Doğrucu Çoban

Print Friendly, PDF & Email

Misafir Yazar : Yasemin Derya Metin

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, bir varmış bir yokmuş Allah’ın kulu çokmuş. Bu zamanda bir diyarda dünyanın insanları ve tüm canlıları bol bol beslediği zamanlarda sürüsünü çok seven bir çoban varmış. Bu çoban her sabah sürüsünü ahırdan alıp, otlağa götürürken her bir hayvanla özel ilgilenirmiş. Mutsuz olanın yanına gider önce hasta mı diye kontrol eder, hastaların bakımını yapar hasta olmayanlarla da sohbet eder; derdini dinlermiş.

O sabah tüm sürüyü kontrol ettikten sonra bakmış ki Sarıca inek mutsuz bir şekilde sürünün en arkasında yürüyormuş. Çoban Selahattin hemen Sarıca’nın yanına yanaşmış, “Sarıca de bakalım neyin var?” demiş. Sarıca çobanın kendine seslendiğini duymamış dalgın dalgın yürümeye devam etmiş. Selahattin bakmış yolun kenarında Sarıca’nın en sevdiği yoncalardan var. Hemen gidip, o yoncalardan toplamış. Koşa koşa sürüye yetişip, “Sarıca bak bak sana ne getirdim. Hadi şunları yerken bana derdini anlat.” demiş. Sarıca yoncaları görünce kendine gelmiş. Çoban Selahattin’i görünce gözleri ışıldamış. Çok mutlu olmuş. “Anamdan gözümü açtım, sen vardın başımda. Anam öldü, o acımda gene sen vardın başımda. Beni hiç yalnız komadın Çoban Selahattin. Dün gece rüyamda beni yalnız başıma koyup, gitmiştin. Ben, sen bana yoncaları uzatıncaya kadar o rüyanın etkisindeydim. ‘Çoban Selahattin beni nasıl bir başıma koydu gitti’ diye düşünüyordum. Seni görünce buna çok sevindim.” demiş.

Selahattin sormuş, “Ne oldu ki rüyanda sen bu kadar çaresiz hissettin.” demiş. Sarıca anlatmaya başlamış. “Damdan bir ışık geldi, ışıkla gözlerimi açtım ki ben bizim ahırda değilim. Ne sen ne de ahırdaki sığırlar kimsecikler yok yanımda. Damdan gelen ışığa kafamı kaldırıp baktım belki sendirsin diye. Gözlerim ışığa alışınca baktım sen değilsin. Senin kız Fatma yaşında bir kız bana bakıyor. ‘Merak etme sana bir şey olmayacak’ deyip. Damı geri kapattı. Her yer yeniden karanlığa büründü. Dışarıda hiç tanımadım insanlar konuşup duruyor. Konuştuklarını tam duymasam da hiç hayra alamet şeyler söylemiyorlardı. Yarım yamalak duyduklarım karşısında ben de korkmaya başladım. Biri bana korkma diyor, ama ben onu tanımıyorum ki. Nasıl korkmayayım?” demiş. Çoban Selahattin Sarıca’yı dinlerken Sarıca daha buzağıyken köylerini basıp, hayvanlarını çalan eşkıyaları hatırlamış. O zaman ahırından çalınan hayvanları koruyamadığı için kahrolduğu zamanları hatırlamış.

Hayallerinden kurtulup, “Eee Sarıca rüyanda sonra ne oldu demiş.” Sarıca da “Ben karanlıkta korku ile beklerken bu kız gene damı açıp gizli gizli bana samanla su getirdi. Sonra da ‘burada seni arayan adamlar var. Onun için sesini çıkarma burada seni bulamazlar. Ben seni saklıyorum. Merak etme sık dişini’ dedi. Olduğum yerin zaten kapısı yok. Yapacağım bir şey yok samanımı yiyip, suyumu içtim, sindim bir kenarda kızı bekliyorum.” demiş. Sonra Sarıca da Çoban Selahattin de susup yürümüşler. Bakmış Çoban Selahattin Sarıca kendine gelmiş güzel güzel gördüğü otları yiyor, sürünün önüne geçip diğer hayvanlarla ilgilenmiş. Her ne kadar sürüdeki buzağılarla oynayıp gülüşse de aklı Sarıca’nın rüyasındaymış. Sürüdeki hayvanlar, köyün başına bir musibet yaklaşmadığı sürece rüya görmezlermiş. Onun için kendi kendine “hayırlara vesile olsun” demiş. Sürüyü otlağa getirdiğinde artık güneş tepeye çıkmış ve her yeri ısıtmaya başlamış. Selahattin’i de uyku bastırmış. Köpekleri yanına çağırıp “Ben şimdi şu ağacın altında biraz uyuyacağım, siz bir tehlike sezerseniz, yabancı görürseniz beni hemen uyandırın.” demiş. Sürünün en kıdemli köpeği Çomar “Merak etme biz her şeyi kontrol ederiz, sen hadi yat.” demiş. Çoban Selahattin sadece sürüdeki hayvanlara değil, köpeklerine ve köydeki her hayvana çok iyi davranırmış. Hayvanlarına eziyet eden köylülerin hayvanları ile de konuşurmuş. Köydeki insanların hiçbiri Selahattin’in hayvanlarla gerçekten konuştuğunu bilmezlermiş. Onlar kendi aralarında Çoban Selahattin’le dalga geçerlermiş. Kendi köpekleri, hayvanlara eziyet eden köylülerin; Selahattin’e yüklenmelerini bilir. Selahattin onlardan yardım istediğinde hemen ona yardım ederlermiş.

