DEVLERİN DİYARI

Print Friendly, PDF & Email

Sesli Dinle

 

Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal, pireler berber iken ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallarken devler bizim memleketin sahipleriymiş. İri cüsseleriyle herkesi korkutur, istedikleri her şeyi elde ederlermiş. Başlarına bir iş geleceğinden korkan ahali de onlar ne derse kabul ederlermiş. Bu uğurda kaç genç ziyan olmuş say say bitmezmiş. Devlere akşam ziyafeti olan delikanlılar mı desem, yoksa aşık oldum bahanesiyle kaçırılan kızlar mı desem bilmem. Ama bu listenin sonu gelmek bilmezmiş. Çünkü devlerin isteği de bitmezmiş.

Bu diyarı yöneten iki dev kardeş varmış. Bu kardeşlerin ikisi de bir dağ kadar iri ve güçlüymüş. Sert, çirkin bir yüzleri varmış ancak tüm benzerlikleri de bu kadarmış. Dışarıdan bakan gözler onları ikiz kardeş sanabilirmiş ama işin aslı çok farklıymış. Bu iki kardeşin huyları gece ve gündüz kadar keskin bir çizgide ayrılırmış. Birinin adı Akça, diğerinin adı ise Karaca’ymış. Akça, adı gibi saf temiz kalpli biriymiş. Gücünü kötüye kullanmaz, kimseye zarar vermezmiş. Karaca ise onun tam tersi mizaçta, sert ve kibirliymiş. Akça, kardeşini defalarca uyarmış olsa da Karaca onun sözünü hiç dinlemezmiş. Gücüne güvenir, karşısına çıkan kimsenin gözünün yaşına bakmazmış. Bu yüzden de krallıkta en çok onun sözü geçermiş ve diğer devler de ondan cesaret bulurmuş. İnsanlar, o ne derse yapmak zorundaymış. Bu yüzdendir ki çaresiz halk kazandıkları iki kuruşu da ona teslim edermiş.

Aylar, yıllar geçmiş bu şekilde. Halk, devlerin her isteğine boyun eğmiş ve bu bir gelenek haline gelmiş. Lakin bir gün yine bir fırtına çıkagelmiş. Devlerin zulmünün yanında bir de kıtlık baş göstermiş. Ahali ne yapacağını bilemez haldeymiş ama bu bile devleri durdurmaya yetmemiş. Karaca emir vermiş askerlerine. Köyde ne kadar genç kız varsa getirin kendime eş seçeceğim demiş. Adamları da hemen köye inmişler. Feryat figan ağlayan ailelerin kızlarını alıp saraya getirmişler. Genç kızların, korkudan sesleri dahi çıkmıyormuş. Biri hariç tabi. İçlerinde öyle biri varmış ki pek asiymiş. Bağırıp çağırıyor, kendisini taşıyan devden kurtulmak için etrafı yumrukluyormuş. Lakin narin bedeni bir devle baş etmeye yetmiyormuş. Askerlerin, kızları hünkar kardeşlerin huzuruna çıkaracakları vakit ortalık durulmuş. Kötü kalpli Karaca’nın namını duymayan yokmuş. Odaya girdikleri vakit kızımızın gözleri Karaca’dan önce Akça’ya ilişmiş. Akça, ömrü hayatında böyle güzel kız görmemişmiş. Kızın kocaman siyah gözleri, upuzun sarı renkte saçları varmış. Saçlarını da omzunun iki yanına örgü yapmış. Hırçınlık yaparken dağılan örgüleri ona doğal bir güzellik katıyormuş.

“Senin adın nedir?” diye sormuş Akça.

“Esin” demiş kızcağız ama daha kelimesini tamamlayamadan Karaca araya girmiş.

“Ne iş yaparsın bakayım sen? Pek de güzelmişsin” demiş. Esin daha o anda iki kardeş arasındaki farkı idrak edebilmiş.

“Bırakın beni gideyim” demiş göz ucuyla Akça’ya bakarak. Karaca kükremiş. “Benim soruma yanıt ver” demiş.

