Sefa ile Cefa

Print Friendly, PDF & Email

Bir varmış bir yokmuş, Allahı’ın kulu çokmuş, Çok demesi, yok demesi günahmış. Vaktin birinde özü sözü doğru, iyiliksever adaletli bir padişah varmış. Ama bu padişahın hiç çocuğu olmamış. Yürek üzüntüsünden pek bunalıp, yolcukukla keramet bulunur diye, lalasıyla birlikte tedbil giyinip, yola revan olmuş. Günün güneşi, ayın ayazında bir kaç gün dolaştıktan sonra, aptes alıp namazlarını kılmak için bir çeşmenin başında durmuşlar. İbadetlerini bitirdikten sonra, iki elini semaya kaldırarak, açık gönülle, duasını ederken , hemen yolun karşısından bir derviş çıkagelmiş. O da onlarla bir olmuş, duaya katılmış. “Amin” dedikten sonra: ” uğurlar ola padişahım, İşin hayrılı, devletin yüce, ömrün uzun ola, Rabbim has niyetini rast getire” deyince, Padişah: “Eyvallah derviş baba, Mevlam günahlarımızı affetsin, duan tez vakitte yerini bulsun. Buyur, birlkte öğün edelim; ama sen ilk görüşte benim padişah olduğumu nereden anladın?.Beni bildiğine göre, elbette yüreğimin dileğini de bilirisin” deyince, derviş bilgece gülümseyerek padişah ve lalasının sırtını eliyle sıvazlamış: “Ey padişahım, senin bu yaşa dek çocuğun olmamıştır. Buna üzülür dertlenirsin” dedikten sonra göğsünden bir al elma çıkartıp: “Bu elmayı soyarsınız; yarısını sutan hanımla birlikte yersiniz, yarısını da lalaya verirseniz o da karısıyla yer. İkinizin de vakti gelince çocuklarınız olacak. Şükredin ve bekleyin, sakın ben gelmeden çocuklara ad vermeyin” diyerek elindeki elmayı padişaha vermiş. Dervişe altın vermek için kesesine davrananan padişah bir bakmış ki derviş, yolun tozunda ortadan kaybolmuş. Lalasıyla birlikte bir zaman yaşadıklarına şaşıran padişah kısa yoldan saraya dönmüşler. Padişah vakit kaybetmeden al elmanın yarısını soyup lalasına vermiş. Her ikiside o gece yarımşar elmayı karılarıyla bölüşerek yemişler; bir umutla bir rahatlık içinde uykuya dalmışlar.

Vakit erip, gün dolunca, her ikisininde dünyaya birer erkek çocukları gelmiş. Vezir ile padişah çok sevinmişler, Tüm memlekette bir bayram havası esmiş. Fakirler giydirilmiş, kimsesizler evlendirilmiş, her köşede sofralar kurulmuş, susuz yerlere çeşmeler yaptırılmış. Lafın kısası, hayır işlerine hazine harcanmış.

Bu çocuklar yan yana, ikiz gibi büyümüşler. Okul çağı gelip okula başladıklarında, arkadaşları adsız oluşlarını yadırgamış; birine adsız şehzâde, birine adsız lala diye ad takmışlar; onları böyle çağırıp, kızdırmışlar. Günlerden bir gün, şehzâde, çocukların kendisini böyle çağırmalarına kızıp birkaçıyla kavga etmiş, sonrada ateş parçası gibi saraya gidip babasının huzuruna çıkmış. “Babacığım, büyüdüm, bu yaşa geldim, bir türlü bana adımı bildirmediniz. Bana niye bir ad koymadınız? Bu şekilde yaşamaktan artık ar ediyorum” deyince, padişah bu duruma çok üzülmüş, sonunda dayanamayıp her şeyi oğluna açıklamış: “Benim biricik evladım, sen de küçük lalan da ağzı dualı, kendisi kutlu bir dervişin verdiği bir elmadan hasıl oldunuz. Ona bir söz verdik vakti gelince o gelip adlarınızı koyacaktı, o gelmeden adlarınızı koyamayız. sözümüze bağlıyız” demiş , şehzâde bu duruma şaşırmış, fakat elden ne gelirki.

