Ağlatan Masallar

Print Friendly, PDF & Email

Yazarın Kendi Sesinden Dinle

Orta yaş üzerinde olanlar bilirler, bir dönem televizyonda haftada bir gün Türk filmi yayınlanırdı; genellikle hüzünlü olanları ilgi görürdü, onlara ağlatan film denirdi. En çok ağlatanı en makbul olanı idi. Büyük bir ilgiyle beklenir ve izlenirdi; konu komşu toplaşıp ağlama etkinliği tadında izlerdi.

Şimdilerde gülümseyerek hatırlıyorum o günleri, aynı zamanda da o zamanlar idrak edemediğim bu ilginin nedenini anlamaya başlıyorum. İnsanlar neden ağlamak istesinler ki? Neden onları ağlatan filmleri sevsinler? Oysaki mutlu olmaya, neşeli olmaya, şen ve esen olmaya çabalıyoruz sürekli. Hüzünlenmek ve ağlamak kolay ama neşeli ve mutlu olmak zordur diye düşünürüz. Öyle midir gerçekten?

Peki ya mutluluğumuza, neşemize ve canlılığımıza giden yol ağlamaktan geçiyorsa? Kendi kendimize oturup ağlayalım o zaman…

Söylemek ne kadar kolay olursa olsun, durup dururken ağlamak, ağlayabilmek zordur. Göründüğü kadar kolay değildir. Bizi ağlatan bir neden olmalıdır. Boşu boşuna ağlanır mı? Boşu boşuna ağlamak işe yarar mı?

Neden ağladığımız önemlidir, neye ağladığımız önemlidir, neye ağladığımızı bilmek ve fark etmek önemlidir.

Bu nedenle ağlatan filmler önemlidir, izleyenler neye ağladıklarını bilirler, kendi yaşanmışlıkları ile özdeşleştirirler.

Psikolojide yineleme zorlantısı diye bir kavram vardır. Yaşamamıza olumsuz yönde etki eden ve çözümleyemediğimiz olayların, yaşanmışlıklarımızın benzerlerini yineleme eğilimindeyizdir. Yani aynı hatayı tekrar tekrar yaparız. Bir nevi hatayı tekrarlayarak bir daha ki seferde çözümü bulabilme ve çözümleme yaklaşımıdır. Bunu bilinçsizce yaparız. Bizi üzen ve ağlatan filmler de bir nevi simülatif yineleme zorlantısı deneyimidir.

Peki üzerimizde travmatik etki yaratan yaşanmışlıklarımız çok eskilere dayanıyorsa, hatta çocukluğumuza uzanıyorsa ve alt bilince itilip unutulmuş, ulaşılamaz bir hapishaneye hapsedilmişlerse ne olur? Yaşamımıza etki etmeye devam ederler hem de bildiğimizden ve beklediğimizden çok yoğun bir şekilde ve sıklıkta. Yineleme zorlantısı tüm yaşamımızda tekerrür etmeye başlayabilir. Aynı hataları tekrarlayabiliriz, canlılığımızı ve neşemizi kaybedebiliriz, gündelik yaşamımıza devam edebilsek de duygusal anlamda uyurgezer bir şekilde yaşıyor olabiliriz.

Lafı biraz uzattım ama işte ağlatan masallar burada devreye girerler. Çoğumuz artık biliyoruz ki masallar psikolojik arkaik metinlerdir ve simgesel bir dille alt bilince ulaşırlar. Dinlediğiniz veya okuduğunuz bir masal sizi hüzünlendiriyorsa, gözleriniz nemleniyorsa o sizin masalınızdır. Ona kıymet verin, kulak verin derim. Ağladığınız zaman size acı veren bir süreç yaşamış olabilirsiniz; bazen kökleri daha derinde, daha eskide, görünmeyenin içinde gizli olabilir. Bizi acıtan süreçlere sahip çıkabilirsek geçmişte iyileşmeden kalan yaralarımıza ulaşan duygu geçitleri açabiliriz.

Geçmişi değiştiremeyiz tabii ki. Yaşananları silemeyiz. Ama bugün hala üzerimizde devam eden etkilerini fark edebiliriz ve yaşamımızın kontrolünü ele almaya başlayabiliriz. Duygusal uyurgezerliğimizden kurtulup yaşama uyanabiliriz. Doğuştan hakkımız olan neşemizi ve canlılığımıza kavuşabiliriz.

Herkesin ağlatan masalları farklı olabilir o nedenle masal isimleri tavsiye etmek istemiyorum ama anlattıklarımı örneklendirmek adına minik bir masal uydurarak yazımı kapatmak istiyorum.

TAVŞAN VE DAĞ

Kendisini çok yalnız hisseden bir tavşan varmış. Bu tavşan görkemli bir dağın eteklerinde yaşarmış. Tavşan dağa hayranmış, çok seviyormuş ve aşıkmış. Dağın bulutlara kadar uzanan karlı zirveleri, kayalarının arasından akan suları, toprağında yetişen bitkiler, ağaçlar, meyveler tavşanın başını döndürüyor, ayaklarını yerden kesiyormuş. Dağın toprağında hayat bulan bitkiler, ağaçlar ve ağaçlarda yetişen meyveler, bunlar sayesinde yaşamını sürdüren böcekler, kuşlar diğer hayvanlar… hepsi tavşan için inanılmaz güzellikteymiş ve büyüleyiciymiş.

Dağa olan tutkulu aşkını, hayranlığını karşılık görme arzusuyla defalarca, günlerce, haftalarca, aylarca dile getirmiş, itiraf etmiş. Tavşanın itiraflari her seferinde cevapsız kalmış ve en sonunda tavşan dağa küsmüş. Tavşan aşkına karşılık alamasa da, dağdan en azından küskünlüğü için bir tepki bir cevap beklemeye devam etmiş. Ama yine sessizlik…

Bu durum daha da zoruna gitmiş tavşanın; bari küskünlüğümü umursasaydı, en azından varlığımın farkında olduğunu hissederdim diye düşünmüş. Dağ tarafından görülmediğini, duyulmadığını, fark edilmediğini, umursanmadığını anladığında hıçkırıklarla ağlamaya başlamış.

Bu duruma şahit olan, bilge baykuş hariç dağda yaşayan diğer tüm hayvanlar kendi aralarında tavşanın haline gülmüşler. Tavşanın yaşadıklarını birbirlerine tekrar tekrar anlatıp; “Tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış”demişler…

Kendisiyle dalga geçildiğini öğrenen tavşan çok üzülmüş, kederlenmiş, kahrolmuş ve utanmış. Kendisini çok çaresiz hissederek derdini anlatabilmek için bilge baykuşa gitmiş; “Kendimi çok gülünç hissediyorum, duygularımı dağa anlatmaya çalışırken sanki aylarca bir duvara konuşmuşum ve duvarın bana yanıt vermesini beklemişim, aynen akılsız bir çocukmuşum gibi davrandım” demiş.

Bilge baykuş tavşana şöyle bir cevap vermiş; “Kendine yakınlık bulamadığı için, kendine yakın birini bulamadığı için derdini bir duvara anlatmaya çalışan bir çocuk görseydin bunu gülünç bulur muydun?”

Öyleyse ağlayınız efendim. ağlayabildiğiniz ölçüde anlayabilirsiniz

Start typing and press Enter to search

Skip to content