Emeğin Hakkı

Print Friendly, PDF & Email

Bir varmış bir yokmuş. Akıllı ve deli kullar çokmuş ama bizlerden delisi hiç yokmuş. O zamanlar bir şey için çok demesi iyi değilmiş. Azdan çoktan, kavga çıkarmış yoktan. Bir giysi yaptırırlarmış çerden çöpten; ilikleri karpuz çekirdeğinden, düğmeleri yemişten. Deve tellâlken, sinek berberken, at ekmekçi, pire dülgerken, anam eşikte babam beşikteyken, ben anam ağlar anamı sallar, babam ağlar babamı sallarken, babam düşüvermesin mi beşikten. Atladım eşikten. Kaçtım tutulamadım, beni aldı bir yıldız, sakladı yücelere, indim aşağı bir sepetle. Baktım bir yabancı kapımızı çalıyor, vardım yanına, sordum, dedi bana: “Neredesin be adam?” “Ben adam mıyım, a dayı?” Derken, adam çıkardı ağzındaki baklayı, atlattı bana taklayı. Dedim masal masal maniki, yıldız saydım on iki. On ikinin yarısı, komşunun on kovan arısı. Arılar vızladı gitti, yüreğim sızladı gitti, bu tekerleme de burada bitti. Bir varmış bir yokmuş, evrenin çok çok ülkelerinin birinde, bir damın altındaki küçük bir odada yaşlı mı yaşlı, bağırcığı taşlı mı taşlı bir ninecik yaşarmış. Bu ninenin birlikte yaşadığı sırma saçlı, güzeller güzeli bir de torunu varmış. Adı Gülnaz’mış ama köyde ona Sırma derlermiş. Gülnaz, annesi ve babası öldükten sonra ninesiyle yaşamaya başlamış. Yaşlı ninesine bakabilmek için oyalar, nakışlar, danteller işleyip satarmış. Günlerden bir gün her zaman yaptığı gibi çeyizlik nakışlarını toplayıp genç kızlara satış yapmak için köy meydanına inmiş. İnmiş ya, bir de ne görsün tam köyün meydanında koskocaman bir dükkan! Sergilenen nakışların alı al, moru mor. Renk renk vitrinlerde poz kesiyormuş. Genç kız gözlerine inanamamış. Şimdi çeyiz dizenler nakışlarını bu dükkandan alırsa, Gülnaz kime satacakmış. Satamazsa ninesinin ilaçlarını nasıl alacakmış. Nakışlarla dolu bohçası kucağında öylece kalmış. Gözleri dolmuş, ağlamaya başlamış. Tam o esnada omzuna bir el dokunmuş.

-Sırma Kız, ne diye ağlarsın?

-Ağlamayayım da ne yapayım Rüstem Emmi, nakışlarımı artık kim alır? Bu dükkânda hem renk renk el işlemesi, hem makine işlemesi var. Bu makine işlemesi de köyde pek moda. Ninemin tedavisi bunları satmama bağlı, ben nasıl ağlamayım?

-Hele dur bakalım. Her şerde bir hayır vardır. Sen bu dükkâna girip baktın mı?

-Hayır. Ne deyip bakacağım ki?

-Gel birlikte bakalım.

Birlikte yürümüşler yeni açılan dükkanın kapısına.

“Hayırlı işler, bol kazançlar Efendi!” demiş Rüstem Emmi içeri girince.

-Hoş geldiniz efendim, teşekkür ederiz. Buyurun içeriye.

Sırma Kızın gözleri hüzünle yere eğik, ayağındaki naylon ayakkabılarının burnunu seyreyliyormuş. Dükkândaki renk renk oyalar, desen desen nakışlar duyulmayan bir lisânda ‘Hoş geldin’ diyormuş Sırma kıza, ama o ve diğerleri bunu duymuyormuş. Rüstem Emmi başlamış tezgâhta duran adamla hasbihâl etmeye. Evvelâ bu yabancı adamı tanımalıymış. Neden buraya gelmiş, niçin dükkan açmış öğrenmeliymiş. Onlar sohbetlerini ededursun, biz Gülnaz’a bakalım yeniden. Bir ara sıkılınca ayakkabısının burnundan yukarı doğru gözlerini kaldırdı. Olamaz, bir de ne görsün! Daha geçen ay köyden bir kızın çeyizi için çok beğenip beş tane sipariş ettiği seccâdeler öylece serili duruyormuş duvarda boydan boya. Onları görünce etrafa iyice göz gezdirmeye başlamış genç kız. İşte, daha bir kaç gün önce yine başka bir kız için işlediği etaminler, havlular, çarşaf takımları! Satıcı adamın dikkatinden kaçmamış genç kızın ilgi ile bakınması. Rüstem Emmi ile olan sohbetini bölüp hemen kıza seslenmiş:

-Çok beğendiysen çıkarayım da yakından bak. Piyasada bunlardan daha iyi işlenenini bulamazsın. Benzeri bile yok!

-Dayı siz bunları kimden aldınız?

