BİLLUR GİBİ ŞAKIYAN BÜLBÜL MASALI

Print Friendly, PDF & Email

Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde Kaf dağının hemen ortasında bulunan Câ-mekan şehrinin çok cömert ve hayırsever bir padişahı varmış.

Ülkesindeki halkın rahat yaşayabilmeleri için her türlü harcamayı yapar, hiç cimrilik etmezmiş. Yine halkı için şehrin ortasına, sarayının pencerelerinden de görünen çok güzel ve büyük bir bahçe inşaa ettirmiş.

Yemyeşil ağaçlar, minik küçük gölcükler, oturma yerleri, şakıyan kuşlar, gezinen ceylanlar. Hasılı bahçeye bir giren bir daha çıkamıyor ve çok beğeniyormuş.

Padişah bu güzel bahçeyi her gün penceresinden seyreder, halkının neşe içinde bahçede vakit geçirmesinden büyük haz duyarmış. Yine bir gün bahçesini seyrederken birden ortaya ihtiyar bir kadın çıkıvermiş. Padişaha doğru bakmış gülümsemiş ve demişki,

“A padişahım padişahım. Görkemli şahım. Bahçen çok güzel oldu herkes çok mutlu ama içinde altın kafesteki billur sesli bülbül şakımadıktan sonra neye yarar” Ve hemen ortadan kaybolmuş.

Padişah bunun ne olduğunu anlamak için hemen adamlarını göndermiş, her yere baktırmış ama bir türlü ihtiyar kadını bulamamış. Hemen oğullarını yanına çağırmış ve altın kafesteki billur sesli bülbülü bulmaları için emirler vermiş.

Padişahın üç oğlu “babacığım siz hiç üzülmeyin biz hemen bulur getiririz” diyerek yollara düşmüşler. Gide gide şehrin ve ülkenin dışına çıkmışlar. Nihayet bir gece vakti üç yol ayrımına gelmişler. Büyük oğlan en sağdaki taşlı yola girmiş ve “Ben burdan gideceğim” demiş, Ortanca oğlan topraklı yola girmiş ve “Ben de burdan gideceğim” demiş. En küçük oğlan ise çamurlu, balçıklı yola girerek, bize de bu yoldan gitmek düşüyor o vakit demiş ve düşmüş yola.

Büyük oğlan ve ortanca oğlan bir müddet sonra yollarının kesiştiğini görünce yine birlikte seyahat etmeye başlamışlar. Bir şehre gelmişler ancak orada ne yapacaklarını nereye varacaklarını bilemedikleri için kısa sürede paraları da bitmiş ve birisi fırıncıya, biriside kasaba çırak olmuş çalışmaya başlamışlar.

Küçük oğlan ise binbir meşakkatle o çamurlu ve balçıklı yolun sonuna varmış.  Çalı çırpı, orman, diken içinden geçerken eli yüzü, yaralanmış, kan revan içinde kalmış.

Tam yolun sonunda billur gibi akan bir çeşme görmüş. Hemen elini yüzünü yıkamış, üstünü başını temizlemiş ve doğrulmuş ki bir de ne görsün beyaz bir atın üstünde kendisi üç karış, sakalı yedi karış bir ihtiyar gülümseyerek kendisine bakıyor. Hemen sormuş, “amca sen kimsin” ihtiyar “Ben kösemenim asıl sen kimsin demiş.” Küçük oğlanda “Ben câ-mekân şehrinin padişahın oğluyum, altın kafes içindeki billur sesli bülbülü bulmaya gidiyorum.” Demiş. Kösemen onu yolundan çevirmek için çok dil dökmüş ama Küçük oğlan “Ben babama söz verdim. O bülbülü ona götüreceğim” demiş.

İhtiyar afferim oğlum demiş. İşte böyle sözünün eri olmak gerek. Şimdi bu yolun sonunda sen yedi dilli ondokuz elli, kırık belli devin sarayına götürür. Oraya varınca hiç korkma. Hemen sana vereceğim şu tozu devin üzerine serp o ortadan kaybolur. Sarayına girince büyük bir koridor karşılayacak seni. En sondaki odanın kapısını aç kez tıklat. İçerden bir ses kim o deyince “Kösemenin selamı var emaneti almaya geldim” de. Ondan sonra sana altın kafes içinde billur sesli bülbülü verirler. Onu oradan al sonra da yürü çık saraydan.”