Aradan ne kadar zaman geçmiş bilinmez, arkadaşlarının sürüp giden bu arsızlıkları yüzünden, bu çocuklar her gün dervişin yolunu gözlemekten, üzüntüden zayıflamış, iğne ipliğe dönmüşler. Çocukların bu hallerini gören, devletin ileri gelenleri, ağzı laf yapanları sonunda padişahaın yanına giderek. ” Hünkarım, şahzâdeye ad vermek işinde daha fazla gecikmek uygun değildir. Halk arasında dedikoduya yol açar, oğlunuzun tahtı tehlikye girer. Fazla bekleyemeyiz…” deyince padişah da uygun görüp başını önüne eğmiş. “Evet dedikleriniz doğrudur. Bu derviş kim bilir ne zaman gelir? Tellal bağırtalım, ulak çıkartalım, şehzâdeye ve lalasına ad verelim demiş.

Tam çocukların adlarını koyup duasını edecekleri sırada, kapılarda ve pencerelerde bir çatırdı duyulmuş, her yanı kapalı divanhanenin tam ortasında sırtı abalı, keçe külahlı, göbeğine kadar inen ak sakalıyla derviş baba ortaya çıkmış. “Vakti şerfiler hayrola padişahım. Şehzâdenin adı Sefa, lalasınında adı Cefa olsun. Adlarını ben verdim. Mevlamda yaşlarını, bahtlarını versin” diyerek yine nasıl geldiği belli olmadıyda gittiğide belli olmamış derviş babanın. Başta babalar ve çocuklar, bütün saraydakilerin yüreklerinden bir yük kalkmış. Bu sevincin üzerine meydanlarda kazanlar kurulmuş, gelen geçen doyurulmuş, çulsuzlar giydirilmiş, zenginlere hediyeler, fakirlere bağışlar dağıtılmış. Gel zaman git zaman çocuklar büyümüşler, yağız delikanlı olmuşlar. Bilgide, hünerde, atcılıklata, binicilikte çok başarılılarmış. Yedikleri içtikleri ayrı gitmezmiş. Bir gün Sefa ile Cefa has bahçeye çıkmışlar gezinirlerken Cefa:

“Sefa kardeşim, ben aptes almaya gidiyorum az sonra gelirim” diyerek şadırvana doğru gitmiş. Sefa bir ağaç altında onu beklerken, nereden geldiği belli olmayan bir derviş çıkıp gelmiş; hiç ağzını açmadan, cebinden bir resim çıkartıp şehzâdeye verdikten sonra bir duman içinde kaybolmuş. Şehzâde resme bir bakmış ki, ayın on dördü gibi, bedende güç, gönülde sabır koymaz bir kız. Bakmaya kıyamamış; resmi gögsüne bastırınca olduğu yere düşüp bayılmış. Cefa öteden gelirken bir bakmış ki, Sefa yerde baygın yatıyormuş. Hemen feryat etmiş, saraydakilerin yardımıyla kucaklayıp kaldırmış, odasına götürmüş. Hekimlere, şifacılara haber salınmış. Şehzâde bir süre sonra kendine gelmiş. ama yinede güçsüz, yatağından çıkamamış. Yıldızlardan, sulardan haber sorucular, hekimler ne kadar çalışırlarsa da bir anlam çıkartamamışlar. Şehzâde günden güne sararıp solmaya başlamış. Padişah : “Bu oğlanın derdini bilse bilse lalası bilir; bu kadar zamandır neden bu aklıma hiç gelmedi, Bre, çağırın şu Cefayı” diye bağırınca. Cefa gelip padişahın karşısında el pençe divan durmuş.

“Ey Cefa, şehzâde bayıldığı sırada bahçede beraberdiniz. Ne olup bittiğini sebebini sen bilirsin. Oğlumun derdi nedir, söyle bana? sana kırk gün süre veriyorum; kırk birinci gün başını keserim deyince, zavallı Cefa çaresiz boyun bükmüş, Şehzâde bayıldığı sırada aptes almaya gittiğini söylese de padişah sözünden dönmemiş.

Garip Cefa padişahın huzurunda şehzâdenin yatağının yanına gelip:

