Bakır Kral ve Altın Köylü

Print Friendly, PDF & Email

Bir varmış bir yokmuş. Dünya bir dolu bir de boşmuş. Sultanlar, göklerde altın taslardan su içerlerken sefil halk taş kuyudan su çekemezmiş. Bir yanı altın bir yanı da bakırdan bir dağın yamacına kurulmuş bir krallık varmış. Bu ülke o kadar zengin o kadar zengin imiş ki hiç çalışmasalar bile ömür boyu yetecek kadar altınları var imiş. Krallık ne kadar zengin ise kralları da bir o kadar cimriymiş. Sarayın dışında bir sikke bile yuvarlansa peşinden kırk asker gönderir imiş. Halkı sefalet içerisindeyken kendisi bir eli yağda bir eli de balda yaşar imiş. Bu cimri kralın Molly adında bir de kızı var imiş. Prenses altınlarla bezeli bir yatakta doğup hiç zorluk görmediği için hayır lafından hiç anlamazmış. İstediği her şeye tek bir el hareketiyle sahip olur yine de hiçbir şeyden memnun olmaz imiş. Prenses Molly vaktinin çoğunu etrafındaki hizmetçilere emirler yağdırarak geçirir, canı sıkıldığı zaman ise Kral Milo’nun yanına gidermiş. Fakat Kral Milo daha çok zengin olmak için o kadar çok çalışırmış ki küçük kızına hiç vakit ayıramazmış. Prenses Molly ne zaman babasıyla oyun oynamak istese kral ona bir kese altın vererek gönderirmiş. Sonunda prensesin binlerce altını olsa dahi en çok istediği şeyi hiç alamaz imiş. Bir gün prenses alabileceği her şeyi almış, giyebileceği en güzel kıyafetleri giymiş ve yiyebileceği en lezzetli yiyecekleri yemiş. Yine de içinde dolmayan bir şeyler olduğunu düşünerek babasının yanına gitmiş. Ancak babasının ona ayıracak hiç vakti yok imiş. Oyun isteği yine reddedildiği için canı sıkılan prenses bahçeye çıkmış ve yürümeye başlamış. O kadar dalgınmış ki ormanın derinlerine kadar indiğini hiç fark etmemiş. Prenses Molly çok korkmuş. “Bana yardım edin” diye bağırmış fakat onu duyan hiç kimse olmamış. Çaresizce yürümeye devam ederken prensesin ayağı bir ağaca takılmış ve düşmüş. Prensesin acı çığlığını duyan küçük bir kız hemen koşup gelmiş. Prenses onu görünce çok şaşırmış. Küçük kızın kıyafetleri eski püskü, üstü başı kir içerisindeymiş.

“Burada ne arıyorsun?” diye sormuş prenses. Küçük kız elini prensese doğru uzatarak “Ben burada yaşıyorum” demiş. Prenses, küçük kızın elini tutarak ayağa kalkmış ve asıl kimliğinden bahsetmeden başından geçenleri anlatmış. Küçük kız adının Mobley olduğunu söyleyerek prensese yardım etmek için onu kendi evine götürmüş. Prenses gördükleri karşısında şaşkınlıktan küçük dilini yutuvermiş. Koca koca ağaçların arasına saklanmış, tahtalardan yapılmış derme çatma bir eve gelmişler. Evin babası topladığı odun parçalarından ateş yakmaya çalışıyormuş fakat kızının geldiğini görünce sevgiyle gülümsemiş. Hemen elindeki odunları bırakarak küçük kızına sarılmış. Kızının yanında bir arkadaşını getirdiğini düşünerek prensesi içeriye davet etmiş. Mobley’in annesi prensesin yaralanan dizine bir merhem sürmüş ve ona yiyecek ikram etmiş. Prenses Molly ne diyeceğini şaşırmış. Hayatında ilk kez birileri ona karşılıksız yardım ediyormuş. Ne bir altına ne de bir unvana sahip olduğunu bilmiyorlar imiş.

“Bu küçük, eski evde nasıl yaşayabiliyorsunuz?” diye sormuş prenses etrafı incelerken.

“Bu ev, bizi birbirimizden uzaklaştıramayacak kadar geniş ve sevgimizi hep canlı tutacak kadar da yeni” diye yanıtlamış Mobley.

“Ormanda vahşi yaratıklar yok mu? Burada ne iş yaparsınız ki?” diye sormuş prenses merakla.

“Babam oduncu, odunları toplayıp satar. Annem ve ben de ona yardım ederiz. İşimiz bitince eve gelip hep beraber yemeği hazırlarız ki birbirimize ayıracak daha çok vaktimiz olsun. Yemekten sonra da birbirinden güzel oyunlar oynarız” demiş Mobley içten bir gülümsemeyle.

Prenses sahip olduğu şeyleri düşününce hayatında bir kez bile hiçbir şeyden bu denli sevinçle bahsetmediğini fark etmiş. Onun asıl eksiği para ya da mücevher değilmiş. Mutlu olmayı hiç öğrenememesiymiş. Ama o gün kader çarkları birbirini vurmuş, güneş tam tersinden doğmuş. Ağaçlar sallandıkça sallanmış, küçük bir çocuk göğe bakmış. O gün kader en baştan yazılmış. Karar verilmiş. Prenses artık mutlu olmayı öğrenecekmiş. Hem o gün kaderi en baştan yazılan tek kişi o da değilmiş. Kral Milo, kızının kaybolduğunu fark edince çok üzülmüş. Bütün adamlarını, prensesi bulmaları için sarayın dışına göndermiş. Saatlerce ondan haber alamayınca dayanamamış ve kendisi de yollara düşmüş. Atıyla dörtnala giderken yol boyunca düşünmüşte düşünmüş. Atının attığı her adımda yaptığı bir yanlış aklına düşüvermiş. Karar verilmiş, kızının her daim yanında olacak imiş. Askerleri kızının yerini bulduğunda sevinçten havalara uçmuş. Kızıyla kavuştuğunda ise birbirlerine sımsıkı sarılmışlar. Kral, kim olduğunu açıklamış ve kızına yardım ettikleri için köylülere altın vermeyi teklif etmiş.

“Biz evimize gelen küçük bir kızı ağırladık ama bunu bir karşılık bekleyerek de yapmadık. Biz kendimizi altına köle etmeyiz” demiş oduncu. Kral, kendi halkının bu denli iyi niyetli insanlardan olduğunu hiç bilmiyor imiş. İşte o gün, yer yerinden oynamış ve altın tüm dağı kaplamış. Kader o gün herkese bir ders vermiş. Kral, her daim kızının yanında olması gerektiğini öğrenmiş, prenses ise sahip olduklarıyla da mutlu olabilmeyi. Mobley ve ailesi ise sevginin her şeyi ne kadar güzelleştirdiğini fark etmiş. O günden sonra krallıkta herkes bolluk, bereket ve mutluluk içinde yaşamış. İnsanları kader değil kendi seçimleri kurtarmış. Ay yükselmiş, güneş batmış ama insanlık her daim ayakta kalmış.

DENİZ SARGUT

Start typing and press Enter to search

Skip to content