur gitti uzağa, işte başladık masala.

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde Kaf Dağının Kozalak ormanı ile sınır komşusu olan bir ülke varmış. Bu ülkenin de bir padişahı varmış ki değme gitsin. Adil, merhametli, sevgi dolu. Halkını çok sever, halkı da onu çok severmiş. Ancak bu padişahın bir derdi varmış ki herkes çok üzülür, için için ağlarmış.

Bu padişahın iki gözü de görmüyormuş çocuklar. Dünya ışığına hasretmiş anlayacağınız. Bakmadık hekim, gelmedik doktor kalmamış ama ne çare. Padişah bakmış ki gözlerinin açılmasının imkanı yok. Ne yapalım kaderimiz böyleymiş diyerek hayatına devam etmeye başlamış.

Bir gün o şehre bir derviş gelmiş. Her şey çok güzel, herkes rahat huzurlu ama hüzünlü imiş. Bunu görünce sormuş. Yahu neyiniz var ey ahali diye. Halktan birisi “Derviş baba padişahımızın gözleri görmüyor. Ne yaptı isek açılmadı. Doktorlar çare de bulamadı. Ona üzülüyoruz” demiş. Derviş “O kolay canım ondan kolay ne var, Kaf Dağındaki Altın gölden, altın pullu, gümüş dilli balığı tutup getirsinler, pullarından üç ya da beş tanesini havanda dövsünler, merhem yapsınlar, gözlerine sürsünler gözleri açılsın”

Bu haber hemen padişaha ulaştırılmış. Padişah ülkedeki tüm balıkçılara emir göndermiş. Kaf dağındaki altın gölden bu balığı getiren dünyalıktan dünyalık istesin benden demiş.

Tüm balıkçılar seferber olmuşlar. Altın pullu, gümüş dilli balığı tutabilmek için günlerce ağlarını göle atmışlar, dalgıçlar dalmış, yüzme bilenler yüzmüş, tekneler gezmiş ama nafile. Altın pullu, gümüş dilli balık haricinde her türlü balığı tutmuşlar ama bir onu tutamamışlar.

Aradan günler haftalar geçince umutlar tükenmiş. Balıkçılar birer birer ağlarını toplamış, teknelerini kıyıya çekmişler ve balığı aramayı bırakmışlar. Umudunu yitirmeyen yalnızca gözleri görmeyen padişahmış. Dervişi bana gönderen Rabbim, balığı da gönderecektir diye hayırlı bir haber beklemeyi hiç bırakmamış. Her gün sabah adamlarına soruyormuş gelen giden varmı diye ama nafile.

Nihayet günlerden bir gün altın gölün hemen kıyısında balıkçılık yapan çok fakir, gün kazanıp gün yiyen bir ihtiyar oltası ile gölün kenarında avlanırken, birden bir balık takılmış oltasına. Çekip çıkarmış ki bir de ne görsün. Altın pullu gümüş dilli balık. Hemen padişaha haber verilmiş. Padişah hemen oğluna demiş ki aman oğlum herkesten hızlı git ve o balığı bana getir. Şehzade atlamış atına gelmiş köylünün yanına. Balığı görünce o kadar sevmiş, o kadar sevmiş ki anlatılmaz. Balık da çok güzelmiş. Pulları altın sarısı pırıl pırıl parlıyor, gözleri deniz mavisi ışıl ışıl yanıyormuş. Ağzını açtıkça ağzının içinden de gümüş bir dil görünüyormuş. Şehzade ömrü boyunca böyle güzel ve alımlı bir balık görmemiş o güne kadar. Kıyamamış ve kendi kendine demiş ki bu dünyalar güzeli balığı suyundan gölünden ayırmak merhametsizlik olur, babam zaten yaşlandı, gözleri bu saatten sonra görse ne olur görmese ne olur. Ben bu balığı salıvereyim.” Balığı tekrar göle salmış. Balık da suyla buluşur buluşmaz gözden kaybolmuş.

Şehzade dönmüş gelmiş babasının yanına. Olanı biteni anlatınca babası küplere binmiş. Öfkelenmiş, bağırmış çağırmış ve şehzadeyi saraydan da ülkeden de kovmuş. “Çık git benim ülkemden senin gibi evlat olmaz olsun, bir balık babanın gözlerinden daha mı kıymetli” demiş.

Şehzade üzgün binmiş atına, vedalaşmış anasıyla sevdikleriyle, almış azığını düşmüş yollara. O köy senin, bu kasaba benim, derken ülkenin sınırlarının dışına çıkmış.

Yine yolculuk yaparken karşısına pos bıyıklı, iri kıyım bir adam çıkmış. Selamlaşmışlar, şehzade azığını açıp yiyecekken ortaya çıkan bu adamı davet etmiş. Birlikte yemek yemişler. Sonrada adam bu delikanlının şehzade olduğunu öğrenince “Beni hizmetinize alırsanız size iyiliğim dokunur efendim” demiş. Şehzade Kehribar Göz isimli bu adamı hizmetine almış. Başlamışlar onunla yolculuk etmeye.

