BAK BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ ESKİ GÜNLERDE

Print Friendly, PDF & Email

Alice Harikalar Diyarı’nda’nın ikinci filminde, benim favori dört-beş karakterimden biri vardır: Zaman. Zamanı bir kişi olarak şimdiye kadar hiç düşünmediniz muhtemelen, aranızda filmi izleyenler de vardır, neden erkek olarak tasvir edilmiş tartışmasına hiç girmeden, eğer bir insan olsaydı o haliyle ben hiç yadırgamazdım diye düşünüyorum. bir de karakterden ziyade Zaman’ın girdiği diyaloglar beni üzerinde düşünmeye iter her seferinde. Alice, Zaman’dan bir alacağı olduğu için kendisine biraz zaman ayırmasını ister. Zaman’ın cevabı şöyledir: “Zamanmış! Genç hanım, ben zamanın ta kendisiyim. Ebedi, ölümsüz, ölçülemez olan. Tabii elinde bir saatin yoksa!”

Zamanla bir derdiniz olabileceğini hiç düşündünüz mü? Peki ya zamanın sizinle bir derdi olabileceğini? İçinde akıp gittiğimiz, içimizde akıp giden zamanın aslında olmayabileceğini? Bütün gerçekliğimizin birbirini kovalayan iki çubuğun asla sonlanmayacak gibi gelen kovalamacasına bağlı olduğunu düşündünüz mü? Zaman ilginç bir şekilde, büyüsünü bozduğu yetmiyormuş gibi bir de tanrılık tasladığı doğaya insanoğlunun bir müdahalesi sonucu ortaya çıkmış bir şey. Esasen zaman değil, saatler öyle. Durduğu yerde insan, ben demiş, bu döngüselliği belli bir nizama sokarım. Belli bir takım parçalara bölmüş bir şeyi ve “sen bundan böyle, böyle davranacaksın, adına da saat, dakika falan diyeceğiz” demiş.

Zamanın gerçek olup olmadığı üzerine kafa yordunuz mu bilmem ama tıpkı şu an etrafınızda gördüğünüz diğer her şey gibi zaman da değişebilecek, kaygan oynak bir zemine sahip. Geçmişte, belli bir noktada, senin benim gibi bir insan tarafından bugün adına “saat” dediğimiz o şey icat edildi. Tarihin hangi noktasında insanlar güneşin doğduğu battığı anları belli bir “isimle” adlandırmak istedi bilmiyorum ama bu, diğer her şeyde olduğu gibi insanın doğa karşısındaki üstünlüğünü kendine kanıtlamak için girdiği çaresiz bir çabanın ürünü. İnsan doğa karşısında bir üstünlüğe sahip değil. Ne zaman ki yemeğini günü birlik bulmaktan vazgeçip toprağa ekmeyi öğrendi, depolamaya başladı, yemeklerinin etrafında yaşamaya başladı –aksi durumda hayatta kalmaya devam edemezdi çünkü- anlamsız bir kibre kapıldı. Kibir ki bir insanın başına gelebilecek bütün kötülüklerin en kötüsü ve sebebiydi, zira cennetten düşen ilk figür bu yüzden Adem değil Lucifer’di. Yaratılmış-olan, bir daha asla eskisi gibi olamayacak şekilde lanetlendi. Doğanın büyüsünü bozdu ve tanrısını öldürdü. İşte bugün anladığımız anlamda zaman “bu insanın” icadı. Bütün bunlar dolayımıyla sizi zamanın gerçekliği üzerinde düşünmeye davet ediyorum.

Eisntein’ın meşhur ikizler kuramı zamanın mutlak olmadığını farklı gözlemciler için farklı hızlarda aktığını söyler. Mevzu bahis ikiz kardeşlerden biri dünyada sabir kalır ve diğerini keyfi bir süre için ışık hızında gerçekleşecek bir yolculuğa çıkardığımızda zaman seyahat eden kardeş için daha yavaş akacaktır. Zamanın mutlak olmadığı üzerine söylenen ilk şeyler bunlar değil ama sanırım en meşhurları.

Aslında hepimiz hayatımızın belli dönemlerinde zamanın yokluğuyla karşı karşıya geldik. Masallarda neden zaman belirsizdir, düşündünüz mü? Masallar mecaz ve fantastikle farklı alemlerin kapılarını açarlar. Gerçekle büyünün iç içe geçtiği bir alem. Zamanın yok olması, durması, yavaşlaması veya hızlanması size de büyülü bir etkiymiş gibi gelmiyor mu? Edebi bir tür olarak fantastiğin poetikası üzerine en önemli çalışmalardan birini yapmış olan Todorov, türün ayırt edici özelliğinin okuyucuyu gerçek konusunda tereddüte sevk etmesi olduğunu ifade eder. Masal anlatıcılarının amaçlarının okuyucuyu zamanın mutlaklığı üzerine düşündürmek olduğunu söyleyemeyiz, olmadığını da söyleyemeyiz. Zamanı, gerçekliğin üzerinde ne kadar büyük bir payı olduğunu düşünün; zamanı sarstığımız zaman gerçeklik de sarsılıyor. Bu negatif bir sarsılma değil ve bence böyle bir sarsılmayla karşı karşıya gelmek çok önemli. İçinde bulunduğumuz gerçekliği, inançları sorgulamanın yollarından biri açılıyor bu vesile ile. Mutlak olduğuna inandığımız her şey bizi bir zindanın içine hapsediyor, bir sınır çiziyor. İnandığımızın dışında bir şeyin doğru olduğunu kabul etmek bile çoğu zaman düşünülmesi imkansız bir ihtimal olarak çıkıyor karşımıza. Masallar ise bu mutlaklığı hiçbirimize fark ettirmeden, öyle usulca sarsıyor ki… böyle uzaktan, sakin sakin dürtüyor sanki gerçekliği.

Velhasılıkelam zaman üzerine düşünmek için pozitif bilimci olmayı beklemeye gerek yok, çok erken yaşlarda masallar aracılığı ile zaman üzerine düşünmeye başlıyoruz. Büyü ya da sihir nedir bilmeden zaman diye bir şeyin olmadığı bir alemle karşı karşıya geliyoruz. Ve biz zaman üzerine düşünmeye başladığımız andan itibaren, varlığı ya da yokluğu üzerine- bütün bu büyülerin esrar perdesi önümüzde açılıyor. Zamanın kendisinin böyle bir büyüye sahip olması esas şaşırmamız gereken nokta. Zamanı ortaya koymaya başlamamızla birçok problem ortaya çıkıyor aslında, büyüyü bozan şey bu: zamanı parçalara ayırmak. Ama aynı anda üzerine düşünmeye başladığımızda da başka hiçbir şekilde karşımıza çıkmayacak bir büyüyle karşılaşıyoruz. Şikayet ettiğimiz şey nimetimiz oluyor.

Birçok maceradan sonra Zaman yavaş yavaş parçalanmaya başlıyor, zamanın rengi soluyor ve ışıltısı kaybolmuş gözlerinin rengi iyice solduğunda dilinden şu cümle dökülüyor: “Görünüşe göre yok edilemez makinem aslında yok edilebilirmiş.”

  1. Alice Through the Looking Glass, James Bobin, 2016.

ŞEYDA SULTAN DURU

Start typing and press Enter to search

Skip to content