İMGELERİN İHANETİ

Print Friendly, PDF & Email

Konuşmak? Konuşuyorum; alışmak? Evet alışıyorum da
Süresiz, dıştan ve yaşamsız resimler gibi.
Edip Cansever

Bu bir pipo değildir. Nasıl yani? Ne demek “Bu bir pipo değildir.”? Nedir o halde? Ne olduğunu söyleyemem ama ne olmadığını söyleyebilirim: bu bir pipo değildir.

Sürrealizm akımının en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilen bu resim, 1928 yılında Rene Magritte tarafından yapıldı ve İsmi “La Trahison des Images” yani “İmgelerin İhaneti.” Bu tablo, ressamın üzerine eğilmek istediği felsefi bir sorun için hazırladığı seriden biri. Bu seride dil ve gönderim üzerine bir takım mülahazalar mevcut ve özel olarak bu resimde bir sözcük ile o sözcüğün gönderim yaptığı nesne arasındaki ilişki irdelenmek isteniyor. Eminim şimdiye kadar “Bardağın ismi neden bardak da ağaç değil mesela? Bu eşyaların isimlerini kim bulmuş?” sorularıyla ya da benzerleriyle mutlaka karşılaşmışsınızdır. Burada irdelemeye çalışacağımız bu isimleri kimin bulduğu değil, bir adım öncesi, yani isimler bulunmuş tamam ama bu isimlerle o nesneler nasıl ilişkiye sokulmuş da bardak sözcüğü bir bardağı ifade etmeye başlamış? Magritte’in bu tabloda ifade etmeye çalıştığı şey de bu, bir pipo resminin bir pipo olmadığıdır. Bizim sözcükler üzerinden düşünmeye başladığımız şeyi Magritte imgeler üzerinden düşünmeye açıyor. Bu resim, yalnızca bir imgedir. Nesnenin kendisiyle arasında kurulan ilişki üçüncü bir özne tarafından ortaya konmuştur, imgeye, ona ait olmayan bir görev yüklenmiştir. Fransız filozof, sosyal teorisyen Micheal Foucault’a göre resmin altındaki cümlenin doğruluğu, “bu” kelimesinin gönderim yaptığı anlama göre farklılaşacaktır. “bu” kelimesi resmi çizilen pipoya mı, cümleye mi yoksa “bu” kelimesinin kendisine mi gönderim yapmaktadır, bu belirsizdir. Eleştirilen şey, alışılagelmiş anlamlandırma ilişkileridir. Bu yolla ortaya konan eleştiri pipo olmayan şeyin, bir pipo imgesinin fark edilmesinin çok daha ötesine götürmektedir bizi. Magritte sürekli olarak sözcük, imge ve gerçeklik ilişkileri üzerine düşünmüş ve izleyicinin bunlar arasındaki ilişkileri sorgulamasına sebep olacak eserler ortaya koymuştur. Resimdeki imge ve sonrasında metinle karşılaştığımız ilk anda hissettiğimiz yanılgı Foucault’a göre metinle figürü ilişki içine sokma eğilimimizden kaynaklanır. Magritte’in yapıtta bize sunduğu şey basit bir eşitlik ilkesidir aslında, resimdeki şey bir piponun imgesidir, temsilidir ya da temsili bir betimlemesidir ama kesinlikle gerçek bir pipo değildir. İmgenin temsil ettiği şeyle yani nesneyle doğrudan bir ilişkisi yoktur, dilsel göstergeyle yani sözcükle bu ilişki sabitlenmiştir. Magritte’in yapıtında dilsel ve görsel olan arasındaki ilişki bir bakıma koparılmaktadır. Bir imge, resim gerçekte var olan nesneyi kopya etmez, aynı şekilde dilsel bir gösterge olan sözcük de bunu yapamaz, yani bir nesneyi işaret eden imge ya da sözcük ile o nesne arasında zorunlu hiçbir bağlantı yoktur. Bir pipo, anlam kazanmak için pipo imgesine ya da “pipo” kelimesine ihtiyaç duymaz. Bu imgeden ya da sözcükten bağımsız ve ilişkisiz olarak pipo, vardır.

