ABALIOĞLAN VE BAL KIZ 1. BÖLÜM

Print Friendly, PDF & Email
  1. BÖLÜM

Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde, ben anamın beşşiğini tıngır mıngır sallar iken, var iken, yok iken, her şey bir sır iken. Ol diyenin 99 ismine hürmet çoğ iken, kimsenin kimseye garezi, kimsenin kimseden alacağı, herkesin herkese vereceği dağ iken vakti zamanında uzak diyarlardan birinde Abaloğlan isminde bir delikanlı yaşarmış.

O vakitler şehirlerde bulunan evlerde büyük baş hayvanlar beslenirmiş. Her evin bu hayvanları besleyeceği ve adına ahır denilen bölmeleri var imiş. Hayvanlar sabah seher vaktinde bu ahırlarından çıkarılırlar ve Abaloğlanın önüne katılırlar, Abaloğlan da, şehirlilerin aslım diye isimlendirdikleri şehrin dışındaki bol yeşillikli, kındıra dedikleri sert ama ineklerin, öküzlerin, mandaların yemekten hoşlandığı dikensi yeşilliklerin bol olduğu yerlerde otarırmış akşama kadar.

Abaloğlan şehrin kale dışı semtlerinden birinde yaşarmış. Kimi kimsesi yokmuş. Zaten annesini çok küçükken kaybetmiş, hatta komşuların dediğine göre Abaloğlanı doğruruken ölmüş. Babası da almış başını gitmiş. Gidiş o gidiş. Nere gitmiş, kime varmış, ya da kiminle gitmiş kimse doğrusunu bilmeden ağzına geleni söylemiş.

Bir müddet sonra da Abaloğlan o komşu senin, bu komşu benim, onların ellerinde büyümüş. Tek göz kerpiç oda bir evde biraz palazlanınca şehrin sığır çobanı Esat efendinin yanına vermişler. O gün bugündür çobanlıkla geçinir gidermiş Abaloğlan.

Herkesin tertipli düzenli işi varken Abaloğlan çobanlıktan başka bir şey öğrenmemiş. Amma çok akıllı ve zeki bir çocuk olduğu için Esat efendinin yanına verildiği ilk günden itibaren gütmek üzere şehrin dışına götürdükleri inekleri, öküzleri ve mandaları çok merak etmiş.

Yapıları nasıldır? Nasıl yürürler? Nasıl yatarlar? Nelerden hoşlanırlar? Nasıl ses çıkarırlar? İneklerin ayakları, Öküzlerin boynuzları, Mandaların burunları nasıldır? Hasılı güttüğü hayvanlarla ilgili bir çok şeyi hep gözlemiş, hep sormuş hep öğrenmiş.

Bir müddet sonra hergeleye katılan tüm hayvanlar Abaloğlanı gördükleri zaman hemen onun etrafına toplanırlar ve onunla birlikte yürürlermiş. Abaloğlan da sanki onların dilinden anlarmış gibi, hep onlara seslenir, verdiği sesli komutlarla onları yönetir, yönlendirirmiş.

Zaman ilerledikçe Esat efendi artık iyice yaşlanmış ve hergeleye çıkamaz olmuş. Tüm sorumluluk Abaloğlanın üzerine binmiş. Her sabah şehrin ortasından geçen yola düşen Abaloğlan evlerin kapılarından çıkan büyükbaşları sürüye katar onlara yine onların anlayacağı dilde sesler çıkararak seslenir ve şehrin dışındaki adı aslım olan yaylım yerine doğru alır gidermiş.

Tüm evleri dolaşırken hiçbir şekilde başını kaldırmayan Abaloğlan cotcot Mustafa diye bilinen ve yörenin en zenginlerinden biri olan çiftçi Mustafanın evinin önünden geçerken başını yerden kaldırır, sokağa bakan pencereye doğru gözlerini çevirirmiş. O pencereye bakarken, pencerenin gerisinde hafif bir hareket olur, ince tül perde dalgalanır, dışardan görünmeyen bir çift gizemli gözde Abaloğlana bakar iç çekermiş.

