AŞK YOLUN KENDİSİDİR

Print Friendly, PDF & Email

Bugün masalda zamanı anlatmak istedim. Ama yüreğim aşk, aşk, aşk diye fısıldadı. Zamanı var bekle dedim. Aşkın zamanı olmaz dedi. Tutulamayan, kaybedince kıymeti bilinen iki olgu galiba aşk ve zaman. Kalp nasıl bir organdır öyle. Temas etmeden acır. Sağlıklıdır oysa gümbür gümbür pompalar kanı hem de her zamankinden daha fazla. Temizi kirliyi ayırt eder de aşık olacağı insanı ayırt edemez. Ne boy ne pos, ne akıl ne fikir, ne mal ne mülk göze gelmez. Aşk O BÜYÜK İMTİHANDIR!

Aşk için Deli Dumrul olası gelir insanın. Hani Azrail geldiğinde ne babası ki; Deli Dumrul doğduğunda dokuz deve kesmiştir, ne de dokuz ay karnında taşıyıp iki yıl ak sütüyle besleyen anası kıyamaz kendi canını.”Can tatlı oğul karşı yatan Kara Dağları iste vereyim ama canımı isteme benden.” derler. Oysa hellalliği Kara Dağları da , yaylaları da, develeri, şölenlik kuzuları da ,boylu poslu yiğitleri de istemez. “Bir can dediğin nedir ki ?” diyerek tatlı canını feda eder aşkı için. Deli Dumrul’un deliliği de ana ve babası tarafından sevilmek yerine mal ve mülkle büyütülmesindendir. Kim bilir sırf bu yüzden yiğitliğini, gücünü, erliğini ispatlamak, adını ,Rum’a, Şam’a duyurmak istemiştir. Dışarda aradığı kıymet duygusu gerçek sevgi olarak yanı başındadır oysa.

Şahmaran ya onun aşkı…O ki dünya üstündeki en bilge varlık. Dünya var olalı yaşamaya başlamış ve kimse dokunmazsa sonuna dek de yaşayabilirmiş. Olacakları da önceden bilirmiş. Cansab yılanlar şehrine gelip de bakınca gözlerinin içine o vakit tutulmuş ona. Hem de belden aşağısının yılan olmasına aldırmadan, insan yanıyla. Ya Cansab o da tutulmuş elbette tüm imkansızlığına rağmen. Aşk bu imkanları zorlar. Tutulan kalptir aklın hükmü geçmez orada. Bir kıvılcım düşer yüreğe yanar da yanar. Kavuşma geciktikçe alevler büyür. Aşk bir efsane olur yandıkça tatlanır tutku. Pervane misali ölümüne ister insan. Yanarken anlamaz da acısını köz olduğunda anlar kendindeki kaybı, değişimi ve gelişimi.

Şahmaranca sevmek ya da Şahmaran gibi bir aşkı yaşamak masallarda mıdır bilmem. Ama can tatlı, dünya güzel ondan vaz geçecek kadar sevmeye değer birini bulmak güç. Şahmaran aşkına rağmen, ötekinin iyiliği için onu bırakır.İhanetini ve ölümünün ondan olacağını bile bile. Sevmek en çok da kendinden vaz geçmekir belki de.

Adile Naşit ile Tarık Akan’ın bir filmi geldi aklıma. Tarık Akan’a ceza olsun diye Adile Naşit ile nişanlıyorlar. O sahne gözümün önünde. Tarık Akan boylu poslu civan delikanlı. Masalların mavi gözlü devi, yanında yarı belinde tombik yanaklı şen kahkahalarıyla Adile. Şimdi siz kime acıdınız ceza kime kesildi sanıyorsunuz bilmem ama sizi asla sevmeyecek birine tutulmak ne zor bir imtihan. Deve aşık olmuş bir Parmak Çocuk.Tıpkı zaman gibi güzellik de, mal da mülk de gelip geçici. Sizin ruhunuzu görmüş içinizdeki kişiyi sevmiş olana zaman ne yapsın.

Masalın birinde kuyuda bir dev vardır. Su için kuyuya inenlere bir soru sorar ve doğru cevabı bulamayan kimse elinden kurtulamaz. Devin karşısında bir taşın üstünde duran yeşil, üstü siyah benekli, gözleri pörtlek, yanakları şişik olan kurbağa mı güzel, yoksa periler padişahının ayın on dördü gibi ışık saçan kızı mı? Masalın kahramanı onca yol yürümüş , görmüş geçirmiş olmanın tecrübesiyle verir cevabı” Gönül kimi severse güzel odur.” der ve Devin elinden kurtulur çünkü Dev kurbağaya tutulmuştur bir kere. İşte aşk çok da anlaşılır olmasa da insana dair güçlü bir duygu. Ulaşılamadığında ise efsaneye dönüşen Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı misali ölümüne sevilen.

Masalların sonunda dinleyenler aşkı bulamaz belki ama düşlemek, iyi anlatılırsa hissetmek yaşamakla özdeştir. Bundandır aşk masallarının tekrar tekrar dinlenilmesi. Aşka olan susamışlıktan. Bilinmeyen yaşanmamış olana duyulan özlemden. Acının insana verdiği haz mı demeliyim bilmem. Çünkü yanar yanarsınız da içinden o ateşten çıkmayı istemezsiniz.Belki de ruhunuzdaki buz dağlarını öyle eritmek istersiniz.

Masallarda aşkı arayan dinleyici, anlatanın peşine düşer. Ruhsal bir yolculukta bilinmeyen yönlerini aydınlatır kıvrımları aralar kaçırdıkları ya da göremediklerini görür. Kendisi ve diğer insanlarla ilgili sezgilerini geliştirir. Önceki deneyimleri ile karşılaştırma yaparak öğrenir ve olgunlaşır. Ve anlar ki gerçek aşk önce kendinden sonra ötekinden uzaklaşmaktır. Unutmayalım ki öteki bizi bize gösterendir. Kendimizi bulmamızı sağlar. Mevlana ’ nın Şems’i gibi. Kendimizi bulmak için uğradığımız handır. AŞK ise Han değil YOLUN kendisidir. Son olarak aşkı bulamasak da aşk için yola çıkmaya değer.

Start typing and press Enter to search

Skip to content