BİLGE AĞAÇ

Print Friendly, PDF & Email

Zamanın bir yerinde karanlık bir orman varmış. Buraya adım atan, geri dönmezmiş. Bunun için ormana gitmeye kimse cesaret edemezmiş. Bu ormanın derinliklerinde yaşayan bilge bir ağaç varmış. Yalnızca kalbinde iyilik besleyerek gelenlerin ormandan çıkmasına izin verirmiş. Ama o güne kadar ormandan köyüne geri dönebilen hiç görülmemiş.

Gölge Köyü, ormanın hemen karşısındaymış. Bu köyde çocuklar güleç, büyükler somurtkanmış. Köyde doksan dokuz tane ev varmış. Bu evlerden birinde annesi ölmüş bir öksüz kız yaşarmış. O da annesi ölmeden evvel pek güleçmiş. Saçlarını keçi kulak yapar, arkadaşları ile oyunlar oynarmış. Ama annesi öldükten sonra, babası başka bir kadın ile evlenmiş. Küçük kız istese de gülemez olmuş. Odunculuk yapan babası evde iken ona iyi davranan üvey annesi, o işe gidince bütün işleri kıza yaptırırmış. Keçi kulak yapmayı seviyor diye, saçlarını bile kökünden kesmiş. Sonra bu da yetmemiş, ondan kurtulma planları yapmaya başlamış.

Bir sabah oduncu ile hanımı her zamanki gibi kahvaltı etmişler. Üvey anne, oduncuyu işine yolcu ederken ona kızının arkadaşlarıyla oyun oynamak için izin istediğini söylemiş. Oduncu izin vermiş. Buna sevinen üvey anne göz kulak olacağına söz vermiş. Oduncu evden gittikten sonra kadın, kızın odasına giderek onu uyandırmış. Ne olduğunu anlayamayan küçük, korku ile yatağından fırlamış. Hemen giyinmiş, birlikte düşmüşler yola. Üvey annenin aklında karanlık orman varmış!

Az gidip, uz gitmişler; çok geçmeden köyün yolunu bitirmişler. Ormana vardıklarında, ağaçlardan ürperti esmiş. Küçük kız korkudan soru soramıyormuş ama ormanın hikayesini bildiği için, kötü kalpli kadının neden getirdiğini anlamış. Üvey anne: “Haydi artık, buradan sonrasını yalnız gidiyorsun!” demiş. Küçük kız: “Gidemem, karanlıktan korkuyorum. ” demiş. Ama üvey annenin kalbini kaplayan kötülük, bunu hiç dert etmemiş. Eline yerden aldığı bir sopa ile küçük kızı ormana doğru kovalamaya başlamış. Bu sırada farkında olmadan kendisi de ormanın içine adım atmış. Bir anda görünmez bir duvar inmiş ayak parmaklarının ucuna. Çıkmaya çalışsa da ağaçlar öfke ile içeri doğru sürüklemiş. Sanki yapmaya çalıştığı kötülüğü hepsi biliyormuş. Küçük kız ise neşeli tavşanlar, kelebekler eşliğinde tepelerden yel gibi derelerden sel gibi koşuyormuş ormanın derinliklerine. Birden yeşilin bin bir farklı tonunun hâkim olduğu, şelâle şırıltılarının büyülediği, kuş cıvıltılarının su sesiyle seremoni kurduğu bir yerde bulmuş kendini. Üvey annesinin sesiyle arkasına dönmüş. Ormanda yağmur yağmamış ama kadın sırılsıklammış. Saçları çamura, üstü başı pisliğe bulanmış. Küçük kız eteklerinin etrafında gezinen beyaz tavşanlara bakmış, tüyleri halen bembeyazmış. Derken, derinden bir ses duyulmuş: “Ormanıma kalbinizle geldiniz, şimdi ikiniz de gövdeme elinizi yaslayın!” Kadın korkudan dilini yutmuş gibi, anlamsız sesler mırıldanıyormuş. Küçük kız başını kaldırıp, yukarıya bakınca gökyüzüne göz alabildiğince uzanan heybetli dalları görmüş. Mutlulukla koşmuş yanına: “Demek o sendin, annem hep seni anlatırdı bana! Ah nasıl mutluyum bilge ağaç, yaşasın! ”

Bilge ağacın gövdesine kollarının yettiğince sarılmış. Hem de ne sarılma, burnuna annesinin kokusu bile değmiş. Bilge ağacın da öyle devâsa bir gövdesi varmış ki, tüm köy ahalisi el ele tutuşsa yine de boydan boya saramazmış. Kötü kalpli kadın zangır zangır titrerken, rüzgar onu ağacın yanına itelemiş. Kadın baktığı her yerde türlü yırtıcı hayvanlar, sürüngenler, haşereler görüyormuş. Kulaklarına giderek yaklaşan uluma ve tıslama seslerinden ise ödü kopuyormuş. Küçük kızla yan yana olmalarına rağmen onun nasıl bu kadar mutlu göründüğüne aklı ermiyormuş. Korkudan tir tir titreyerek, bilge ağacın gövdesine dokunmuş. Hiddetlenen bilge ağaç, yapraklarındaki tüm kurtçukları kadının üzerine yağdırmış. Kadın: “Abababa…”diye bir şeyler söylese de, sesi duyulmuyormuş. Elini çekiyor ama gövdesinden ayıramıyormuş. Kız, neden üvey annesinin bu kadar korktuğuna anlam veremiyor, tüm masumiyeti ile bilge ağaçla konuşuyormuş. Bilge ağacın hiddeti durmuş. Kadına konuşmuş: “Ey kötü kalpli insan! Küçücük, öksüz bir çocuktan ne istersin? Neden onu yok etmek istiyorsun?” Oracıkta ağacın dibine dizleri üzerine çöken kadın korkudan bayılmış. Küçük kız sormuş: “Bilge ağaç, ben seni bu kadar severken üvey annem neden bu kadar korktu?” Cevap vermiş ağaç: “Çünkü benim ormanıma herkes kalbiyle gelir, kalbi nasılsa da öyle görür. Seni kalbindeki masumiyetin ve neşen karşıladı. Onu ise, kötülüğü ve öfkesi.”

Çocuk, burnuna değen anne kokusuyla ağaca sımsıkı sarılmaya devam ederken derin bir uykuya dalmış. Uyandığında yatağındaymış. Baş ucunda annesinin okuduğu “Bilge Ağaç” masalı varmış. Kalkmış, hemen mutfağa koşmuş. İşte, annesi oradaymış! Her şey hem kötü, hem de iyi bir rüyaymış.

-Anneciğim, biliyor musun dün gece okuduğun masalı rüyamda gördüm!

-Öyle mi? Nasıl gördüğünü çok merak ediyorum ama önce bana yardım et, kahvaltı masamızı kuralım. Sonra da neler gördüğünü konuşalım.

Anne, kız neşe içinde kahvaltılarını hazırlarken gökten üç zeytin düşmüş bu defa. Biri anneye, biri kıza, öteki de sana!

Gönül Demircioğlu

gdemircioglu86@gmail.com

Start typing and press Enter to search

Skip to content