Bu bakışmalar, iç çekişler hayli zaman birbirlerini görmeden devam etmiş. Abaloğlan o evin hayvanlarını alırken biraz daha ağırdan alır, hayvanların sırtlarını okşar, kuyruklarını, tırnaklarını, dişlerini, boynuzlarını kontrol eder bu arada kaçamak bakışlarla o gizemli ve sırlı perdenin ardında kendisini gözleyen bir çift gözü görebilmenin umuduyla bir miktar daha fazla orada kalırmış.

Ancak her seferinde çabası boşa çıkar perdenin arkasındaki o bir çift gizemli gözü bir türlü göremezmiş.

Bu arada Abaloğlan sürüyü en güzel yeşilliklerin olduğu yere götürür, oralarda otarırmış. Tüm hane sahipleri hayvanlarının her akşam güneş batarken evlerine geldiklerinde memelerinin sütle dolu olduğunu gördükçe çoban Abaloğlanı takdir eder, arkasından gıyabında övgüyle söz ederlermiş.

O sabah yine Abaloğlan kaldığı tek göz evden çıkmış, elinde değneği ilk komşunun kapısını çalmış. Komşu ineğini dışarıya çıkarınca Abaloğlana gülümseyerek “Hayırlı sabahlar çoban efendi, yolun uğrun açık olsun” diye seslenmiş. Abaloğlan da gülümseyerek başını sallayarak karşılık vermiş.

Böyle böyle Cotcotların evine kadar gelmiş. Sürüye katılan her hayvanla çoğalan sürü şehrin hemen dışında bulunan bu evde son mensuplarını da aldıktan sonra menziline doğru yol alırmış her gün.

O günde öyle olacakmış ancak abaloğlan evin önüne kadar gelince bir de ne görsün. Evin önünde dünyalar güzeli bir kız, evin hayvanlarını çıkarmıyor mu. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarpmaya başlamış. Abaloğlan evin girişine kadar gelip daha dikkatli bir şekilde göz altından kıza bakınca dünyası da nevri de dönmüş, şaşkınlıktan ne yapacağını bilememiş.

Kız da göz altından Abaloğlana bakıp bakıp gülümsüyormuş. O güne kadar hiç yapmadığı bir şeyi yapmış Abaloğlan ve seslenmiş kıza.

Aymısın güneşmisin

Süreyyaya eşmişin

Sabahın bu vaktinde

Gönlüme ateş misin.

Kız bunu duyunca mahcup olmuş ve gözlerini yere eğip kısık sesle cevap vermiş.

Ne ayım ne güneşim

Perdelerde bir nişim

İki göz bir el ile

Sesizlikte bir taşım

Abaloğlanın eli ayağına karışmış. Elindeki çoban değneğini yere düşürmüş. Sonra kapıdaki hayvanlara seslenmiş. Ancak onlarda şaşkınlıkla hem geviş getiriyorlar, hem de Abaloğlanın düştüğü duruma bakıyorlarmış.

Bunlar böyle kapının önünde konuşurlarken kapının hemen arkasında kızın dadısı da bu konuşmaları dinliyormuş. Hemen kapının önüne gelmiş, kızın elinden tutup “Hadi kızım baban görmesin, anan duymasın yoksa seni üzerler” diyerek içeriye almış.

Çoban Abaloğlan da inekleri önüne katıp her zamanki gibi şehrin dışına aslıma götürüp yaymak üzere bereketli ve lezzetli otların olduğu yerleri seçe seçe akşama kadar dolaşmış durmuş.

Dolaşmasına dolaşmış da her günkü gibi değilmiş Abaloğlan.

İnekler bunu farketmiş, Abaloğlanın yanına kadar yaklaşıp kendi dillerince seslenmişler,

Öküzler bunu farketmişler kendi dillerince seslenmişler

Mandalar bunu farketmişler kendi dillerince seslenmişler

Ama Abaloğlan daha önce duyduğu, hissettiği, cevap verdiği sesleri ne duyuyor, ne hissediyor ne de cevap veriyormuş.

