ORUÇ KUŞU HÜDA İLE TANIŞIYOR.

Print Friendly, PDF & Email

Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde ben anamın beşşiğini tıngır mıngır sallar iken eski hamam içinde.

Bugün size Oruç Kuşunun masallarından yeni birini anlatacağım çocuklar. Hadi bakalım dinler misiniz.

Küçük Hüda okulunu çok seviyordu. Okuldan gelmiş, yine güzelce çantasını odasına bırakmış, sonra ellerini yüzünü güzelce yıkamıştı. Annesi onu sevgiyle kucaklamış ve benim güzel kızım neler neler öğrenmiş diyerek şefkatle bağrına basıvermişti onu.

Daha sonra hüda annesinin hazırladığı Kurabiye ve süt dolu bardağı alıp odasına çekilmişti ki aynı sesi yine duydu.

“Tık… tık… tıkı tık…”

Dikkatlice dinleyince küçük Hüda, sesin hemen balkonun yanında bulunan kendi odasının penceresinden geldiğini anlayıverdi.  Merakla penceresine doğru yürüdü, perdeyi kenara çekince çığlık atmamak için kendini zor tuttu.

Aman Allahım o ne diye bağıracaktı az kalsın. Camın hemen dışında pencerenin kenarındaki çıkıntıya çok güzel  bir kuş konmuştu. Hüda tam pencereyi açarken minik gagasıyla yine cama vuruvermişti.

“tık… tık…”

Hüdayı karşısında görünce korkup kaçmak yerine kanatlarını hafifçe açıp çeşitli ve çok güzel renklerle boyanmış başını hafifçe öne eğivermişti. Hüda yanlışmı görüyorum diye düşünüp yumruk yaptığı elleriyle gözlerini ufaladı. Ellerini gözlerinden çekince kuşun hala orda durduğunu gördü.

Hemen camı açtı ve sesine verebildiği kadar sevgi ve şefkat dolu bir sıcaklık vererek. “Sen ne güzel şeysin öyle, acıktınmı… acıktığın içinmi pencereye vuruyorsun gaganı öyle…”

Sonra yavaşce iki avcunu birleştirip kuşa doğru uzatan hüdanın şaşkınlığı daha çok arttı. Kuş hiç korkmadan, hatta büyük bir cesaretle hüdanın avuçlarının içine pıt diye zıplayıp minik ayakları ile yerleşiverdi.

Hüdanın kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu. Hemen kuşu odadan içeriye aldı, çalışma masasına doğru geldi ve masanın üzerine, hemen bilgisayarının önüne koydu. Kendisi de her zaman ders çalışırken oturduğu koltuğuna oturdu ve kuşu incelemeye başladı.

Ne kadar güzel renkleri vardı öyle. Kanatları mavi, beyaz, yeşil ve kahverengi çizgilerle doluydu. Sonra aynı çizgiler sırtından başına doğru ince ve çok güzel bir şekilde uzanıyordu. Tüm tüyleri pırıl pırıl parlıyordu. Gagası ise çok tatlı ve koyu kahverengi idi. Gözleri iri, siyah boncuk boncuktu ve hüdaya bakarken bazen boynunu sağa yada sola eğiyor, öyle bakıyordu.

Sanki hüda onu incelerken o da hüdayı inceliyor, garip garip bakıyordu onun yüzüne. Sonra birden, az önce camın önünde yaptığı gibi minik gagasını bu sefer üzerinde durduğu masada bulunan ve hemen yanında bulunan hüdanın kurabiye tabağına doğru vuruverdi.

“tık.. tık..

Hüda bu tıkırtıyla kendine geldi.

“Uuuu. Sen acıktın mı güzel kuşum benim” diye hemen annesinin az önce kendi elleriyle pişirip tabağına koyduğu küçük kurabiyelerden bir tanesini aldı ve minik mavi kuşun önüne küçük parmaklarıyla kırarak küçük parçalar halinde seriverdi.

Minik mavi kuş önce hüdanın gözlerine, sonra başını gagasıyla birlikte yere eğerek minik minik parçalara ayırdığı kurabiye kırıntılarına baktı, sonra tekrar hüdanın gözlerine baktı. Hüda minik mavi kuşun kurabiye kırıntılarına gagasıyla hiç dokunmadığını, öylece kendine baktığını görünce üzülmüştü.

“ama sen niye yemiyorsun bu güzel kurabiyeleri. Ben onları çok seviyorum. Annem kendi elleriyle benim için yapıyor. Sen niye yemiyorsun?”

İşte tam bu sırada hüdanın hiç beklemediği, aslında ilk anda birden biraz da korktuğu bir olay gerçekleşti ve kuş konuşuverdi.

“Ben oruçluyum”

Hüda şaşkınlıktan neredeyse küçük dilini yutacaktı az kalsın. Ellerini ağzına kapatmış, sadece irileşmiş gözleriyle kuşa bakıyor ve ne dediğin anlamaya çalışıyordu. Birden soruverdi.

“Ama sen konuşuyorsun, yanlış duymadım değilmi?”

Kuş yeniden hüdanın gözlerinin içine bakarak “Evet, korkma, ben konuşuyorum ama beni sadece sen duyup anlayabilirsin, diğer insanlar benim sadece kuşlar gibi cıvıldadığımı duyarlar.”