Küçük oğlan Kösemenin dediği gibi hemen yedi dilli, ondokuz elli, kırık belli devin sarayına gelmiş. İçeriye girince dev bağırıp çağırarak kendisini karşılamış. Oğlanın üstüne hücum ederken oğlan hiç korkmamış ve kösemenin verdiği torbanın içinde tozu devin üzerine serpivermiş.

Sonra saraya girmiş ve dediği gibi en sondaki odadan kafesi almış ama kafesin yanındaki üç tane dünyalar güzeli kızları da beraberinde alarak Gelin demiş sizi buradan kurtarayım.

Birlikte saraydan çıkmışlar ve bir müddet sonra kösemenin yanına gelmişler. Kösemen “A oğul bunları niye aldın saraydan.” Küçük oğlan “A kösemen orada öylece mahzun garip oturuyorlardı. Hadi gelin dedim takıldılar peşime. Sen şimdi bunlara göz kulak ol ben ağabeylerimi bulup geleyim” diyerek gözden kaybolmuş hemen. Uzun bir yürüyüş ve arayıştan sonra ağabeylerini çalıştıkları şehirde bulmuş. Birisi kasap, birisi de fırıncı olmuş tabi.

Hemen ağabeylerine durumu anlatmış. Yola düşmüşler. Kösemenin yanına geldiklerinde birbirinden güzel üç kızı görünce akılları başlarından gitmiş ve küçük kardeşi kıskanmışlar tabi. Yol düşmüşler, az sonra bir kuyu başında mola vermişler. Ağabeyleri kıskançlıklarından küçük kardeşlerini bir punduna getirip kuyuya atmışlar. Sonra da hemen toparlanıp kızları da alarak oradan koşarak saraya babalarının yanına gelmişler ve altın kafes içindeki billur sesli bülbülü bulduklarını, yanında üç kızı getirdiklerini söylemişler.

Bülbül bahçenin en güzel yerine asılmış ama hiç sesini çıkarmıyor, şakımıyormuş. Padişahın canı çok sıkılmış bu işe. Büyük kızla büyük oğlunu ortanca kızla ortanca oğlunu evlendirmiş. Küçük kızı da sarayda misafir etmeleri için adamlarına emirler vermiş.

Bu sırada kuyuya attıkları küçük oğlan düştüğü yerde uzun süre baygın yattıktan sonra kendine gelmiş. Tam da bu sırada o kuyunun yanından Câ-mekan şehrine giden bir kervan geçiyormuş.

Kuyudan gelen sesleri duyunca durmuşlar ve küçük oğlanı kuyudan kurtarmışlar. Meğer kervancıbaşı küçük oğlanı tanıyormuş. Hemen büyük bir saygı ile en güzel atını kendisine vermiş.

Küçük oğlan kılığını kıyafetini değiştirerek şehre gelmiş. Olanı biteni öğrenmiş tabi. Evlendiklerini, yuva sahibi olduklarını gözleriyle de görmüş. Ah etmiş, vah etmiş ama nafile.

Meğer bülbül hiç ötmediği için padişahın da canı çok sıkılıyormuş. Nihayet küçük oğlan bülbülün bulunduğu kafesin yanına, onu görmek için gelince başlamış şakımaya. Ama öyle böyle değil. O kadar güzel ötüyor, o kadar güzel şakıyormuş ki dinleyen herkes mest olmuş. Padişaha hemen haber vermişler. Ne oldu da bu ötmeyen bülbül birden ötmeye başladı. Diye araştırırken bir delikanlının yanından geçerken öttüğünü öğrenmiş. Hemen bulmaları için adamlarına emirler vermiş ama bulamamışlar.

Ertesi sabah tüm şehre ilan etmiş, tellallar çıkarmış. Herkes altın kafesin içindeki billur sesli kuşun kafesinin önünden geçecek diye.

Herkes geçmiş, kuş hiç sesini çıkarmamış. Ancak sıra küçük oğlana gelince kuş başlamış şakımaya. Tabi padişahın oğlu da daha fazla dayanamamış ve kim olduğunu açıklayıvermiş. Sonra da abilerinin yaptıklarını babalarına anlatmış.

Padişah iki oğlunu hanımlarıyla birlikte uzak diyarlara sürgüne göndermiş ve muhteşem bir zenginliğe sahip olan ülkesini, sarayını, hazinelerini de küçük oğluna bırakmış. Sonra da en küçük peri kızıyla evlendirmiş. Mutlu mesut bir şekilde yaşayıp gitmişler

Start typing and press Enter to search

Skip to content