“Ey benim şehzâdem, padişah babanız bu işin halini bana bıraktı. Kırk gün süre verdi, eğer hastalığınızı bilidirmezseniz, kırk birinci gün başımı vurduracaklar. Düşüp bayıldığınızda yanınızda değildim. Ben abdest almaya gidince elbet birşeyler oldu. Sizi ne bu hale koydu? Bana söyleyin yoksa günlerim sayılıdır” demiş ama şehzâdenin ağzını kilit açmazmış. Cefa gözyaşları içinde her sabah ve akşam yalvarmış yalvarmış, şehzâde mum gibi sararıp eriyip gidermiş.; ağız dil açmazmış. Çaresiz Cefa kırk günü tüketmiş. Kırk birinci günün sabahında şehzâdenin yanı başına gelmiş iki gözü iki çeşme: “Ey şehzâdem, kırk günü doldurduk. Ayrılık vakti geldi, çattı. Cellatlar yanı başımda. Gel kucaklaşalım, helaleşelim, Rabbim tez vakitte şifanı versin” diye Sefa’nın boynuna sarılınca. Sefa’nın birden dili çözülmüş: “Gel Cefa, benim sadık lalam, yolda arkadaşım, kardeşim. Kusuruma bakma, kendimde değildim, gel yanıma, al şu resmi tez götür ver babama ver.” Cefa bir yandan ağlayarak, bir yandan sevinerek, hemen resmi almış, Padişahın huzuruna çıkmış: “Müjdeler olsun padişahım. Şehzâdenin derdi anlaşıldı. Şu resimdeki kıza tutulmuş. Artık ferman Padişahımın…” diyerek huzurundan çekilmiş. Padişah hemen bilirkişileri, gün görmüşleri çağırtıp divan kurdurmuş. Bir ihtiyar kervancıbaşı, “Yemen padişahının kızıdır bu resimdeki” demiş. Padişah Cefaya dönüp : “Ben bir cihan padişahıyım, oğlumun derdinin çaresini bulmalıyım. Hemen hazırlan! ne gerekiyorsa yanına al, gece gündüz dinlenmeden doğruca Yemen’e gideceksin. Yemen padişahın kızını isteyeceksin.” demiş. Cefa olanı biteni Sefaya anlattığında, o da canlanmış, hemen yataktan kalkıp babasının huzuruna çıkmış: “Ben Cefa’dan ayrılmam, güreşte erim, yolda arkadaşım oldu müsade edin birlikte gidelim.” diye yalvarmış. Oğlunun ayaklanmasına çok sevinen padişah, bu yolculuğun onun sağlığına iyi geleceğini düşünerek izin vermiş. Hazırlıklarını tamamlayan Sefa ile Cefa Yemen diyarına doğru yola çıkmışlar. Az gitmişler, uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler, altı ay bir güz gitmişler. Gide gide bir çeşme başına varmışlar. Çeşmenin başında beli iki büklüm, ağzında dişleri kalmamış, burnu kanca bir kocakarı, testisine su dolduruyormuş.