-Bu köyde Zümre adında bir kadından alırım, artık düzenli olarak işleyecek bize. Fiyatta anlaşamadık, çok pahalı satıyor. Biraz daha uygun verse, biz de sizlere ucuza mal satmak isteriz ama…

-Ne kadara satıyorsunuz şimdi?

-Bu seccâdenin birini on liraya satıyorum.

-Ne! On lira mı?

-Çok mu pahalı geldi sana?

-Şey, size bir şey söyleyeceğim. Ama evvelâ seccâdelere, etamine, havlulara yakından bakmalıyım. Onları bana verebilir misiniz?

-Tabii, al bakalım.

İyice inceledi Gülnaz. Evet, yanılma payı yoktu. Bunlar genç kızın gecelerce ninesinin tedavisini karşılayabilmek için uykusuz gözlerle işlediği nakış ve oyalardı. Üstelik örneklerini de kendi hayâlinden tasarlıyordu. Başka bir örneği daha yoktu hiç birinin.

-Dayı, bunlar benim nakışlarım. Köyden birinin çeyizi için lâzım dediler, onlara yapıp çok da uygun bir fiyattan satmıştım.

-Ama nasıl olur? “Kendim işliyorum, nakışları çok zor ve başka örneği de yok.” deyip indirim bile yapmadılar. Demek kandırdılar beni!

Araya giren Rüstem Emmi, ” Vay üç kağıtçılar vay. Görüyor musun şunları!” dedi. Gülnaz elindeki bohçasını koydu tezgâhın üzerine. Açtı bağlı ağzını.

-Bakın. İşte bunlar benim işlemelerim. Dikkatli bakarsanız göreceksiniz aynı elden, aynı gözden çıktığını. Benim yaşlı bir ninem var. Onun tedavisini yaptırabilmek için nakışlayıp satıyordum bunları. Köy meydanına da yeni siparişleri satmak için geldim. Sonra sizin dükkânınızı görünce bir daha kimse benden nakış almaz diye çok üzüldüm. Rüstem Emmi size selâm edip dükkâna bakmak isteyince yanınıza geldik. İşlemelerimi de tesâdüfen fark ettim.

-Bak sen şu işe…

Tam bu sırada kapı açıldı. İçeriye Zümre Kadın girdi. Elinde bohçasıyla Sırma Kızı görünce kalakaldı.

“Gel gel hoş geldin, biz de tam seni konuşuyorduk.” dedi dükkan sahibi. Karşılıklı bir sessizlikten sonra devam etti:

-Hele bir anlat bakalım, bu nakışları kimden alıyorsun?

-Ben ticaret yapıyorum. Kendim işliyorum dedim ama ticarette olur böyle şeyler efendi. Ben alıyorum, aldığımı size satıyorum ne var bunda?

-Hanım hanım! Sen bana bunları kendim nakışlıyorum. Bir örneği daha yok, size işlediklerimden başkasına işlemeyeceğim. İstediğim paraya anlaşırsak, hep sizinle çalışacağım demedin mi?

-Dedim ama işi kaçırmamak içindi. Küçücük köyde para kazanmak için iyi bir fırsattı. Değerlendirdim.

-Senin bu yaptığına yalancılık, sahtekârlık, adam kandırma denir. Hadi bakalım sana uğurlar ola. Bundan sonra seninle çalışmıyorum.

Zümre Kadın yalanının cezasını, işini kaybetmekle çekmiş. Bir hışımla dükkânın kapısını açıp, öfkeden alev alan gözleriyle dışarıya fırlamış.

-Sevgili kızım, bundan sonra benimle çalışmak ister misin? Seni Allah gönderdi benim yanıma. Hem benim aldanmamı, hem senin aldanmanı istememiş olmalı ki, senin benden ve benim de senden haberim yokken bir nakışınla kesişti yolumuz. İster misin birlikte büyütelim bu dükkânı, birlikte kazanalım?

-Elbette isterim, bu sâyede ninemin ilaçlarını alabilirim. Düzenli bir işim olur.

Rüstem Emmi heyecanla araya girdi:

-Hey gidi Sırma Kız, gördün ya her şerde nasıl da bir hayır var. Kapının önünde üzüntüden ıslanan gözlerin, şimdi sevinçten ıslanıyor.

-Evet Rüstem Emmi, teşekkür ederim. Sen olmasaydın, bunları öğrenemezdim.

Yüzler gülümsemiş. Dükkân sahibi dürüst bir genç ile çalışacağı için mutluymuş. Rüstem Emmi ağlarken gördüğü Sırma Kızın dükkâna girmesine sebep olduğu için mutluymuş. Gülnaz hepsinden daha mutluymuş! Çünkü bundan sonra ninesinin ilaçlarını alıp alamayacağını düşünmek zorunda kalmadan düzenli bir geliri olacakmış. Artık ne ilaçsızlık, ne parasızlık, ne de kandırılmak varmış. Türlü türlü nakışlar, renk renk oyalar, desen desen etaminler varmış. Sırma ermiş murâdına, ninesi çıkmış kerevetine.

Gönül Demircioğlu

gdemircioglu86@gmail.com

Start typing and press Enter to search

Skip to content