MASAL BANA NE SÖYLÜYOR ?

Print Friendly, PDF & Email

Masallar sıradan metinler değillerdir; hayata dair bilgelik ve deneyim mesajları taşırlar. Bu mesajları simgesel bir dille aktarırlar; her kes payına düşeni ihtiyacı olduğu zamanda ihtiyacı olduğu kadar alır, alabilir. Bu nedenle her masal herkese aynı şeyleri söylemeyebilir ve ya her zaman aynı şeyleri söylemeyebilir. Yani mesajlar kişiye özeldir; hangi elmanın kimin kafasına düşeceğini kişinin ihtiyacı belirler; eğer masalın bize söylemek istediklerini söylemesine izin verirsek…

Masalın bize söylemek istediklerini duyabilmek, anlayabilmek için sadece sonucuna değil, tümüne kulak vermemiz gerekir; özellikle de tuhaf, saçma, olağan dışı ve rahatsız edici bulduğumuz bölümlerine. Bu bölümlerde masallar bizlere sorular sorarlar, sordurturlar. Bu sorular sihirlidir; içlerinde aradığımız cevaplar vardır.

Bu yazımda örnek olarak sizlerle bir masalın iskeletini paylaşarak devamında paylaştığım masalın hali hazırda bana söylediklerini, benim duyduklarımı aktarmak istiyorum. Paylaşacağım masal “Karlı Dağdaki Güzellik Ağacı” ve “Gülmeyen İnsanlar Ülkesi” isimli masallardan esinlenerek ördüğüm bir versiyon:

Şimdilerde unutulan, geçmişte geri gelecek bir zamanda,

Var var iken, yok yok iken,

Dağ başlarının hep bulutlu, insanlarının bir umutsuz bir umutlu, çoğu zaman kederli olduğu bir ülke varmış. Tüm insanlar kendilerine göre ciddi işlerle uğraşırlar; sohbeti, muhabbeti, gülmeyi, güldürmeyi, sevindirmeyi gereksiz bulurlarmış. Zamanla ülke insanları neşelerini kaybetmişler, mutsuzlaşmışlar, kasvete, kedere boğulmuşlar. Ülkenin padişahı vezirlerini toplar; konuşurlar, akıllı, uslu laflar ederler ama bu duruma bir çare bulamazlarmış.

Günlerden bir gün ülkeye Hint’ten mi, Çin’den mi geldi bilinmez yaşlı ve bilge bir adam gelmiş. Adamın geçtiği köylerde, kasabalarda insanlar daha mutlu ve neşeli olmaya başlamışlar. Haber padişahın kulağına gelmiş, talimat vermiş, bilge adamı huzuruna getirtmiş. Ona mutluluğun, huzurun, neşenin sırını sormuş. Bilge adam ülkenin padişahına bildiklerini anlatmaya çalışmış; karşılıksız sevgi, almadan verebilmek gibi laflar etmiş ama bu laflar padişahı tatmin etmemiş. Padişah elle tutulur, gözle görülür bir çare için ısrar etmiş. Padişahın ısrarı karşısında bilge adam elle tutulur, gözle görülür bir çarenin olduğunu ama gidip bulmanın, bulup getirmenin zor olduğu açıklayarak; sarp dağların tepesinde hayat suyu olduğunu, suyun kenarında güzellik ağacı bulunduğunu, ağacın tepesinde de altın sesli bir bülbülün yaşadığını söylemiş. Eğer hayat suyundan, güzellik ağacının yapraklarından ve altın sesli bülbülü sarayına getirtebilirse ülkesine sağlık, mutluluk ve neşe geleceğini anlatmış.

Padişah bu kadar önemli ve değerli şeyleri getirtmek için kimselere güvenememiş ve en sonunda üç çocuğunu; büyük oğlu, ortanca oğlu ve küçük kızını göndermeye karar vermiş. Çocuklar ne yöne gideceklerini bilmeden yola çıkmışlar, bir hana gelip biraz dinlenmeye karar vermişler. Daha sonra yine yola devam etmişler, sarp bir dağa tırmanan dar ve dik ama üç ayrı yöne ayrılan bir yol ayrımına gelmişler. Her yolun başında ait olduğu yola isim veren tahtadan tabelalar varmış: “Murat Yolu”, “Servet Yolu”, “Ecel Yolu”. Büyük kardeş murat yolunu seçmiş, ortanca kardeş servet yolunu, küçük kardeş te ecel yolunu seçmiş.

