TÜCCAR HADİÇOKÇOK

Print Friendly, PDF & Email

Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde şu mahallenin yumurcakları haşarı mı haşarı; bir fiske vurdular enseme, gözlerim fırladı dışarı! Bu öfke ile minarenin birini cebime soktum, borudur diye! Kubbelerini desen cebime koydum, darıdır diye! Abdurrahman Çelebi de bir çifte attı, geri dur diye! Ama velâkin, ben de tuttum kuyruğundan, ileri diye! O gitti, ben gittim… Az gittim, uz gittim… Dere tepe düz gittim… Çayır çemen geçerek, lâle sümbül biçerek; soğuk sular içerek, altı ayla bir güz gittim. Gele gele geldim bir masalın başına…

Eski zamanlarda ülkenin birinde bir tüccar varmış. Birkaç develik küçük kervanıyla ticaret yapar, kazancının büyük bir kısmını da fakire fukaraya dağıtırmış. Çok cömert bir insanmış yani. Fakirlere yiyecek dağıtırken “Daha çok var, alabilirsiniz.” anlamında hep “hadi çok çok !” dediği için adı “Hadiçokçok” kalmış.

Bir gün yine kervanıyla yollara düşmüş Tüccar Hadiçokçok. Develerine İpek yazmaları, boyalı yemenileri, basma fistanları ve en kaliteli kumaşları yüklemiş; düşmüş yollara. Az gitmiş, uz gitmiş; altı ay bir güz gitmiş. Yokuşlarda soluklanaraktan, inişlerde sallanaraktan yola revan olurken bir dağ yamacında fırtınaya yakalanmışlar. Öyle bir fırtına ki göz gözü görmez, kimse kimseyi duymaz olmuş. O kargaşada kervan dağılmış. Fırtına durduktan sonra tüccar adamlarını ne kadar aradıysa da kimseyi bulamamış. Tüm kervan sırra kadem basmış, sanki yok olmuşlar. Tüccar çaresizce bakınırken ağaçların arasında devesini görmüş. Koşmuş peşine. Tüccar koşunca deve de koşuyor, durunca deve de duruyormuş. Neyse, epey böyle koşturduktan sonra deve bir mağaraya girmiş. Tüccar, yakaladım diye sevinçle tam yularından tutacağı an, deve iki ayağı üzerine kalkmış. Deveye bir haller olmuş. Eciş olmuş, bücüş olmuş, kafası yamulmuş, gözü pörtlemiş, toz olmuş duman olmuş. Hop! Deve bir anda dev olmuş. Bir dudağı yerde, bir dudağı gökte, büyük burunlu, kocama gözlü bir dev. Mağaranın girişi de bir anda yok olmuş. Bre densüz, diye gürlemiş dev.

“Kafdağı’na izinsiz, destursuz girdin Ey âdemoğlu. Şimdi sana ne edeyim? Yahni yapsam karnım toktur, kâhya yapsam bende çoktur. Şimdiye dek buradan sağ çıkan âdemoğlu da yoktur. Ben sana ne edeyim?” diye düşünürken, taşınırken biraz da kaşınırken tüccara ismini sormuş.

Tüccar “Adım Kerim’dir, ama ahali bana Hadiçokçok der, demiş. Devin sorması üzerine lakabının hikayesini anlatmış. Devler doğruyu, yalanı hemen anlarlarmış. Dev, tüccarın anlattıklarından etkilenmiş. “Ey âdemoğlu, biz devler azı sevmeyiz, çoku severiz. Eee, senin adında “Hadiçokçok”. Namını ve hikayeni sevdim, canını bağışladım.” demiş.

Mağaranın bir tarafında iki kapı peydah olmuş. Dev “Ey âdemoğlu, bu kapılardan biri zenginlik, biri fakirlik kapısıdır. Hangisinden geçersen geç, yedi yıl sonra yine karşılaşacağız. Hadi, fikrimi değiştirmeden var git yoluna.” demiş.

Tüccar, elleri titreyerek sağdaki kapıyı açmış ve dışarı bir adım atmış. Fırtınanın çıktığı yerde, bir ağaç dibinde uykudan uyanıp gözlerini açmış. Meğerse kervandakiler de uykudaymış. Herkesi uyandırmış, olanları anlatmış. Ama hiçbirinin ne fırtınadan ne devden haberi yokmuş. Rüyayı hayra yorup yola revan olmuşlar. Az gitmişler, uz gitmişler; dağları, tepeleri düz gitmişler. Yol boyu müşküller kolay olmuş, uzaklar yakın olmuş. Her işleri rast gitmiş. Az vakitte çok yol alıp Maçin’e ulaşmışlar. Meğerse o günlerde Maçin’e kumaş taşıyan kervanlar eşkıyalarca soyulmuş. Terzilerde kumaş, dükkanlarda libas, fistan kalmamış. Bu sayede Tüccar mallarını kısa sürede satmış. Çok büyük kazançlar elde etmiş. Oradan aldığı yeni mallarla memleketine dönmüş. Yine çok iyi kazançlar elde etmiş. Yüzlerce devesi, onlarca bezirgânı varmış artık. Envai çeşit malları yedi iklime, üç kıtaya satarmış. Saray gibi malikanelerde, köşklerde yaşar; servetini kendi dahi tam bilmezmiş. Fakat fakirlere yardım etmeye devam etmiş. Zenginleştikçe daha çok dağıtmış. Yedi cihanda “Hadiçokçok” namıyla tanınır, dua alırmış.

