MAHALLENİN NEŞESİ AFACAN VEYSELİ

Print Friendly, PDF & Email

Deniz kıyısında topladım çakıl,

Dediler var mı sende akıl?

Çakılları üst üste koyarak

Yaptırdım yüz katlı bir konak.

Serçe usta oldu karga mimar

Karıncalar taş taşıdı apar topar,

Bir gün yel üfürdü,

Bir damla su konağı yıktı götürdü.

Kaldım açıkta,

Çadır kurdum taşlıkta.

Geldi bir derviş,

Sordu: Bu ne iş?

Verdi sapsız bir tava,

İçine doldurdum hava.

Ocağı yaktım şişirdim,

Havayı kızarttım pişirdim.

Sabahleyin kalktım ezanla,

Pilav pişirdim kazanla.

Çağırdım konu komşu,

Önlerine koydum kazan kazan turşu.

Geldi bizim tekir kedi,

Bulaşıkları yaladı temizledi.

Bir horoz yumurta yaptı,

Onu da sinek kaptı.

Ben de oturdum düşündüm, cebimden masal üşürdüm. Masalı da kör berber kaptı, durmadan herkese anlattı. Evlerin kat kat değil yan yana olduğu vakitte, dostlukların pamuk ipliğine bağlı olmadığı dönemde, Veysel adında bir çocuk yaşarmış. Bakkal Dursun emminin camını kırar, Mahalledeki Ayşe Teyze’nin tavuklarını kovalar, top oynayan çocukların toplarını patlatır, komşuları canından bezdirirmiş. Veysel’in ailesine gün aşırı şikâyetler ulaşır, annesi nasihatler dizer, babası diller dökermiş ama Veysel bildiğini okumaya devam edermiş.

Günlerden bir gün mahalleye yaşlı bir dede taşınmış, isminin Recep olduğu söylenilen bu dede, canlı ve cansızlara karşı merhametiyle herkes tarafından övgüyle bahsedilir hâle gelmiş. Recep dede elinde sepeti alışverişten gelirken, Veysel’le karşılaşmış. Veysel’e dönerek, “Evladım, alışveriş çantamın bir ucundan tutarak bana yardım etmek ister misin, hem de evimin önüne kadar seninle sohbet ederiz.” Veysel şaşkın vaziyette, “Tabii ki efendim.” diye terbiyeli manada yanıt vermiş. Dede; “İsmin Veysel değil mi? Mahallemizin meşhur afacanı.” Veysel; boynunu bükerek, biraz da suçlu bir vaziyette; “Mahalleli büyüklerimi üzüyorum ama isteyerek olmuyor diyerek dudak bükmüş.” Recep Dede gülerek, Veysel’e “Mahallemizin meşhur çınar ağacının altında oturalım mı? Hem dinlenmiş oluruz hem de senin gibi güzel ismi olan çocukla dertleşiriz.” Veysel; güzel isim mi? Ben ismimi hiç beğenmiyorum. Ailem dedemin ismini koymuş, arkadaşlarım benim ismimle alay ediyor.” demiş. Recep dede; birisiyle dalga geçmek ismiyle ve fiziksel özellikleriyle hoşlanmayacağı biçimde konuşmak hoş olmayan bir davranış. Çocukken benim adımla da alay ederlerdi. “recep recep, üzüm getir cep cep, ben yiyeyim sen bak” diye tekerleme bile söylerlerdi” cümlesiyle Veysel’i kahkaha attırmış. “Hem de sen Veysel Karani Hazretlerini bilir misin” diye sormuş. Veysel’in bilmem anlamında kafa sallaması üzerine çınar ağacının altında anlatmaya başlamış.

