ANKA ALTIN KAFESTE

Print Friendly, PDF & Email

Sesli Dinle

Kafeste bir ankaydım üç yüz yaşındaydım evvel zamanda mavi çadır gerilmiş duydum pazar kurulmuş vurdum karıncaya palanı kırk yerinden bağladım kolanı sardım sırtına seksen sekiz çuval soğanı vardım pazara vay ne pazar ne pazar güzeller durmaz gezer kırlangıçlar terzi köpekler kalaycı tilkiler tüccar buldum bir köşede başladım işe soğan sarımsak satarken terazimin kolu kırıldı bir güzele bakarken kurbağa kanatlandı gitti gelin getirmeye gelin çıktı çardağa çat yerleşti bardağa masaldır bunun adı dinlemekle çıkar tadı.

Uzak mı uzak diyarların birinde esir düşmüş bir kuş varmış. Bu kuş, günlerini kafesinin kapısını açıp onu uçsuz bucaksız göklere salacak bir eli bekleyerek geçirirmiş. Lakin o el bir türlü gelmezmiş. Başka kuşlar kanatlarını süze süze göklerde taklalar atarken, kafes kuşu sadece altın kafesinin içinde içli içli ağlarmış. Onu kafese kapatan sahibinden başka kimsenin bu kuştan haberi yokmuş. Sahibi onu çok sever, pamuklara sararmış. Yemini, suyunu eksik etmezmiş. Ama gelgelelim bu kuşun ne yeminde, ne suyunda hiç gözü yokmuş. Varsa yoksa masmavi gökler, körpecik bulutlar olsunmuş. Aç da kalırmış, susuz da yaşarmış ama kafes, kuşların kanatlarını kısaltırmış. İstemezmiş kafes! Yeter ki kafesinden çıksınmış, yeter ki kanatlarını göklerde süzsünmüş. Sonra belki bir ağacın kovuğunda kendi yuvasını yaparmış, yemyeşil ormanda kapısız bir yuva!

Kuş, günler geçtikçe yemekten içmekten kesilmiş, ötmeyi bırakmış. Hiç olmazsa açlıktan ölürsem, sahibim kafesimden çıkarır diyormuş. Kuşun bu durumunu gören ve onu çok seven sahibi ne yapacağını şaşırmış. Acaba başka kuşlar görse, o zaman yeniden güzel güzel şakımaya başlar mıymış? Belki… Ama denemeye değermiş. Hemen yakınlarda bir kuş sergisi düzenlendiğini duymuş. Bu sergiye çok uzak yurtlardan bile gelecek bir sürü kuş varmış. Ne yapıp edip kuşunu o sergiye götürmeliymiş, iyileşmesi için son çare buymuş. Sergi günü gelmiş, sahibi kuşunun kafesini güzelce parlatmış. Almış eline ışıl ışıl parlayan kafesi, düşmüş yollara. Yol boyunca binbir çeşit börtü böceğin arasında kuş ne ağaçlarla, ne de çevresindeki hiç bir şeyle ilgilenmemiş.

Az gitmişler, uz gitmişler varmışlar yarışmanın düzenlendiği pazar yerine. O da ne, binlerce kuş! Sahibi gözlerine inanamamış, çok kuş olacağını duyduysa da bu kadar çok beklemiyormuş. Eğilip kafese bakmış, onca kuş şakımasının içinde bile kuşu sadece kendi ayaklarını izliyormuş. Ne ötüyormuş, ne kafasını kaldırıp öteki kuşlara bakıyormuş. Onlarca güvercin, kırlangıç, papağan, serçe, kanarya… Hiç birisi ilgisini çekmiyormuş kuşun. Çaresiz adam başlamış elinde kafesiyle tüm kuş sergilerini birer birer dolaşmaya. Sarılar, siyahlar, beyazlar, maviler… Hiç görmediği ne çok çeşit kuş varmış. Üstelik kafeslerdeki kuşların ötüşlerini duyup gelen özgür kuşlar da havada dans ederek uçmaktaymış. Ama yine de en güzeli benim kuşum diyormuş, onun türünün adı ankaymış. Bir ötse, tüm kuşlar susup onu dinlermiş. Binlerce kuş çeşiti arasında hiç onun gibisini görmemiş. Kıpkırmızı tüylerinin arasındaki siyah gözleri, halen sadece ayaklarındaymış. Pazar alanı o kadar büyükmüş ki geze geze saatler geçmiş. Ne kuş bakışlarını ayaklarından kaldırmış, ne sahibi onu yaşama bağlamaktan vazgeçmiş. Adam son sergi alanına girerken bir ses duymuş. Ankam sonunda yeniden öttü işte, derken bir bakmış ki öten o değil! Anka da bakışlarını kaldırmış ayaklarından ve karşısında kendisine bakan başka bir anka görmüş. Nasıl olur diyormuş, nasıl! Ama biz aynıyız, gözlerimiz, gagamız, tüylerimiz aynı! Sahibi de en az kuş kadar şaşkınmış bu duruma. Diğer anka özgürmüş, kafes kuşu değilmiş. Ama onu kafesin içinde gördüğü anda acısını anlamış. Başlamışlar ötmeye. Pazardaki tüm kuşlar susmuş, sadece dinlemeye koyulmuşlar. Onlar öttükçe herkes etraflarında toplanmış. Öylesine acılı ötüyorlarmış ki sahibi bile kaskatı kesilmiş acıdan. Artık dayanamayıp açmış kafesinin kapısını. Anka yıllardır kullanamadığı kanatlarını önce bir silkelemiş, bakışları halen diğer ankanın gözlerindeymiş. Sonra özgür anka ona kanatlarını nasıl hareket ettireceğini göstermiş. Çıkmış kafesten, başlamış kanatlarını onun gösterdiği gibi çırpmaya. İkisi de kanatlarını aça aça göğe yükselmişler, yükselmişler, yükselmişler. Gökten bir tane tüy düşmüş. Kafesin üstüne çarpmış, yanıp kül olmuş. Anka işte o gün küllerinden doğmuş.

Start typing and press Enter to search

Skip to content