“Peki ama ben seni nasıl anlıyabiliyorum?” diye merakla sorunca hüda, minik kuş bir iki adım atıp masadan hüdanın hemen koluna sıçrayıverdi ve oraya tünedi, sonra hüdanın omuzuna doğru yükseldi, omuzuna konunca da minik gagasını sevgiyle onun yanağına sürerek cevap verdi.

“Çünkü sen çok iyi bir peri kızı gibisin. Herkese iyilik yapıyorsun. Kalbin çok güzel. Herkesi seviyor ve kimseyi üzmemek için çok dikkatli davranıyorsun. İyi kalpli bir meleksin. Unutma iyi kalpli insanların diğer insanlardan bazı farklılıklarının olması normaldir.”

Hüda bu yeni arkadaşı ile konuşabildiği için çok sevinmişti. Merakla yeniden sordu. “Kurabiyeleri niye yemediğini sorunca, ben oruçluyum dedin. Peki siz kuşlar oruç tutuyormusunuz?”

Minik mavi kuş hüdanın omuzlarından pır diye havalandı, hüda onu kafasıyla takip ediyordu. Minik mavi kuş  odanın ortasında bir iki kere dönüp, neşe içinde cıvıldadıktan sonra yine az önce masanın üzerinde durduğu yere gelip kondu. Ve konuşmaya başladı hüdayla,

“Önce kendimi tanıtayım istersen. Ben Oruç Kuşu. Kaf dağının ardından geliyorum. Aslında kaf dağı masalcısının kuşuyum ve beni o gönderdi sana. Git ve Bu Ramazan konuk olacağın iyi kalpli çocuklar  ile tanış. Merak etme minik kuş kalbindeki sevgi seni onlarla buluşturacak. O iyi kalpli çocuklara Ramazanı anlat dedi. Bende uzun bir yolculuktan sonra bu şehre geldim, kanatlarımı rüzgarın serinliğine bıraktım ve beni bu şehirdeki iyi kalpli çocuklardan birinin evine götür diye seslendim rüzgara. Rüzgarda beni senin evine getirdi. Pencerenin önüne kondum ve işte seninle böylece tanışmış olduk. Evet benim adım Oruç Kuşu. Ben her Ramazan iyi kalpli bir çocuğun evine, odasına misafir olurum. Onunla ramazan ayı boyunca arkadaş olurum ve birlikte bayrama kadar kalırız. Sonra da yine Kaf dağındaki yuvama uçar giderim. Benimle kurabiyeni paylaştığın için çok teşekkür ediyorum ama ben oruçluyum.”

Hüda sevinsinmi üzülsünmü bilememişti. Hemen atıldı. “bende çok söyledim anneme babama. Oruç tutmak istiyorum sizinle diye ama izin vermediler.”

Oruç kuşu neşe ili cıvıldadı. “Güzel Hüda, sen henüz küçük bir çocuksun ve senin oruç tutma yaşın gelmedi. O yüzden izin vermemişlerdir anne ve baban. Oruç tutmak için büyümen ve belli bir yaşa gelmen lazım.”

“Peki ne zaman geleceğim o yaşa, ne zaman büyüyeceğim”

Oruç kuşu Hüdanın bu sorusu üzerine yine sevinçle kahkaha cıvıltılarını odanın içine bırakıverdi.

“Ah siz çocuklar, hemen büyümeyi istersiniz. Ama büyüyüncede hep çocukluğunuzu hatırlar ve özlersiniz. Sabırlı ol. Her şey zamanında güzel. Bak anneciğin seni çok seviyor, babanda öyle. Sana çok güzel kurabiyeler yapmış. Sen şimdi onları güzelce ya bakalım. Ben de izin verirsen şu köşede azıcık dinleneyim. Uzun bir yoldan geldim. Sonra yine konuşuruz olurmu”

Hüda sevinçle ellerini birbirine çırptı. Gitmeyecek misin yani diye sordu. Oruç Kuşu da “Biraz dinlendikten sonra bu şehirdeki diğer iyi kalpli çocukları da görmek için uçacağım elbette ama önce seninle biraz arkadaşlık edelim olurmu?” diyerek yine kanatlarını açıp pır diye havalandı ve hüdanın başının üstünde iki tur attıktan sonra onun yatağında bulunan yumuşacık yastığının üzerine konuverdi. Sonra ayaklarını altına topladı, minik kafasını yastığa doğru düşürdü ve mavi boncuk gözlerini kapadı, derin bir uykuya daldı…

Hüda sevgi dolu bakışlarla oruç kuşunu seyrediyordu. Oruç kuşu yorgunluktan uyuya kalmıştı.

Evet sevgili çocuklar. Bizde çok fazla konuşup oruç kuşunu uyandırmayalım. Çok yorulmuş. Uykuya daldı. Tabi kaf dağından buraya kadar uçmak kolaymı. Öyle uzun bir yolu kanat çırpa çıpra katetmek hayli yormuş. Hadi bakalım. Bizde uyuyalım. Yarın yine Oruç Kuşu ve hüdanın güzel arkadaşlıkları esnasında neler konuştuklarına hep birlikte şahit olalım. Sessiz olun, oruç kuşu uyanmasın…

Start typing and press Enter to search

Skip to content