Veysel Karani Hazretleri küçücük bir çocukken annesinin sözünden hiç çıkmaz, o ne derse dediğini ikiletmeden, tamam anneciğim der hizmetine koşarmış. Veysel söze karışmış. Karani soy ismi miymiş? Recep dede gülerek; seni gidi sabırsız. Karen ülkemizin uzağında Yemen denen bir ülkenin yerleşim yeri. Veysel aile geçimine katkı sağlamak için, halkın develerine çobanlık yapar, hayvanlara karşı kötü davranmaz, onlara şefkatle muamele edermiş. Hasta ziyaretine çok önem verir, ona ikram edilen yiyeceklerin birazını da yaşlı ve hastalarla paylaşırmış. Zaman ilerlemiş, Veysel’in kulağına bir haber çalınmış. “Mekke ilinde Muhammed adında birisi son din olduğunu iddia ettiği İslamiyet’i anlatıyor, kendisinin de peygamber olduğunu söylüyor denilmiş.” Veysel heyecanlanmış, içi içine sığmamış. Bu haberi bekliyormuş. “Ben de görmeliyim, o insanla tanışmalıyım diye söylenmiş. Ama nasıl olacak, Veysel’in babası ölmüş, annesi de yaşlanmış. “Hizmetini kim görecek annemin” diye iç geçirmiş. Peygamber Efendimizle muhabbet etme arzusu kalbine geldikçe hüzünleniyor, “Annemden izin alıp bir gün gidip, akşam olmadan gelsem” diye arkadaşlarıyla dertleşiyormuş. Çok sevdiği dostu ve hanımı annesini yalnız bırakmayacaklarını üzülmemesi gerektiğini Veysel’e ifade edince, biraz sevinmiş ve annesinin yanına koşmuş. “Anneciğim, ben Peygamber Efendimizi görmek istiyorum, seninle arkadaşlarım ilgilenecek, ne olur Muhammed’e gideyim” diyerekten izin istemiş. Annesi Veysel’i çok seviyormuş. Birdenbire ağlamaklı ifadeyle; “Hazreti Muhammed’i çok görmek istediğini biliyorum. Her gün bana onu anlatıyorsun, ama ben seni çok özlerim, bir şartım var; hemencecik yola çık, fakat Peygamberi evde bulamazsan bekleme yanıma tekrar gerisin geri dön.” diye ricasını belirtmiş. Veysel sevinçle bu denilenleri kabul etmiş. Hemen yola koyulmuş. Az gitmiş uz gitmiş. Peygamberimizin evine varmış. Kapıyı çalmış. Bir de bakmış ki Hazreti Muhammed evde yok. Peygamberimizin hanımı Hazreti Ayşe Veysel’in selamını eve döndüklerinde kendilerine ileteceğini bildirmiş. Veysel annesine verdiği sözü tutmak için gerisin geri Karen’e dönmüş. Annesine kavuşmuş. Eve dönen Peygamberimiz Veysel’in geldiğini hanımından öğrenmiş. O da Veysel’i görmeyi arzuluyormuş. Zaman geçmiş, Peygamber efendimiz de Veysel’i hiç unutmamış. Çok sevdiği dostları Ebubekir ve Ömer’le ona hediye olarak giydiği hırkasını göndermiş. Veysel hayvanlarını otlatırken iki yabancının kendisine doğru geldiğini görünce çok şaşırmış. Onlarla uzun uzun sohbet edip tanışmış. Aldığı hediye Veysel’i öyle mutlu etmiş ki, annesinin sözünden çıkmamasının, onu çok sevmesinin mükâfatına kavuşmuş.”

Recep dedeyi pürdikkat dinleyen Veysel, annesine verdiği sözleri hatırlamamasını, mahalleli amcalarını üzdüğünü anımsamış. “Bir daha annemi üzmeyeceğim Recep dede mahalleliden de özü rdileyeceğim” diye pişmanlığını ifade etmiş. Artık ismini çok seviyormuş. Mahallenin sembolü olan çınar ağacının altından kalkıp, Recep dedenin eşyalarını evin önüne kadar getirmişler. Recep dedeyle dost olmuşlar, Veysel artık hiç kimseyi üzmeyecek, Recep dede ise ona sürekli masallar anlatacakmış.

Gökten üç elma düşmüş. Birisi; güzel gönüllü Recep dedelerin ve iyiliksever yaşlılarımızın kafasına, birisi bu masalı dinleyen siz okuyucuların kafasına, birisi de masalı yazanın kafasına düşmüş.

Start typing and press Enter to search

Skip to content