“Anam, güzel anam bu diyar hangi diyardır? diye sormuşlar. Kocakarı: “Oğullarım buraya Yemen derler” diyince Şehzâde: “Aman anacığım, bizi bu gece evinde konuk edermisin? uzun yoldan geldik garibiz” demiş. Kocakarı: “Oğulcuklarım, ben bir fakir kocakarıyım, bir kulübeye sığarım. sizin gibi beyzâdeleri yatıracak yerim yok” demiş. Şehzâde, cebinden bir kese altını çıkartıp kocakarıya verince kadının gözleri parlamış: “Aman beyzâdelerim, sizin içinde, hayvanlarınız içinde yatacak yerim var. hemen düşün ardıma” demiş. Eve gidip biraz dinlenip, yemeklerini yiyen Sefa ile Cefaya kocakarı: “Ay oğullarım söyleyin bakalım, nedir derdiniz?” diye sorunca Şehzâde: “Ben İstanbul padişahının biricik oğluyum, bu da benim aynı elmadan olma lalamdır. Yemen padişahının kızına resimden aşık oldum, onun için gurbet yollarına düştüm” demiş. Kocakarı: “Şehzâdem, bak sen şu Allahı’ın işine. Ben bu kızın hocasıyım, Her gün saraya bir kez uğrarım. Ama bu kızı, bir hafta içinde Hint Padişahın oğluna gelin götürecekler” deyince şehzâde hemen orada bayılmış, yataklara düşmüş. Zavallı Cefa sabaha kadar uyumadan şehzâdenin başını beklemiş. Sabah saraydan bir ulak gelmiş, kocakarıya: “Hanım sultan, acele sizi bekliyor” demiş. “Aman oğlum benim köyden misafirlerim geldi. Onları, bırakıp gelemem” diye saraya haber göndermiş. Hanım sultan: ” hoca hanım hemen gelsin, misafirlerinide alıp gelsin” diye ulağı geri çevirmiş. Kocakarı: “Oğullarım, hanım sultan sizide saraya davet ediyor, yollar açıldı ne dersiniz;?” diye sorunca sefa yatağından kalkmış. Kocakarı bunlara kadın elbisleri giydirmiş, Düşmüşler sarayın yollarına, Yemen padişahının kızının odasına girmişler; kız resimdekinden daha alımlı, daha güzelmiş. Sefa’nın eli ayağı tutmaz olmuş. Hanım sultan: “Hoca hanım, misafirleriniz kimler?” diye sormuş. Kocakarı: “Memleketten geldiler sultanım, akrabam olular” demiş. Hanım Sultan bu iki misafiri çok sevmiş. Kokulu yemen kahveleri içilmiş, sohbetler edilmiş, çalgılarla çengilerle eğlenilmiş, masal torbasının ağzı açılmış, böylelikle günü akşam, akşamı gece etmişler. Hanım Sultan: “Bu gece sizleri bir yere salmam” demiş. Kız kılığındaki Cefa’nın sohbeti pek bi hoşuna gitmiş, onun kendi odasında yatmasını istemiş. Utana sıkıla kabul etmiş, Cefa renkten renge girmiş, heyecandan korkudan ne yapacağını bilememiş. Şamdanlar sönüp, el ayak çekilince Cefa, sultan hanım’ın eline sarılıp eteğini öpmüş. Sefa’nın İstanbul padişahının oğlu, onunda lalası olduğunu; bir resme bakıp kendisine tutulduğunu, buralara kadar geldiklerini bir bir anlatmış. Hanım Sultan bu cana yakın, güzel tazenin aslında bir yiğit olduğunu öğrenince önce şaşırmış, sonra pür dikkat onu dinlemiş. Hanım Sultannın Sefa’ya olan sevgisi bunları dinledikten sonra iyice artmış; Hint padişahının oğluyla evlenmekten vaz geçmiş. Sabaha kadar uyumayıp karşılıklı konuşmuşlar; ince eleyip sık dokumuşlar, plan yapmışlar. Hanım Sultan: “Ey Cefa, dünya ahret kardeşim ol. Sende bilirisin ki, gönlümün şehzâdesi elbette Sefa’dır. Öbür gün Hint emirinin oğluna gelin gidiyorum. Bütün hazırlıklarım bitti. Ben yarın kervanı önden gönderirim, cariyelerimle birlikte arkadan gelirim. Âdettendir, gurbete çıkan, dönen Hint yolunun ayrıldığı yerde, tepe üstündeki türbeye gider, adak adar, dualar eder. Siz benden önce Sefa ile oraya gidersiniz. Ben arabaları orada durdurur; yalnız başıma ziyarete gelirim. Üzerimdeki gelinliği sana giydiririz, benim yerime arabaya binersin; Hint padişahının oğluna gidersin. Biz Sefa ile oradan kaçarız; deniz kenarına iner seni bekleriz. Sen de elbette bir yolunu bulursun; gelir, bize kavuşursun” demiş. Masallarda zaman tez geçermiş. Ertesi sabah kervan yola koyulmuş. Sultan Hanım yola çıkmış, türbeye ziyarete girmiş. Cefa ile elbiselerini değiştirmiş. Hanım Sultan saçlarını külahın içine sokmuş, Cefa başından aşağı tülleri dökmüş. Arabacılar atlarını kamçılamışlar, Hint diyarının yolunu tutmuşlar. Gide gide günün birinde Hint diyarına ulaşmışlar. Düğün hazırlıkları başlamış; kırk gün kırk gece düğün yapılmış. Düğün telaşından biraz