NASİBİNİ IŞIKLARDA ARAYAN KIZ

Print Friendly, PDF & Email

Sesli Dinle

Dünya bir yoldur, insanoğlu yolcu. Manayı kavrarsa sultan olur oduncu. Kimine mal vermiş Mevla’m yemesini bilmez. Kimine akıl vermiş sırrına ermez. Gözüne ışık vermiş önünü görmez. Böylesine ne söylesen boştur, laf kar etmez.

Evvellerin evvelinde, babaannemin babaannesi beşikte, dedemin dedesinin dedesi eşikte iken. Ben diyeyim Dünya’nın en doğusunda siz deyin en batısında bir dağ köyü varmış. Bu köyde yaşayan bir de yetim kız varmış. Kiremitleri kırık bir çatının altındaki yıkık dökük viranede yaşarmış. Önü orman, arkası dağmış. Kışın evinin içinde rüzgar şarkı söyler yazın güneş ağıt yakarmış. Konu komşu bir tas çorba bir kuru ekmek verirse yer değilse; ahududu, böğürtlen, dağ armudu yermiş. Ama evini bırakıp başka bir eve asla gitmezmiş.

O daha çok küçükken annesi onu ninnilerle uyutur, uyuturken de “A benim güzel kızım senin bahtın yıldızlarda. Sana göz kırpan ışıklarda.”dermiş. Gözlerindeki ışıltıları yıldızlara değer bulurmuş. E öyle değil mi? Atalarımız ne demiş; “Kuzguna yavrusu şahin görünür, kirpiyi anası pamuğum diye severmiş.” Bizim Yetim Kız da büyüyüp evdeki çatlak aynada yüzünü gördüğünde kendisini çok beğenmiş. Bir gece ay dolunaydayken dereye vuran yakamozları kendi ışığı sanıp hayran olmuş. O gün bugündür köyden gelen kısmetlerini geri çevirip “Benim kısmetim bana göz kırpan ışıklarda.” dermiş her birine.

Yetim Kız, her akşam işi bitince annesinin ninnisini söyler, bir pervazı kırık pencerenin önüne otururmuş. Karşıdaki kasabada ışığı parlayan evlerle ilgili hayallere dalarmış. O gece yine ninnisini söylemiş:

-Hım hım, hım hıııım!

Uyu yavrum,-

Sen uyu, bahtın uyansın.

Uyu yavrum,

Ay ışığı vursun sana

Sana göz kırpan ışık utansın.

Uyu yavrum,

Hım hım, hım hıııım!

Sen uyu, bahtın uyansın.

Oturmuş tahta taburenin üstüne ve başlamış hayal kurmaya; o gece usta bir terzi oluvermiş. Hint ipeğinden süslü elbiseler, tüylü şapkalar dikmiş. Müşterileri dükkânın *önünde sıraya girip memnun ayrılınca, kuş tüyü yatağına yatıp huzurla uyumuş

Yine bir başka gece, ninnisini söyleyip tahta taburesine oturmuş. Kendisine göz kırpan en yakındaki ışığa bakıp başlamış hayale; bu kez kervansaray işletiyormuş. Yorgun argın gelen tüccarlar pişirdiği nefis yemekler için kese kese altın verip handan ayrıldıklarında, Yemen’den getirttiği kahvesini içip keyifle yatmış yatağına.

Ertesi gün derenin kenarında geceleri buz gibi olan viranesini ısıtmak için odun toplamaya gittiğinde köyün çobanı ile karşılaşmış. Eli yüzü düzgün, merhametli, kara yağız bir delikanlıymış. Çocukluğundan beri de bizim kızda gönlü varmış. Anası kaç defa gitmiş söylemiş kıza ama olur mu hiç? Kız: “Benim kısmetim bana göz kırpan ışıklarda!” demiş ve hiç yüz vermemiş.

Çoban kıza henüz sağdığı sütü vermiş,” Al bunu ekmeğine katık edersin.” demiş ve gitmiş. Kız arkasından bakıp “Sana mı kaldım ben “deyip burun kıvırmış. Akşam ay hilal, gökyüzü pırıl pırıl, milyonlarca yıldız kıpırdaşıp dururken kız, sütü sobada ısıtmış ve taburesine oturup başlamış hayale; bu kez süslü bir konakta zengin bir beyin kızıymış. O gece vezirin oğlu onu istemeye gelmiş. Hizmetlisi mermer taşlı altın kornalı hamamda, mis kokulu esanslı sularda yıkamış onu. Saçlarını tel tel taramış süslü taşlarla toplamış. Yosun rengi gözlerinin renginde bir entari giyinmiş üstüne. Konağın ahşap merdivenlerinden inerken öyle güzelmiş ki Ay bile kıskanmış onu. Kız konukların yanına inmiş ama kahve pişirmeden dönüp misafirlere: “Vezirin oğlu da kim oluyor beni Küçük Şehzade istedi de gitmedim, bana göz kırpan onca ışık var .”diyerek odasına çekilmiş.

Kız bu hayali sesli sesli kurarken bizim çoban, her gece olduğu gibi kıza bir zarar gelmesi diye, beklediği pencerenin altından duymuş söylediklerini. Ertesi gün annesine anlatmış olanı biteni. Annesi her ne kadar “Bu kız sana uygun değil, onun gözü paranın ışığında senin kalbindeki ışığı görmez.” dese de evladına söz geçirememiş. E oğlunu öyle üzgün görmeye de dayanamamış. Bir plan yapmışlar ana oğul.

