ŞAH YUSUF

Print Friendly, PDF & Email

Masal, masal matladı. Kedi damdan atladı. Kuyruğu yok kedinin, hesabı tutmuyor yedinin. Dayım tavuk yemişken, dişini kırdı yogurt yerken, durdu durdu duramadı, tilkiyi gözünden vuramadı. Aldı Verdi, haydi dedi, bir masal getirdi, anlatta dinleyelim diye bekledi. Masal, masal maniki, tırnağı var on iki. On ikinin yarısı, fındıkçının karısı, Masal, masal matitas, kaynanamın başı tas. Kuyuya indi çıkamaz, pır pır etti uçamaz.

Evvel zamanda, kalbur kazanda, bir varmış, bir yokmuş, Allah’ın kulu çokmuş, Bir memlekette kendi halinde ufak teke hamallık yaparak geçinen ya da nerede bulsa bir iş ucundan tutup üç beş kuruş kazanmak için çırpınan fakir fukara bir adam varmış. Bu adamın evinde üç kızı varmış. Anaları dermansız bir hastalığa yakalanıp öldüğü günden bu yana adam kızlarına hem ana olmuş hem baba. Terbiyeli, edepli, sağlam imanlı ve seçkin ahlaklı olarak yetiştirmek için çaba sarfetmiş. Böyle kıt kanaat geçinip giderlermiş ama çok mutlularmış. Çünkü dünyalık namına öyle çok da bir şeyleri yokmuş. Yine böyle açlık içinde kıvrandıkları günlerden bir gün, evde yiyecekleri kalmamış. Kızlar, annelerinden kalma minderin içini boşaltıp yününü güzelce yıkamışlar ve onunla biraz iplik bükmüşler ve babalarına:

– Baba, şunları pazara götür de sat. Akşama bize yiyecek al, demişler.

Babaları, iplikleri alarak çarşıya gitmiş. Pazarda dolaşmış, dolaşmış, ama hiç kimselere soramamış. Hiç olmazsa yün parasına vereyim, diye düşünürken karşısına bir adam çıkmış. Adam iri uzun boylu yiğit görünümlü, ancak rengi siyah bir adammış. Kükreyen bir sesle sormuş.

– Baba, ne satıyorsun? demiş,

Yaşlı adam:

– Oğlum, akşama kızlarıma ekmek parası yapmak için bükülmüş iplik satıyorum, demiş, Adam:

Bu iplikleri kim büküyor? diye sormuş.

– Kızlarım büktüler, bende satıyorum, demiş.

Adam, ona bir sürü para verip iplikleri almış. Sonra da:

– Kızının birini bana verir misin? demiş.

Adamcağız:

– Kızlarıma bir danışayım, demiş. Adam’ı peşine takarak evine kadar getirmiş. Adamı oturma odasına almış ve kızlarının yanına gitmiş. Önce büyük kızına sormuş. Seni bu halayıkla evlendireyimmi diye.

Büyük kız “Halayığa varıp da ne yapayım baba?” diyerek reddetmiş.

Ondan sonra ortanca kızına sormuş. O da ablası gibi cevap vermiş. En küçüğüne sormuş, en küçük kızcağız babasının sorduğu bu sorudan sonra,

– Ne yapayım, varırım. Hiç olmazsa siz de, ben de yoksulluktan kurtuluruz, demiş,

Rengi siyah olan halayık, kızın babasına bir çuval altın vermiş ve adamı sevindirerek kızla beraber evden ayrılmışlar, Biraz gittikten sonra, halayık:

– Yum gözlerini, demiş, Kız, gözünü yummuş. halayık, aç deyince açmış. Bir de bakmış ki, büyük bir sarayın içinde. Hizmetçiler, kızın koluna girmiş, merdivenlerden yukarı çıkarıyorlarmış. Kız, kendini cennette sanmış. Hizmetçiler, onu üst katta elmaslarla, incilerle, mücevherlerle döşenmiş; duvarları ve tavanı altın, gümüş yaldızlarla bezenmiş bir odaya çıkarmışlar. O, köşede otururken, hizmetçiler de karşısında el pençe divan duruyorlarmış. Kıza, incilerle süslenmiş samur bir kürk ve altın pullarla işlenmiş bir elbise getirmişler. Kızın üstünü değiştirmişler, Uzatmayalım, akşam olunca bir sofra kurmuşlar ki, hani bir kuş sütü eksikmiş. Kız, yemeğini yemiş ve altın bir tepsi içinde gelen şerbetlerden içmiş, Sonra da oturduğu yerde uyuya kalmış, Hizmetçiler, onu yatağına taşımışlar, Kız, sabaha kadar mışıl mışıl uyumuş. Masallarda günler çabuk geçer. Kız, istediği önünde istemediği arkasında rahat bir hayat yaşıyormuş. Hizmetçiler, bir dileğini iki etmiyorlarmış. Böylece günler geçmiş. Kız, babasını ve kardeşlerini çok özlemiş.

Bir gün, onu buraya getiren kocasına:

– Bey, beni birkaç günlüğüne kardeşlerime götürmez misin? demiş.

Halayık:

– Bana bey deme, benim adım Laklaka’dır, demiş.

Laklaka, o sarayın harem ağasıymış. Kız, o gün Laklakadan bir söz alamayınca, ertesi gün yine:

– Bir iki gün beni götür onların yanında bırak, diye yalvarmış.

Laklaka:

– Peki, yarın gideriz, diye söz vermiş. Laklaka, o akşam beye danışmış, Bey:

– Götür, ama sakın yanından ayrılma, diye tembihlemiş.

Ertesi gün Laklaka, yanına bir çuval altın alarak, kıza:

– Yum gözünü, demiş. Kız, gözünü yummuş. Gözlerini açtığında kendisini babasının evinin önünde bulmuş, Hemen kapıyı çalıp, içeri girmiş. Kardeşleri ve babası, onu gördüklerine çok sevinmişler. Hasretle kucaklaşmışlar. Uzun uzun sohbet etmişler. Kızın babası, Laklakanın verdiği para ile bir dükkân açmış; güzel güzel geçiniyorlarmış. Laklaka, adama bir sandık dolusu altın vermiş, O sırada, kız dışarı çıkmış.

Kardeşi, gizlice:

– Nasıl, rahatın yerinde mi? diye sormuş. Kız:

– Rahatım yerinde, ama gece bana bir şurup içiriyorlar sızıp kalıyorum, diye cevap vermiş,

Kardeşi:

– Beyi hiç görüyor musun? demiş.

– Gittim gideli bu birlikte geldiğimiz ve adı Laklaka olan halayıktan başka erkek görmedim, demiş.

Kızın kardeşi:

– Sana bir sünger vereyim, onu göğsüne yerleştir, gece şurubu getirdiklerinde içiyor gibi usulca süngere dök, Mahsustan sızmış gibi yap; bakalım sana ne yapıyorlar, demiş.

Neyse, birkaç gün daha kaldıktan sonra, yine saraya dönmüşler. Kız, o akşam sarayda verdikleri şerbeti içiyormuş gibi çenesinin altından koynundaki süngerin içine akıtmış. Sonra da yalancıktan sızmış, Hizmetçiler, onu yatağına taşımışlar; güzelce yatırıp, çıkmışlar. Az sonra, odanın kapısı açılmış. İçeriye bey girmiş ve yatıp, uyuya kalmış. Kız, beyin iyice uyuduğundan emin olunca eline mumu alıp, beyin yüzüne bakmış. Yanında uyuyan bey, ayın on dördü gibi bir delikanlıymış. Gömleğinin aralığından bir ışıltı görmüş. Kız, gömleği açıp bakmış. Bir de ne görsün? Beyin karnı altındanmış. Kız, şaşkınlık içinde beyi seyrederken mumun yağı beyin karnına damlamış. Bey, hemen sıçrayıp kalkmış. Karşısında, elinde mumla birdenbire kızı görünce:

– Demek bana oyun oynadın! Öyleyse, beni yedi yıl ayağında demir çarık, elinde demir asa ile ara, o zamanı bulursun, deyip, kaybolmuş.