Çoban Selahattin abasını ağacın altına serip, hemen yatmış ve uyumuş. Uyur uyumaz da hemen rüya görmüş. Rüyasında Sarıca’nın anlattığı kız karşısında değilmiymiş. Kız Selahattin’i görünce “Ben de seni bekliyordum. Hadi sana anlatacaklarım var gel benle demiş.” Çoban rüyasında neler olduğunu anlamadan şaşkınlıkla kızın peşinden koşuyormuş. Bakmış koştuğu yerler kendi köyünün ötesindeki şehre doğruymuş. Şehre çok gitmese de ara sıra devlet dairesinde hayvanlar için alacağı ilaçlar olduğunda mecburiyetten gidermiş. Hiç de sevmezmiş şehri. Nesini sevecemiş ki. Zaten nefes alması bile zormuş. Bir gün şehirde karnı çok acıkmış. Şehirde yemek yemiş. Yediği yemekten eve gelince üç gün hasta yatmış. O günden sonra, şehre giderken hep yiyeceğini de suyunu da yanında götürmüş. Kız bir tepenin başında durmuş. Aşağıdan hayvanları su içmek için götürdüğü derenin şehir tarafı da görülüyormuş. Kendilerinin orada pırıl pırıl olan dere burada çamur gibi kapkaraymış. Daha önce şehrin bu tarafına hiç gelmediği için Selahattin aklından ‘bak görüyon mu şu şehirlilerin ettiğini güzelim dereyi ne hale getirmişler’ diye düşünmüş. Selahattin düşünceleri arasındayken kız konuşmaya başlamış “Selahattin biz şimdi sizin şehrin 50 yıl sonrası zamanındayız. Bak şu derenin diğer tarafında gördüğün fabrikalar yıllar sonra sizin suyunuzu havanızı zehirleyecekler. Hayvanlarınızın içeceği su kalmayacak, otlayacağı mera kalmayacak. Önce hayvanlarınız sonra da siz ölmeye başlayacaksınız. Ölmeyenlerde hasta olacak demiş. Selahattin korkudan titremeye başlamış. Kendini konuşmaya zorlamış “Ben 50 sene sonra ölmüş olurum. Bu kâbusu bana niye gösteriyorsun” diye kıza çıkışmış. Kız da “Sen ölsen de senin çocukların ve köylünün çocukları hala o zamanda yaşıyor olacak. Hayvanlarının soyu devam edecek. Bunu şimdi durdurabilirsin” demiş. “Nasıl durdururum ben cahil bir çobanım, elimden bir şey gelmez.” demiş. Kız da sen tüm hayvanları çok seviyorsun, bu sevgini başka insanlara anlatırsan, onlarda senin gibi severler ve dünyaya zarar verecek insanları şehre almazlar.” demiş. Kız bunu derdemez. Selahattin uykusundan irkilerek uyanmış. Köpekler onu görmemiş de Selahattin kendine gelmiş.

Selahattin gördüklerinden ve duyduklarından öyle çok etkilenmiş ki aman canım bu bir rüya deyip, geçememiş. Sürü merada otlarken o da köye gidince kimden yardım alırım diye düşünüp durmuş. Kim aklına gelse ona anlattıklarına inanmayıp onunla dalga geçecekleri belliymiş. Sonra muhtarın büyük kızını hatırlamış. Okulda okurken babasının başını fabrikalar açılmasın diye eylem yapıp az belaya sokmamış. Süreyya kendini de çok severmiş. Bugünlerde de anasını babasını görmeye köye gelmiş. Onun için sürüyü ahıra götürünce hemen onun yanına gidip anlatmayı düşünmüş. Bu çözümü bulunca artık rahatlamış. Gidip sürüsüyle oyun oynamaya başlamış.

Güneş tepenin üzerine doğru alçalmış, sürüyü toplamanın zamanıymış. Önce sürüyü dereye götürmüş. Rüyasındaki gördüğü dere gibi olmadığı için şükretmiş. Sürüden yukarıya çıkıp, pırıl pırıl dereden o da su içmiş. Buzağılar, danalar, inekler, tosunlar, köpekler suyu kana kana içtikten sonra hepsini toplamış köyün yolunu tutmuş. Yürürken Sarıca’nın yanına da gitmiş. Sarıca’nın rüyayı hatırlayıp hatırlamadığını merak edip, Sarıca’ya “bugün güzel otlar buldun mu?” diye sormuş. Sarıca’da “Bulmam mı, sen hep bizi en iyi meraya getiriyosun.” diye memnuniyetini dile getirmiş. Sarıca’nın rüyayı unutmasına sevinmiş. ‘Sonunda insanların açtığı belayı bir inek niye taşısın’ diye düşünmüş.