açılayım, hava alayım diye inen Cefa bahçeye inmiş. O sırada karşına kendisi gibi yüreği daralan, Hint padişahının kızı çıkmış. Oda düğün telaşından bunalmış, başını dinleyecek bir yer aramaktaymış. İkiside bu karşılaşmadan pek memnun olmuşlar, konuşup yürümüşler. Farkında olmadan birbirlerine kaynaşmışlar. Şurası gül bahçesi, burası lale bahçesidir diye dolaşırlarken mermer bir binanın önüne gelmişler. “Aman sultanım, burası ne kadar güzel, bu mermer yapı da nedir?” diye sormuş Hint Sultanın kızı da: “Burası bir ziyaret yeridir. Kim buraya gelir kalpten dua ederse, suyundan bir tas dökerse, kadınsa erkek, erkese kadın olur. Gizli bir yerdir, hemde yasaktır girilmez, düğün telaşından bekçiler dağılmışlar. Adını duyardım ama, buralara gelip görmemiştim. Seninle konuşurken ayağımız bizi buralara getirdi. Bunda da elbet bir hikmet vardır. Seni pek sevdim ; kanım kaynadı, şurada yürekten bir dua edelim, bir tas su dökelim, ya sen, ya ben erkek oluruz” demiş. Bunu duyan Cefa bir kurtuluş yolu görmüş, hemen razı olmuş. İkisi içeriye girmişler, dua edip birer tas suyu balarından dökmüşler. Hint sultanı: “Ne yazık, bende bir değişiklik yok, sende var mı?” diye sorunca Cefa hemen başındaki takma saçlarını çıkartmış. “Sultanım, bana tesir etti galiba, yavaş yavaş erkek oluyorum” demiş. Hint padişahının kızı bu hali görünce hem şaşırmış, hemde sevinmiş. Cefa : “Sultanım, bizi aralarda bulurlarsa, kavuşmamız mahşere kalır. Tez saraydan kaçalım. Bana erkek elbisesi ile iki at bulmamız gerek, orman tarafından buradan kaçmalıyız” demiş. Ahırlardan iki at, birde uşak elbisesi bulup, bahçenin gizli kapısından, saraydan çıkmışlar. Düğün hazırlığı telaşından iki gün bunların yokluğu fark edilmemiş.Tüm saray köşe bucak aranılmış, her taşın altına, her deliğe bakılmış hiç bir haber çıkmamış. Hint padişahı hemen usta büyücüsünü çağırtmış:”Padişahım, sizin Yemen’den gelin diye aldığınız aslında bir delikanlıdır. Kızınız sultan hanımla bir yolda, at üzerinde görünüyor. Ferman padişahımın…” demiş. Padişah ferman buyurmuş baş bakıcısına hemen bir kara aygır büyüleyip peşlerinden göndermiş. Kara aygır yeller gibi bizim kaçakların peşinden gidedursun, kendileride atları da yorgun düşen Cefa ile Hint Sultanın karşılarına ak sakallı, yeşil sarıkı bir derviş çıkmış: “Cefa oğlum korkma, arkanızdan hayvanlar salacaklar; hiç telaşa düşme, atından in, yerden bir avuç toprak al, üzerlerine serp” diyerek bir dumanla oradan kaybolmuş. Dervişten bunları duyunca içlerine bir güven gelmiş. yeniden düşmüşler yollara. Sefa ile Yemen padişahının kızının beklediği yere ulaşmışlar. Başlarından geçenleri bir bir anlatmışlar. Sonra hep birlikte İstanbul yollarına düşmüşler. Derelerden sel gibi, tepelerden yel gibi giderkenken bir kara aygırın üzerlerine hışımla geldiğini görünce, Cefa, hemen atından inmiş, dervişin dediklerini yapmış. O burnundan ateşler fışkırtan kara aygır bir anda sütçü beygirine bürünmüş. Bunlar yine yoldarına devam etmişler. Olanı biteni yerinde gören bakıcı, hemen peşlerinden büyük bir ala geyik büyüleyip salıvermiş. Yel gibi, dört nala gelen ala geyik, bunların yolunu yine kesmiş. Cefa hemen davranıp yerden bir avuç toprak alıp hayvanın üzerine serpmesiyle, o kırk çatallı boynuzlu canavar, gelinlik kızlar gibi salına salına geri dönmüş. Bakıcı, olduğu yerden bu olanları görünce iyice hiddetlenmiş bu sefer ejdarha büyüleyip göndermiş. Geçtiği yerleri yerle bir ederek geçen ejderhanın uzaktan gelişini gören Cefa, hemen atından inmiş, “Ya Settar” diyerek Allaha sığınmış; yerden bir avuç toprak alarak hayvanın başına serpmesiyle , onu kül haline dönüştürmüş. Bakıcının, büyücünün tılsımları tükenmiş, âciz kalmış, olduğu yerde katılaşmış kalmış. Sefa ile Cefa’nın, hem de iki sultanın bağlı yolları açılmış. Konup göçerek az vakitte İstanbula ulaşmışlar. Geldiklerini görenler, davullar çaldırmış, toplar atılmış, düğün dernek kurulmuş. Onlar ermiş muradına, darısı bizim başımıza…

Bahar ARVASİ

Kaynakça: Tahir Alangu BillurKöşk Masalları YKY Yayınları

Start typing and press Enter to search

Skip to content