Magritte, 1966’da bu felsefi düşünce resim serisinin son eseri olan İki Gizem ((Les Deux Mystères)’i tamamladı. Burada bir şövale üzerinde duran İmgelerin İhaneti’ni ve sanki bu tablo yapılırken referans alınmış gibi havada asılı duran başka bir pipo görüyoruz. Ama tuvaldeki pipo figürünün altında yazılı olan “Bu bir pipo değildir.” cümlesi, resmin içindeki her iki pipo imgesini de çelmektedir. Bu cümlenin hangi pipoyu kastettiği belli değildir. İkisi de Magritte’in resminde bir imge olmaktan başka bir şey değildir. “Öyleyse Magritte havada asılı duran ve bir model işlevi gören daha büyük bir pipo çizimine neden ihtiyaç duymuştur? Ancak Foucault , çerçevenin, tuvalin, desenin ve metnin devrilip gideceği ve sözcüklerin belki de yeniden artık kurulamayacağı ölçüde birbirinden ayrılmış harfler yığınına dönüşeceği gibi bir izlenim uyandırıldığını söylemektedir.” [1] Dil ve gerçeklik, sözcük ile nesne arasındaki ilişki sorunu kendini göstermektedir. Nasıl ki imgenin kendisi nesnenin kendisiyle birebir örtüşmek zorunda değilse, sözcük de sahip olduğu anlamı nesneler yoluyla kazanmaz. Magritte yaptığı resimlerde, imgelerin ya da sözcüklerin sabit bir gerçekliğe gönderme yaptığı düşüncesini sarsmaya çalışmaktadır. Bir önceki yazımda Magritte’in “Düşlerin Anahtarı” eserini kullanmıştım, o eserde Magritte sözcüklerin nesneleri ifade etmede nasıl da yetersiz kalabileceğini gösterir ve sözcükler ile anlamlar arasındaki ilişkiyi farklı bir yoldan düşünmeye açar.

Tüm bunlar dil ile gerçeklik arasındaki ilişkinin sorgulanmaya başlandığı bir düşünsel geleneğin içerisindeki tartışmaların ürünüdür. Dil ve gerçeklik sorunu, çok dar bir bağlamda, konuştuğumuz dil üzerine özelleştirilemeyecek bir takım durumlarla çevrili olduğumuz üzerine düşünmeye itiyor bizi. Konu buradan çok farklı sahalardaki tartışmalara çekilebilir bence. Örneğin, bir insan sadece Türkçe konuştuğu için Fransızca konuşan bir başkasından farklı değildir. Tüm milliyetçilik düşüncelerini bu bağlamda inceleyebiliriz. Ya da hayvan sorunu; insan yalnızca belli nesneleri belli bir takım seslerle –sözcüklerle- ilişkilendiriyor diye, yalnızca bu özelliği ile ama, kendini bunu yapamayan diğer tüm canlılardan üst bir konuma yerleştirebilir mi? Olan şey bu zaten ama yaptığı bu şeyin meşruluğunu nereden kazanıyor, kendine bu hakkı nereden temin ediyor? Doğru ya da yanlış olarak herhangi bir değer yargısında bulunmuyorum, bunları düşünelim diye bir alan açmaya çalışıyorum. Aynı dili konuştuğumuz halde birbirimizi anlamadığımız anları düşünün. Belli birtakım sesleri yan yana getirip adına sözcük diyoruz ve bizden çıktıkları anda artık ifade etmeye çalıştığımız şeyden çok farklı bir hale bürünebiliyorlar, sözcüklere biraz temkinli yaklaşmak lazım.

  1. Ahmet Cüneyt Gültekin, “Michel Foucault’nun Magritte Yorumu ve Sözcük Nesne Kopukluğu”, DERGİPARK, https://dergipark.org.tr/tr/pub/artukluakademi/page/6524, (Erişim Tarihi: 29.10.2021).

Start typing and press Enter to search

Skip to content