“Kıtlık gelmeden önce çiftçilik yapardım ama şimdi yapacak işim yoktur” demiş Karaca’nın yüzüne bakmadan. Dev hiçbir şey yokmuş gibi tüm kızlara sırayla sorular sorarak onları ölçüp biçmiş. Onları odalarına göndermeden önce de “İçinizden talihli iki kişi bana ve kardeşime eş olacak” demiş. Böylece genç kızların esaret dönemleri başlamış imiş. Sarayın kilerine yakın bir yerde kocaman bir oda varmış. Askerler tüm köylü kızları toplayarak bir odaya tıkmış. Zavallı yavrucaklara günde bir defa yemek verilirmiş. Kimisi kaderini kabullenir kimisi ise ağlayarak feryat figan edermiş. İçlerinde yalnızca Esin, bir çıkış yolu düşünmeyi akıl etmiş. Aklından bin bir tane fikir geçirmiş ama hiçbirini kucağına düşürememiş. Böylece günlerini ziyan etmiş. Öte yandan Akça, gördüğü güzel kızı hiç aklından çıkaramıyormuş. Halbuki saraya nice güzel kız getirmişler ama onun gözleri Esin’den başkasını görmeyi bilmez olmuş. Ondaki bu değişikliği kardeşi de fark etmiş. “Sende bir haller var ama hadi hayırlısı” demiş. Aradan birkaç gün geçmiş ki askerin biri Esin’i diğer kızların yanından alıp sarayın arka bahçesine çıkarmış. Başına bir iş geleceğinden endişelenen Esin, karşısında Akça’yı bulmuş. Dev, kendisinden beklenmeyecek derecede nazik ve iyi yürekliymiş. Üstelik de pek bir cesur imiş. Yüreğinde Esin’e dair ne varsa hepsini bir bir söylemiş. En sonunda da “Ama beni Karaca ile karıştırma. Senin de bende gönlün var ise evlenmek isterim” demiş. Esin, Akça’nın dev görüntüsünün ardında yatan yiğit delikanlıyı görebilmiş. Onun kibarlığına, aşkına ve cesaretine vurulmuş. Bu yüzden de onunla evlenmeyi kabul etmiş. Geriye de bu durumu Karaca’ya açıklamak kalmış. Meğer o gün akşam da saraya getirilen tüm genç kızlar hükümdarın huzuruna çıkarılacak ve Karaca cevabını açıklayacakmış. O vakit Esin koşmuş gitmiş kızların yanına. Anlatmış olan biten her şeyi. Bir de oyun etmek istemiş Karaca’ya. Kızlar da bunu seve seve kabul etmiş.

Akşam vakti geldiğinde tüm kızlar güzelce giyinip kuşanmışlar. Saçlarını da bir güzel tarayarak hünkar kardeşlerin huzuruna çıkmışlar. Esin, Akça ile göz göze geldiği vakit pek sevinmiş. Akça, Karaca’ya fırsat vermeden söze girmiş.

“Biz kararımızı açıklamadan önce kızlar, kiminle evlenmek istediğini söylesin” demiş. Karaca bu fikri kendinden emin bir şekilde kabul etmiş. Nasılsa herkes onu seçecekmiş. Ama hiçte beklediği gibi olmamış. Kızlar sırayla Akça’nın adını söylüyor imiş. Bu durum Karaca’yı çok sinirlendirmiş. “Kimse benimle evlenmek istemiyor mu?” diye ortalığı inletmiş ama kimsenin fikri değişmemiş. “Siz ne derseniz deyin, biriniz benimle evleneceksiniz!” demiş. Ama hiç kimse tarafından istenmemekte ağrına gitmiş. Dayanamayarak “ Neden kimse beni istemiyor? Akça da benim gibi bir devdir, neden onu seviyorsunuz?” demiş.

İşte kızların beklediği soruda tam olarak bu imiş. Ardı arkası kesilmeyen cevaplar vermişlermiş.

“Çünkü o senin gibi zalim değil…”

“Bize iyi davranıyor…”

“Cesur ve akıllı birisi…”

“Nazik ve insanların halinden anlıyor” demişler. Aldığı cevaplar karşısında oturduğu koltuğa sinmiş Karaca. Şimdi kendi ile hesaplaşma vaktiymiş. Yıllardır gücü ve acımasızlığıyla insanları korkutup dururmuş. Onun her dediğini yaptıkları sürece başka hiçbir şey umrunda olmazmış. Ancak o an ne denli büyük bir hata yaptığını anlamış. Hiç kimse onu sevmiyormuş. Hatta kendisi bile. O yalnızca korkunun ardına saklanan bir korkakmış. Bu yüzden de sevmeye ve sevilmeye hiç cesareti olmamış. Lakin kararını vermiş artık eski Karaca olmayacakmış. Ne yapıp edip insanların sevgisini kazanacakmış. İlk önce Akça ve Esin’in evlenmesine izin vererek diğer genç kızları serbest bırakmış. Kardeşine dilerle destan bir düğün yapmış. Bu düğün sayesinde de fakirlik içindeki halk bol bol yemekler yemiş. Ardından da askerlerine emir vermiş. Bu saatten sonra hiç kimsenin kılına dahi dokunulmayacak demiş. Köye sandıklar dolusu altın göndererek de cömertliğini göstermiş.

O vakitten sonra bütün herkes huzur içinde geçirmiş ömürlerini. Farklılıkların, birliğe engel olmayacağı öğrenilmiş. İnsanlar, hiç kimseyi dış görünüşüyle yargılamamayı öğrenirken devler de gücünü kötüye kullanmamayı öğrenmiş. Eh, onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.

 

DENİZ SARGUT

Start typing and press Enter to search

Skip to content