Kadın öğle vakti güzel bir süt çorbası pişirmiş. Kızın evine gitmiş. Kız teşekkür edip buyur etmiş virane evine. Kadının içi acımış hem kızın hem de evin haline “ A kızım severdim anacığını ama senin bu halini görse kadın üzülürdü. Eminim mezarında bile huzurlu değildir.” deyince kız “Sen üzülme teyzeciğim benim nasibim bana göz kırpan ışıklarda .” demiş. Bu sefer söz tam da kadının istediği yere gelmiş:

-Tamam kızım haklısın. Rahmetli anacığın da öyle derdi. Gel gör ki o ışıklara sen gitmelisin. Gözüne kestir birini düş peşine. Böyle beklemekle olmaz ki. Ama yine de sen bilirsin.”demiş ve gitmiş. İşte o gün kızın aklı bulanmış. Kadına hak vermiş. “Kaç yaşına geldim. En iyisi ben gideyim.” demiş.

O gece oturmuş tabureye bakmış parlayan ışıklara. Ama öyle çok öyle çok ki: “Acaba hangisi benim ışığım?” derken birisi diğerlerinden çok parlamış. Üstelik bir aşağı bir yukarı gidip geliyor sanki göz kırpıyormuş. Almış annesinin yamalı şalını sırtına düşmüş ışığın peşine. Sonunda yetişmiş. Tam gün ağarmak üzereyken bir de ne görsün? Yaşlı, üstü başı perişan beli bükük üstelik bir ayağı aksak bir dede elinde fenerle bir köyden başka bir köye iş aramak için gitmiyor mu? Kızcağız boynunu bükmüş.” Yok bu benim ışığım olamaz.” demiş dönmüş geri. Ayakları yara içinde, perişan bir halde yığılmış küf kokan delik deşik divana. Öğlen olmuş çobanın anası yine elinde mis gibi süt çorbası ile çıkagelmiş. Sözlerini tekrar etmiş. “Ümidini yitirme git ışığının peşinden.” demiş çıkıp gitmiş.

Kızcağız akşamı zor edip geçmiş pencerenin önüne. Bu akşam kesin bulurum umuduyla oturmuş tabureye. Sonunda yine en parlak kendisine en yakın ışığı seçip düşmüş peşine. Az gide uz gide, kendi kendine söylene söylene ışığı yakalamış. Bu kez orta yaşlarda, boylu poslu, iyi giyimli yakışıklı bir adama rastlamış. Yüzü gülmüş. Ama hemen ortaya çıkmamış. İzlemiş sessizce. Adam güzel birkonağa girmiş. Sonra bir kadın konuşup bağırmaya başlamış;” Gene nerelerdeydin gözü kör olmayasıca? Bir kap yemek pişirecek para getirmezsin eve ama her gece ışık elinde başka hatunlarla gezersin ha!” deyip elindeki eşyayı adama fırlattığında bu ışık da sönmüş kız için. Bu kez tutamamış kendini başlamış ağlamaya. Ayakları kan içinde eve vardığında kendini küflü divana atıvermiş boylu boyunca.

Öğlen olmuş, kapı gıcırdayarak açılmış. Bizim çobanın annesi ve yine elinde sıcacık sütlü çorba. Gelmiş kızın yanı başına o söylemiş kız ağlamış. Kız söylemiş kadın ağlamış. “ Vel hasılı kızım Allah’ın hakkı üçtür .Bugün de dene şansını git ışığının peşinden.” deyip gitmiş.

Akşam olmuş kız yine pencerede hem merak ediyor hem de korkuyormuş. Her gece daha kötüsü geliyor sonu ne olacak diye de üzülüyormuş. Bu kez daha yakında parlayan bir ışığı seçmiş çünkü ayaklarında artık derman kalmamış. Düşmüş yollara az gitmiş uz gitmiş. Elindeki kandilin ışığı sönmek üzreyken her yanı ışıklarla aydınlatılmış çobanın evine varmış. Bakmış içeri çoban türkü söylüyor:

-Sen bir aysın

Ben kara gece

Gel beri, gel beri.

Bu can senin,

Sersefil ettin

Al beni, al beni.

Anası elinde bir kumaş dikiş dikiyor.” Gelirse gelinim giyer.” diye söyleniyor. İçerden bir de mis gibi süt çorbası ve taze ekmek kokusu geliyor. Sanki mutluluk mayalanmış gelecek olanları bekliyor.

Kızcağız çalmış kapıyı girmiş içeri.” Anacığım beni kabul eder misiniz? Artık gidecek yerim yok. Elimdeki fenerin ışığı da söndü.” demiş. Kadın kızı kucaklamış:

-A yavrum iyi ki söndü o ışık senin gözünü kör etmişti. Yeter ki gönlündeki ışık sönmesin.” demiş.

İki garibana karınca kararınca bir düğün etmişler. Ama düğün gecesi de evin her yanına bir kandil yerleştirmişler. O geceden sonra da yolunu kaybetmişler için bir feneri daima açık bırakmışlar. Onlar ermiş muradına bizler çıkalım kerevetine.

Bu masalın sonunda da gökten üç elma düşmüş. Adettendir biri masalı ilk anlatana, yani bana ikincisi siz okurlara üçüncüsü doğru ışığı bulmak için çabalayanlara.

 

 

 

Start typing and press Enter to search

Skip to content