Büyük ve ortanca kardeşi biraz sonraya bırakalım, küçük kardeş yani padişahın kızı ile yola devam edelim. Kızcağız atıyla gittikçe dikleşen, daralan ve kıvrımları artan yolda bir miktar yol almış. Yol gittikçe dikleşmiş, daralmış. En sonunda atından inip yürüyerek devam etmek zorunda kalmış. Suyu ve azığı bitmiş, takati tükenmiş. Yine de kendini zorlayarak yola devam etmiş. Derken yol kenarında bir taşın üstünde oturan yaşlı bir kadınla karşılaşmış. Yaşlı kadın kucağındaki ip yumağını söküyor sonra yeniden sarıyormuş. Kızcağız merak edip neden ipi söküp tekrar sardığını sormuş. Yaşlı kadın da; “Uzağı yakın ediyorum, yakını uzak ediyorum, bazen yakınındakiler sana uzaktır, uzağındakiler de yakındır” demiş. Kızcağız yaşlı kadına hayat suyunun, güzellik ağacının, altın sesli bülbülün yerini bilip bilmediğini sormuş. Yaşlı kadın da kıza; “Önemli olan nerede olduğu değil, gidip almaya cesaretin var mı ? Yol çetrefilli ve tehlikelidir. Eğer cesaretin varsa bu dağa tırmanmaya devam et.” demiş, sarmakta olduğu ipten bir parça koparıp; yardıma ihtiyacı olursa ipi ortadan ikiye koparmasını tembihleyerek kıza vermiş. Kız yola devam etmiş, susuzluğu artmış, dili damağı kurumuş, derken bir su pınarına gelmiş ama pınarın başında bir kurt ve bir sırtlan bir deri parçasını çekiştirmekte, kapışmaktaymış, kız cebinden hançerini çıkarıp deriyi ikiye bölmüş; hayvanlar sakinleşip kenara çekilmişler, kendi deri parçalarını kemirmeye başlamışlar. Kız da pınardan su içebilmiş. Yola devam etmiş. Yol uzadıkça uzamış, tekrar acıkmış, susamış. Bu sefer dar bir geçitle karşılaşmış; geçit irinli, kirli, bulanık suyla doluymuş ve kenarında geçite doğru eğilmiş, geçiti dallarıyla kapatmış ve üzerinde bir tane çürük elma bulunan bir elma ağacı varmış. Kızcağız eğilip irinli sudan içmiş; su berraklaşmış, çürük elmayı koparıp yemiş; ağaç dikleşip yolu açmış. Yoluna devam eden kızcağız bu defa bir mağaranın önüne gelmiş. Mağaranın önünde zincirle bağlı bir aslan ve önünde ot, bir at ve önünde et varmış. İkisi de öfkeli bir şekildeymişler. Mağaranın önünden ayrılmıyorlarmış. Kız bu sefer aslanın önündeki otu alıp atın önüne, atın önündeki eti alıp aslanın önüne koymuş. Karınları doyan hayvanlar sakinleşip kenara çekilmişler, kızcağız mağaraya girmiş. Mağaranın içi sanki bir vaha gibiymiş, mağaranın tepesi kubbe şeklindeymiş ve açıkmış, içeriye güneş doluyormuş, yerde dupduru bir su, suyun kenarında yemyeşil bir ağaç, ağacın tepesinde şakıyan bir bülbül varmış. Kız aradıklarını bulduğunu anlayıp; testisine sudan doldurmuş, heybesine ağacın yapraklarından toplayıp koymuş, şakıyan bülbülü de cebine koymuş ve dönüş yoluna geçmiş. Abileriyle birlikte ayrı yollara gitmeden önce durup dinlendikleri hana gelmiş.

Bir de ne görsün; iki abisi de hana sermişler postu, içki ve eğlence olmuş dostu. Kızın hayat suyunu, güzellik ağacını ve altın sesli bülbülü bulduğunu görünce hem şaşırıp hem de kıskanmışlar. Beraber saraya dönüş yoluna geçmişler. Yol boyunca kıskançlık ve hasetlikleri artmış, en sonunda kızcağızın elinden bulduklarını alıp, onu da yol kenarındaki kurumuş bir su kuyusuna atmışlar, kendileri saraya dönmüşler, padişah kız kardeşlerini sorduğunda ayrı yönlere gittiklerini ve bir daha karşılaşmadıklarını anlatmışlar. Sarayda şenlikler, kutlamalar düzenlenmiş.