Gözlerinin önünde bir çift yosun yeşili göz öylece bomboş bakıp duruyormuş.

Gel zaman git zaman Abaloğlandaki bu değişikliği her gün tekmil verdiği, hergeleyi götürüp getirdiği yerleri anlattığı ve hayvanların durumu hakkında bilgi aktardığı Sığır Çobanı Esat efendi de farketmiş.

Sormuş “Ne oldu Abaloğlan, sen böyle değildin, böyle durgun, böyle sessiz, kendi halinde biri olmuşsun. Derdini söylemeyen derman bulamaz, de hele söyle derdini de olabilirsek derman olalım.”

Abaloğlan düşünmüş, taşınmış amma bir türlü ne söyleyeceğini bilememiş ve şöyle bir deyişle cevap vermiş.

Ay Ustam,

Bir seher vaktinde gördüğüm gözler

Aklımı başımdan aldı götürdü

Ellerim çaresiz, dilim sus eyler

Aşk derdini yüreğime saldı götürdü

Ay ustam,

Bu nasıl bir dert imiş devası yoktur

Üzüntüsü, sıkıntısı, kederi çoktur

Çaresi sadece Cenabı Haktır

Beni bir başıma koydu götürdü

O güne kadar yanında çalışan, emekli olduktan sonra da sürekli gelip giden Abaloğlandan böyle sözleri hiç duymamış olan Esat efendinin gözleri faltaşı gibi açılmış, aklı fikri sağa sola saçılmış. Şaşkınlık içinde “Vay abaloğlan vay. Demek aşk derdine düştün öylemi?” diye soruvermiş.

Abaloğlan mahcup, utanmış bir vaziyette yüzünü yere eğmiş, daha da bir söz söylememiş. Amma ustası umur görmüş, sittin sene yaşamış kocalar gibi devran sürmüş bir adammış. Öyle çoban deyip geçmeyin, öyleleri vardır ki içlerinde bir sözü bin batman ağırlığında söylendiği zaman dil tartmaz, duyulduğu zaman yürek kaldırmaz.

Esat efendi çok üzülmüş. “Ey” demiş. “Söyle bakalım Abaloğlan kimdir bu seni bu kadar kendinden alıp götüren güzel?”

Abaloğlan bir susmuş, iki susmuş ama daha fazla dayanamamış. Çünkü sustukça içindeki dert bir ateş yalımı halinde yüreğini yaktıkça yakıyor, içini kavurdukça kavuruyormuş. Ustası Esat efendi baba yarısı olduğu için söylemekte bir mahzur görmemiş. Başlamış anlatmaya.

“Cotcotların kızı usta. Bir gördüm yandım, iki gördüm dondum, üçüncüde vuruldum. O da bana yanık. Gözlerinde okunur. Lakin bilirim zor sevdadır amma ne edeyim. Gönül ferman dinlemiyormuş. Gönle söz de geçmiyormuş”

Esat efendi cotcotların ismini duyunca elini dizine vurmuş derin derin bir ah çekmiş ve “heyvah ki heyvah. Oğul sen ne ettin. Nasıl ettin de o kıza gönlünü kaptırdın. Onun zalımmı zalım, laf anlamaz, söz dinlemez bir babası var ki onun dini de imanı da paradan başka bir şey değildir. Duymaz mısın sağda solda kasala kasala konuştuğunu. Kızımı şehirli zenginlerden birine verecem, karşılığında elli inek, yüz koyun alacam diye söylenip durur. Sanki mal meta satar. Ah be deli oğlan sen ne yaptın.” Diye hayıflanmış.

Abalıoğlan daha fazla dayanamamış ve ustasının bu söyledikleri karşısında yüreğinin sıkıntısından düşüp bayılmış. Esat efendi umur görmüş bir insan olduğu için bu baygınlığın hayra alamet olmadığını, kara sevda baygınlığı olduğunu anlayıvermiş.

Hemen hanımından soğan, limon isteyip Abaloğlanın burnuna soğan kokusunu, diline limon tadını çalmış. Az sonra iniltilerle kendine gelen Abalıoğlan mahcup, mey’us mükedder ustasının gözlerine bakakalmış.