Gel zaman git zaman yedi yıl tamam olmuş. Tüccar Hadiçokçok büyük bir kervanla yine yollara düşmüş. Dağları tepeleri aşmış ama yollarını karıştırıp uçsuz bucaksız bir çöle gelmişler. Bu çölü ve yolları iyi bildiğini söyleyen bezirgânbaşını dinleyip çöle girmişler. Fakat akşamleyin kum fırtınası çıkmış. Öyle bir fırtına ki göz gözü görmez, kimse kimseyi duymaz olmuş. O kargaşada kervan yine dağılmış. Fırtına durduktan sonra tüccar adam ne kadar aradıysa da kimseyi bulamamış. Yine tüm kervan sırra kadem basmış, sanki yok olmuş. Tüccar mağarayı ve devin söylediklerini düşünürken birden kuma batmaya başlamış. Çöl, Tüccarı içine çekmiş. Çığlık dahi atamadan kendini bir mağarada devin karşısında bulmuş. Dev gülümseyerek “ Ey âdemoğlu, ben dememiş miydim? Yine elime düştün. Hadi durma! Önüne çıkan kapıyı aç, eşikten atla ve yaşa, durma!” demiş. Devin kaybolmasıyla mağara çatırdamaya, çökmeye, kumlar dökülmeye başlamış. Tüccar zar zor kapıya ulaşmış, son bir gayretle kapıyı açıp kendini dışarı atmış.

Gözlerini açtığında çöldeymiş. Kervandan hiçbir iz yokmuş. Ne kadar aradıysa da hiçbir şey bulamamış. Güç bela çölden çıkmış, memleketine dönmüş. Fakat hiçbir işi rast gitmiyormuş. Her ne iş yaptıysa tutmamış, hep zarar etmiş. Bir zaman sonra da tüm malını mülkünü kaybetmiş.

Artık fakir bir insanmış. İş aramış, kimse iş vermemiş. Bir lokmaya muhtaç, sokaklarda aç gezdiğinden sağlığı bozulmuş. Tanıdığı eş, dost, akrabalardan yardım görmediği gibi daha önce yardım edip elinden tuttuğu insanlardan da vefasızlık görmüş. Yine kendi gibi yoksul insanlardan yardım görmüş. Bir gün yine perişan perişan sokaklarda dilencilik yaparak gezerken yorulmuş, köprünün taşına oturmuş. Irmağı izlerken tüm hayatı gözlerinin önüne gelmiş. Duygulanmış, başına gelenlere hayıflanıp ağlamaya başlamış. Gözyaşları şapır şapır ırmağa damlıyormuş.

Irmağın içinden bir el uzanmış, saniyeler içinde Tüccar’ı ırmağın içine çekmiş. Tüccar kendini yine bir mağarada bulmuş. Yine karşısında o dev. “ Ey ademoğlu, varlıkla da yoklukla da sınandın. Varlıkta şükrettin, malını fakirlerle paylaştın; yoklukta isyan etmedin, çalıp çırpmadın. Zaman yel gibi esti geçti, yaşlandın. Bu sihirli kaşığı hak ettin. Al bu tahta kaşığı, fakirlere yardım etmeye devam et. Kaşıkla kazanın içinde daire çizerken ‘Hadiçokçok, Hadiçokçok, kebap gelsin Hadiçokçok’ diye üç defa söylersen istediğin şeylerle kazan dolar, afiyetle yersiniz.” demiş.

Yine dev saniyeler içinde Tüccar’ı köprüye bırakmış. Elinde tahta kaşık, ihtiyar Tüccar yoksul dostlarının yanına gitmiş. Olanları anlatmış, inanmamışlar tabi. Karınları da her zamanki gibi açmış. Kazanın içinde kaşığı gezdirirken hep beraber üç defa “ Hadiçokçok, Hadiçokçok, kebap gelsin Hadiçokçok “ demişler. Bir de bakmışlar ki kazanın içi kebapla dolu. Çok sevinmişler, afiyetle yemişler. Ellerindekini paylaşmaya devam etmişler. Gökten üç elma düşmüş. Biri anlatanın, biri dinleyenlerin biri de tüm cömert insanların başına.

Start typing and press Enter to search

Skip to content