Kuyuya atılan kız cebindeki yaşlı kadının verdiği ipi hatırlamış; ortadan ikiye kopartmış. Bir anda karşısında yaşlı kadın belirmiş. Kızcağız yaşlı kadından kuyudan çıkabilmesi için yadım istemiş. Yaşlı kadın da kıza; “Yukarıya çıkabilmek için daha aşağıya inebilmen gerekir, aşağıya inecek cesaretin var mı ? “ diye sormuş. Kız her şeyi göze aldığını söyleyince yaşlı kadın ayağını yere vurmuş, kuyunun dibinde bir delik açılmış ve kız delikten yerin yedi kat altına düşmüş. Yerin yedi kat altında bir ağaca bağlanmış bir kız varmış ve kızın ciğerini yemek için ağacın tepesinde uçan bir akbaba varmış. Padişahın küçük kızı ağaca bağlı kızı akbabadan kurtarmak için hançerini çıkarmış kızın iplerini kesmiş ve bir anda kendisini içine atıldığı kuyunun kenarında, yer yüzünde bulmuş.

Yürüyerek saraya dönmeyi başarmış ve tüm olan biteni padişaha anlatmış; padişah iki oğlunu uzak eyaletlere sürgüne göndermiş.

Hayat suyundan içenler ölümsüz olmamışlar ama daha sağlıklı yaşamışlar, güzellik ağacının yapraklarından yiyenler en güzel olmamışlar ama kendilerini daha güzel görmeye başlamışlar, altın sesli bülbülün şakıması saraya neşe doldurmuş, saraydaki neşe tüm ülkeye bulaşmış.

Masalın bana sorduğu sorulardan bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum, sizlere de benzerlerini sorabilir, söyleyebilir, çok başka başka şeyler de sorabilir, söyleyebilir…

  • Yaşamımda mutluluğu yakalayabilmek, neşe katabilmek, değerli kılabilmek için aradığım, eksikliğini hissettiğim şeyler nelerdir ? Neyi/neleri elde edinceye kadar tatmin olmadım ? Ne için yollara düştüm ? (Padişah ve halkı neden mutsuzlar)
  • Genellikle tercih edilmeyen riskli, tehlikeli yolları tercih ediyor muyum ? Başkalarına mantıksız, tehlikeli gelen süreçler benim için makul olabiliyor mu? Risk alabiliyor muyum ? (Kız kardeş neden ecel yolundan gidiyor ?)
  • Kimin yakınımda/yanımda, kimin uzakta/uzağımda olduğunu görebiliyor muyum, anlayabiliyor muyum ? Yakınımda olan ama beni umursamayanlar var mı veya bana uzak olduğu halde yanımda olanlar var mı? (İpi sarıp çözmek, uzağı yakın, yakını uzak etmek benim için ne anlama geliyor ?)
  • Başkalarının yapmadığı, yapmak istemediği, tenezzül etmediği, üşendiği, iğrendiği şeyleri yatığım oldu mu ? Bu durum bana ödül olarak döndü mü? İyi ve kötü iç içe midir ? (Çürük elmayı yemek, irinli sudan içmek)
  • Adaletin sağlanması, hakkımı alabilmek, gerekene de hakkını verebilmek benim için önemli mi ? Haksızlığa uğradığımda geriliyor muyum ? ( Kurt ile sırtlana derinin paylaştırılması)
  • Bana göre ters ve yanlış görünen süreçlere müdahale ediyor muyum ? Düzeltmeye çalışıyor muyum ? (Eti aslana, otu ata vermek)
  • Yakınlarım tarafından yüzüstü bırakıldığım anlar oldu mu? Kendimi çaresiz hissettim mi ? Çaresiz hissettiğim de ne yaptım ? Daha derine gittiğim, dibe çakıldığım zamanlar oldu mu? (Kuyuya atılmak)
  • İyileşmenin derinlerde başladığını fark edebildim mi? Kendimi özgür bırakabilmek, çıkış yolumu bulabilmek için önce beni nelerin ve nasıl kuşattığını mı bulmam gerekiyor ? (Yerin yedi kat altındaki ağaca başlı kişiyi kurtarmak)

Start typing and press Enter to search

Skip to content