Köye gittikten sonra Selahattin hemen muhtarın evine gitmiş. Muhtara “Muhtar emmi Süreyya ile sohbet etmeye izin var mıdır?” diyerek bahçedeki muhtarı selamlamış. Muhtar da gülerek “Hayırdır Selahattin gene Süreyya’ya ineklerimi anlatacaksın” demiş. Selahattin “Geçen haberlerde duydum ineklerin süt verimini arttıran yeni yemler çıkacakmış, şehirdeki yem fabrikasından. Bu gerçek mi diye soracaktım.” demiş. Muhtarın kızı şehirde gazetecilik yapıyormuş. Selahattin bunu söyleyince o da gururlanıp, “Tabi ya doğru düşünmüşsün. Bunu Süreyya bilmeyecek de kim bilecek.” demiş. Sonra da Süreyya’ya seslenmiş. Süreyya gelince de “Ben kahvede akşam toplantı olacak dediydim. Ben gitmezsem ayıp olur, şimdi ben kahveye gideyim. Sen de Süreyya ile konuşman bitince gelirsin.” demiş. Selahattin de “Tabi gelirim muhtar emmi.” demiş.

Süreyya gelince, Selahattin bugün başından geçenleri bir bir anlatmış. Sonra da “Bu fabrikaların kurulmasını engelleyecek bir kişi varsa bizim köyde o da sensin.” demiş. Süreyya da “Selahattin abi gördüğün şey ne kadar rüya olsa da üç tane yeni fabrika kurulması için sahipleri şehre gidip, geliyorlar. Bu haberleri bir aydan beri kovalamaya çalışıyoruz. Belediyeden de kimse bizimle konuşmuyor. Demek ki gördüklerin doğru. Ben iki gün sonra şehre döneceğim. Bu işin peşini bırakmayacağım. Merak etme ne köyümüzü ne de hayvanlarımızı bu insanlara teslim etmeyeceğim.” demiş.

Bu konuşmadan sonra günler günleri, haftalar haftaları, aylar ayları kovalamış. Çoban Selahattin tam umudunu yitirmişken, otlak da sürüsünü otlatırken bakmış hiç tanımadığı bir araba kendine doğru yaklaşıyor. Gelen arabadan habercilerle birlikte Süreyya da inmiş. Süreyya “Selahattin abi bu gazeteciler büyük şehirden geldiler. Senle konuştuğumuzdan beri ben hiç durmadım. O fabrikanın yapacaklarını öğrendim. Rüyanda gördüğün felaketi bizim başımıza getirecekler. Sen şimdi bu adamlara bana anlattığın her şeyi anlat.” demiş. Çoban Selahattin’de “Emin misin Süreyya?” demiş. Süreyya “Evet” demiş. O evet deyince Selahattin de “iyi madem” demiş. Selahattin Sarıca ile olan konuşması haricindeki her şey ağlayarak habercilere anlatmış. Hayvanlarını çocukları gibi sevdiğini onlara göstermiş. Elemini kederini, aylardır üzerinde duran tüm yükü anlatmış habercilere. Haberciler her şeyi videoya çekmişler.

İki gün sonra Selahattin ülkenin en çok izlenen televizyonunda haberlere çıkmış. Televizyon haberinden sonra şehirde yaşamayan birçok insan fabrikanın açılmasını engellemek için gelmişler. Aylarca orada eylem yapmışlar. Bu eylemlerinde kimse kimseye zarar vermemiş. Köylüsü, şehirlisi, birbirini tanıyan tanımayan her insan tek yürek olmuş. Bu kadar güçlü atan yürek karşısında şehrin valisi bu tesislerin açılmasına izin vermemiş. Oraya gelen her fabrika teklifini de kendi şehri ve etraflarındaki köylere zarar vermeyecekse onaylamış. Diğerlerinin hepsini reddetmiş. Bu valinin aldığı karara ondan sonra gelen valilerde uymuşlar.

Bu süreçte Sarıca çok yaşlanmış. Artık ölüm zamanı yaklaşmış. Çoban Selahattin yanına gitmiş “Sarıca sen köyümüzü kurtardın biliyor musun?” demiş. Sarıca da ‘yaşlılıktan herhalde yanlış anladım’ diye düşünmüş. Selahattin’e bakıp, “Ne dedin?” demiş. Selahattin yıllardır içinde tuttuğu Sarıca’nın rüyasından sonra kendi rüyasında gördüklerinin hepsini bir bir hem Sarıca’ya hem de ahırdaki tüm hayvanlara anlatmış. Bu sevinç dolu hikâye karşısında hepsi mutluluktan ağlamış. Sarıca’yı ve onun yavrularını tüm sürü kahraman ilan etmiş.

Gökten üç elma düşmüş. Biri Sarıca’nın başına, diğeri Çoban Selahattin’in başına, öbürü de dünyaya sahip çıkan yüreği güzel tüm insanların başına.

Start typing and press Enter to search

Skip to content