Gele gele gelmişler bir hana. Meğer bu han haramilerin hanıymış. Yolcuları gece soyarlar karşı çıkanı da öldürürler hanın arkasındaki derin uçuruma atarlarmış. Şehzade ve Kehribar Göz hana inmişler. Kehribar göz hancının ve yamağının halinden hiç hoşlanmamış.

Gece yatmak için odalarına çekildiklerinde silahlarını kuşanmış ve şehzadenin kapısında başlamış nöbet beklemeye. Gece yarısından sonra haramiler gelmişler ki şehzadeyi soyup varını yoğunu alsınlar. Kapıdaki iri yarı adamı görünce hemen üstüne hücum etmişler ama Kehribar Göz usta bir silahşör olduğu için hepsini saf dışı etmiş. Haramilerin başını da yakalayıp uçurumdan aşağı atmış. Böylece artık o handa haramilik yapamayacak hale gelmişler.

Sabah olunca hiçbir şey olmamış gibi kahvaltılarını yapıp yola çıkmışlar. Uzun süre yürüdükten sonra hava kararırken yine bir hana varmışlar ve misafir olmuşlar. Gece uyurken Kehribar Göz yine nöbet tutmaya başlamış şehzadenin başında.

Az sonra duvar yarılmış ve içinden kocaman bir yılan çıkarak tıslamaya başlamış. Kehribar Göz duvarın içinden çıkan bu yılanı tutmuş ve kılıcını tam vuracakken yılan dile gelmiş ve “Ey Kehribar Göz sende hayvansın bende hayvanım ne diye bir insanoğlu için beni öldürürsün” diye sormuş.

Kehribar Göz, “Evet ben Altın Pullu Gümüş Dilli balığım. Balıklar padişahının oğluyum. Ancak bu şehzade benim hayatımı bana bağışladı, öldürüp babasına götürecekken güzelliğimi görüp evime tekrar saldı. Bende bu iyiliğin altına kalmam. Ya çekil git yavrularına da söyle bundan sonra kimseyi rahatsız etmeyeceğinize dair söz ver ya da seni burda öldürürüm.” Yılan söz vermiş ve geldiği gibi duvarın deliğine girip gözden kaybolmuş.

Meğer şehzade gürültüye uyanmış ancak konuşmaları duyunca hiç belli etmemiş. Kehribar Gözün söyledikleri şehzadenin çok hoşuna gitmiş. Yılan ortadan kaybolur kaybolmaz hemen yanına çağırmış Kehribar Gözü ve anlat bakalım sen kimsin. Diye sıkı sıkı sormuş çocuklar.

Kehribar Göz de başından geçenleri ve neden yardım ettiğini bir bir anlatmış. Ben denizler altındaki balıklar padişahının oğluyum. Babama senin bana yaptığını anlattım. Babam senin babanın yapabileceklerini düşündü ve beni sana yardımcı olabilmem için insan kılığında yanına gönderdi. İşte hikaye böyle” demiş. Şehzade gülümsemiş ve e o zaman söyle bakalım kehribar göz şimdi ne yapacağız diye sormuş.

Bir insan kılığına giren Altın Pullu Gümüş Dilli balık “Şehzadem şimdi size vücudumdan üç pul vereceğim bu pul benim derimden deri, canımdan can, kanımdan kandır. Götürüp bunu havanda döveceksin, merhem yapıp babanın gözlerine süreceksin. Hem babanın gözleri açılacak, hem de seni affedecek” demiş.

Hemen baldırından üç tane balık pulu koparmış. Bir torbaya koymuş ve şehzadeye vermiş. Sonrada ortadan kaybolmuş.

Şehzade hemen atına atlamış, yel dememiş, sel dememiş, gece dememiş gündüz dememiş sürmüş atını ve kısa süre içinde memleketine gelmiş.

Hemen babasının huzuruna çıkmış çocuklar, başından geçenleri bir bir anlatmış. Sonra da balığın verdiği pulları sarayın hekimlerine teslim etmiş. Onlarda bir merhem yapmışlar ve padişahın gözlerine sürülünce gözleri açılıvermiş. Pırıl pırıl görmeye başlamış.

Padişah çok sevinmiş ve oğlunun boynuna sarılıp “Seni kovduğuma çok pişman oldum aslında. O günden beri hep seni düşünüyorum. Beni affet” oğlum deyip sarılmış boynuna.

Sonra da Altın pullu gümüş dilli balığı ilk tutan ihtiyar balıkçıya hediyeler vermiş, oğlunu da bir daha yanından hiç ayırmamış. Şehrin halkı padişahlarının gözleri açıldı diye günlerce şenlikler yapmışlar eğlenmişler.

Bu masalda burada bitmiş. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.

Gökten üç elma düşmüş. Biri bu masalı okuyanların, diğeri bu masalıın yazıldığı masal dergisini okuyanların, üçüncüsü de bu masalı bize anlatan peri kızının başına düşsün.

Start typing and press Enter to search

Skip to content