YILAN İLE YOLCU

Print Friendly, PDF & Email

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellal, horoz berber iken eski hamam içinde. Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken. Anam ağlar eşikte, babam ağlar beşikte… Bir anama koşar sallarım ağlamasın diye, bir babama koşar sallarım babam ağlamasın diye. Koç koç iken koç iken, boynuzları burç iken, vurdum koçları dereye, ayıldım bayıldım araya araya. Koç koyuna katıldı, şeker bala katıldı. Ballandı dudaklar diller, masalcılar masal söyler. Adananın esmer güzelleri, yaylımdan gelir kuzuları. Hiç kimse, kimse için dilemesin kara yazıları. Masal masal maniki, gökte yıldız on iki. On ikinin yarısı, başladı bu masalın anlatısı.

Bir varmış bir yokmuş. Vakti zamanında Allah’ın kulu çokmuş. Bu kullardan biri, bir gün yolda giderken derinden, uzaktan, ıraktan, yakından, dereden bayırdan, ormandan çayırdan bir ses işitmiş. Bir sağına bakmış, bir soluna bakmış. Derken bir de arkasına bakmış ki ne görsün üzerine kocaman bir kayanın düştüğü, düşüpte gövdesine bastığı, basıpta altına aldığı, alıpta ezmeye ramak kaldığı kocaman, kapkara, kıvrılıp duran bir yılan görmüş.

Bir adım, iki adım, üç adım. Yılana yaklaşmış bizim adam adım adım. Bakmış ki yılan çırpınıp durmakta ama kayadan da kurtulamamakta. Önce biraz tereddüt etmiş. Kurtulayım şu yılandan. Başını ezeyim, başkalarına da zarar vermesin diye düşünmüş. Ancak kendi yüce, soyu yüce, katı yüce, görklü Muhammedin aleyhisselam hadisi aklına gelivermiş. “Merhamet etmeyene merhamet edilmez” diye.

Yaklaşmış yılana ve üzerindeki taşı kaldırıvermiş. Böylece yılan kurtulmuş o yükten sıkıntıdan. Amma yılan bu. Fıtratı ne ise onu yapacak. Hemen atılmış, yolcunun boynuna dolanıvermiş. Sonra da demiş ki; “Ey insanoğlu hiç kusura bakma. Ben yaradılışım itibari ile ne yapmam gerekiyorsa onu yapmam fıtratıma yazılmış. Seni sokacağım.”

Yılanın teşekkür etmesini, minnet duymasını beklerken, boynuna atılarak seni sokacağım demesi yolcuyu çok şaşırtmış. “Yahu az önce seni kocaman bir kayanın altından kurtardım. Sana iyilik yaptım. Karşılığı böylemi olacaktı?” demiş. Yılan duydukları karşısında hiç oralı bile olmamış. “Ne desen, ne söylesen de; beni kör kuyulardan çıkarsan da sen insansan benim düşmanımsın” demiş.

Yolcuyu iyice korku sarmış. “Ne yapayım, ne edeyim de kurtulayım bu nankör yılandan” diye düşünürken aklına bir fikir gelmiş. Yılana dönerek demiş ki “Tamam ısıracaksan da önce beni bir dinle. Gel birlikte şöyle kasabaya doğru yürüyelim. Önümüze çıkan birkaç kişiye soralım. Eğer derlerse ki yılan haklıdır o zaman ısırığın kabulümdür” demiş. Yılan önce pek sıcak bakmasa da bu fikre az biraz düşününce “Tamam” diyerek düşmüş yolcunun önüne. Az gidip uz giderken, etrafı süzerken, bir incir ağacına rastlamışlar. Yanı başına gelerek bir bir olanları dalları yemişli incir ağacına anlatmış sonra da sormuşlar. İncir ağacı pür dikkat yolcu ile yılanı dinleyince yılana doğru dönerek “Bak yılan kardeş beni bilirsin yazın meyve verir gölge olurum ama ne zaman ki kış gelir dallarım kurur meyvelerim biterse insanoğlu hemen beni kesmeye yanaşır, hiç durma bir kere bile inanma bu insanoğluna” demiş.

Bunun üzerine yılan boynuna dolandığı yolcunun boğazını biraz sıkarak dilini dışarı çıkarmış ve başlamış tıslamaya. Yolcuyu sokmak için hazırlanıyormuş. Yolcu hemen korku ile atılmış. “Yok yok yılan kardeş, bir kişiye sormakla olmaz. Bak, gel şu uzaktan sesi duyulan eşeğe soralım” demiş.

Biraz ilerleyince eşeğin yanına varan bizimkiler bir bir olanları anlatmış ve sormuş. Eşek yılana doğru dönerek “Bak yılan kardeş beni bilirsin yük taşır insanoğlunu sırtımda gezdiririm ancak ne zaman ki yaşlanır taşıyamaz olursam insanoğlu yüzüme bakmaz dağda bayırda beni bırakır sakın inanma” demiş.

Bunu duyan yılan yeniden hareketlenmiş ve başlamış yolcunun boynunu yine sıkmaya ve tıslamaya. Yolcu nefessiz kalmış. Yolcu artık bi çare ölümden kurtuluş yok diye düşünürken karşılarına bir tilki çıkmış. Meğer bu tilki deminden beri hem adım hem de yılanı takip ediyormuş. Bu adam sıcak bir yaz gününde tilkiye su vermiş ve susuzluktan bitap ve yorgun bir vaziyette iken ona yardım etmiş. Tilki bunu hiç unutmamış. Adamı kurtarmak için hemen atılmış ve demiş ki, “Şu soruyu bir de bana sorun bakalım ağalar.” Adamla yılan daha önce incir ağacına ve eşeğe sordukları soruyu tilkiye de sormuşlar.

Soruyu tilkiye sormadan olur mu? Tilki bu etmeden kurnazlık durur mu?

“Gelin olayın olduğu yere gidelim orada cevabını verelim” demiş. Varınca taşın olduğu yere, tilki yılana “Hadi uzan bakalım taşın altına. Sorunun cevabını orada bulacaksın, adamın boynunda değil.” demiş. Yılan tutulmuş bir meraka, süzülmüş taşın altına. Koyunca başını büyükçe taşın altına, anlamış geldiğini nasıl bir oyuna.

Lakin geçmiş iş işten ve herkes koyulmuş kendi yoluna. Tilki “Kurnazız, biraz da korkağız ama bize yapılan bir iyiliği unutmayız. Ey insan oğlu o yaz günü, güneşin altında, sıcağın en yoğun olduğu saatte bana verdiğin su ile kazandırdığın yeni bir hayata vefa borcu idi bu yapılan. Haydi var git yoluna. Bir daha da üzerine vazife olmayan işlere karışma. O taşın altına konulmuşsa yılan bir bildiği vardır onu oraya koyanın.” diyerek yoluna devam etmiş.

Herkes kendi yoluna giderken yılanda ettiği nankörlüğün cezası olarak yine düşmüş o kayanın altına. Başlamış yeniden çırpınmaya. Kim bilir belki bir gafil daha gelir onu kurtarmaya?

Gökten üç elma düşmüş üçü de nankörlük etmeyenlerin başına gelsin…

MASAL ÖĞRETMEN HANDAN KÖTÜĞ….

Start typing and press Enter to search

Skip to content