Ertesi gün Abaloğlan yine sabah erkenden önüne kattığı köyün davarını, ineğini yaylıma götürmek üzere yola çıkmış. Cotcotların evinin önüne geldiğinde büyük bir umutla pencereye bakmış perde kıpırdamıyor, kapıya bakmış inekler çıkmıyor. İçini öyle bir korku ve üzüntü sarmış ki ne yapacağını bilememiş.

Kapıyı çalmış, çıkan çiftlik hizmetlisine sormuş inekleri yaylıma salmayacakmısınız diye. Adam salmayacağız bir daha bu kapıya gelme çoban efendi diye terslemiş.

Tam evin önünden ayrılmış, sürünün ardından kalbi yana yana aslıma doğru yürürken duvarın bittiği yerde bir ses kendisine seslenmiş.

“Ay çoban, hele bak bir”

Dönüp bakınca bir de ne görsün. Gönlünü kaptırdığı kızın dadısı. Hemen yanına çağırıp kolundan çekmiş. “Bana bak çoban oğlan. Dün cotcot ağa senin kızına olan sevdanı öğrendi. Kızının da sana yangın olduğunu anladı. Kızını dövdü, sonra da seninle ilgili yazıda yabanda bir şeyler planladı. Aman diyim gözünü seveyim kendine mukayyet ol. Bu adamdan her şey beklenir. Kızını şehirdeki teyzesinin yanına gönderecek bugün. Sen sen ol ardını kolla. Bunun eşkıyadan, soysuzdan adamı çoktur.”

Abaloğlanın duydukları karşısında eli ayağına karışmış, durduğu yerde titremeye başlamış. Vay anam vay diye yanmış içi ve söylemiş bakalım ne söylemiş.

“Zalım felek sana nettim neyledim

Bir zalıma beni köle eyledin

Sevdiceğim gurbet ele giderken

Etlerimi lime lime doğradın kodun ya.

Kader bu ey sevdiğim yazımız buymuş

Zalım baban sana olan sevdamı duymuş

Kırılası elleriyle tatlı canına değmiş

Nolaydı kırılaydı elleri tutmaydı dizi.

Ölümden başkası billahi ayıramaz bizi”

O günden sonra Abaloğlan ne yapacağını, ne edeceğini bilememiş. Artık çobanlık yapmayı da bırakmış yapmayacağını söylemiş. Anası yokmuş ki derdine yansın, babası yokmuş ki ardında dursun. Bir başına günlerce evinde oturmuş ve sonra bir gün çıkmış evinden. Yaylıma çıkmadığı Pazar günleri ara ara uğradığı büyük caminin yanındaki kahvehaneye gelip oturmuş.

Herkes Abaloğlanın gözlerinde ateşi, yüzündeki kırmızılığı görünce şaşırmışlar. Meğer Cotcotların Mustafa ağa kahyasına emir vermiş. Gördüğünüz yerde bir iyice benzetin, adam akıllı bir dövün hizaya gelsin diye.

O günde kahvede imiş kahya. Abalıoğlanı görünce hemen ayaklanmış ve yanına gelip sataşmaya başlamış. Bu sırada Abaloğlan önünde duran, taze dolduruluş, sıcak çay bardağını avuncunun içine almış tutmakta imiş. Kahya, “Ülen itin enciği, sen kim Mustafa ağanın kızına yanmak kim. Anan belirsiz, baban belirsiz çulsuz. Haline bakmıyon hasan dağına oduna gidiyon” diye hakaret etmeye başlamış.

Abaloğlan daha fazla dayanamamış ve elindeki sıcak çay bardağını kahyanın yüzüne boca edip hayalarına doğru bir tekme savurmuş. İki büklüm olan kahyanın belindeki kamayı çekip almış ve burnuna dayayıp “Bana bak kahya bir daha karşıma çıkmayın. O ağan olacak adama da söyle ben yapacağımı bilirim”

Devam Edecek

Start typing and press Enter to search

Skip to content