Kız çok üzülmüş. Çünkü oncacık mum ışığında gördüğü beyine gönlü akmış ve aşık olmuş. Ertesi gün Laklaka’ya olan biteni anlatmış. Laklakadan kendine bir demir çarık, bir de demir asa yaptırmasını istemiş.  Çarığı ayağına geçirip, asayı da eline alarak yola çıkmış. Az gitmiş, uz gitmiş. Dere tepe, düz gitmiş, Bir de arkasına bakmış ki, bir arpa boyu yol gitmiş. Her neyse, var varanın, sür sürenin, parasız lokantaya girenin, okka çömleği başında paralansın diyerek, bir başında boynuzu, ayağında mahmuzu, bir dev anasına rast gelmiş. Dev anasına selâm vermiş, o da selâmını almış.

Dev anası:

– Nerden gelip, nereye gidiyorsun? diye ağzını yoklayınca, kız da, olduğu gibi her şeyi anlatmış.

Dev anası:

– Şah Yusuf, az önce ağlayarak buradan geçti. İleride bir dev var, ona sorarsın, demiş.

Kız, hemen kalkıp o devin yanına gitmiş, Ona selâm verip, şah Yusuf’u sormuş,

Dev:

– Şah Yusuf buradan geçti, ama nereye gittiğini bilemiyorum, demiş.

Kız, oradan ayrılıp yoluna devam etmiş. Bir devle daha karşılaşmış. Dev, sıcak bir fırının içine girmiş; memeleriyle fırını süpürüyormuş. Kız, selâm vermiş. Dev, selâmını almış.

Kız:

– Şah Yusuf buradan geçti mi? diye sormuş. Dev:

– Neden sordun? demiş.

Bu dev. Şah Yusuf’un teyzesiymiş. Kız, ona her şeyi anlatmış,

Dev:

– Öyleyse, sen bizim akrabamız sayılırsın, İstersen yanımızda kal. Şah Yusuf, yedi yılda bir kere beni görmeye gelir. O zaman onu görürsün, demiş.

Kız, kabul etmiş ve devin ellerini öpmüş,

Dev:

– Benim kırk tane oğlum var; gelir, seni görürlerse yerler, diyerek kıza bir tokat vurmuş ve onu elma yaparak rafa koymuş.

Akşam olunca, devin çocukları gelmiş. Etrafı şöyle bir koklamışlar ve kükreyerek analarına:

– Ana buralar insan eti kokuyor, demişler. Anaları;

– Oğullarım, burada insanoğlunun ne işi var? demiş. Demiş demesine de oğulları az sonra elma yaptığı gelinini görürlerse kesin sıkıntı çıkarırlar diye bir oyun oynamaya karar vermiş. Sonra demişki;

– Oğullarım size bir şey soracağığm. Şimdi buraya birisi gelse, bana selâm verip ellerimi öpse ve “Beni evlâtlığa alır mısın?” diye sorsa, ne yaparsınız?

Çocuklar:

– Artık bizim kardeşimiz olur, ona bir şey yapmayız, Güzel güzel geçiniriz, demişler.

Dev anası, hemen raftaki elma kılığına soktuğu kızı tekrar eline almış ve bir tokat atarak eski haline döndürmüş.

– Git, ağabeylerinin ellerini öp, demiş.

Kız, dev ağabeylerinin ellerini öpmüş ve onların yanında yedi yılı geçirmiş. Yedi yıl dolunca, Şah Yusuf’un teyzesi:

– Şah’ın gelmesi yaklaştı. Biraz süslen, güzel elbiseler giy, Şah Yusuf gelince, su isteyecektir. Suyu içtikten sonra, bardağı alırken yalancıktan tutamamış gibi yapar ve bardağı düşürüp kırarsın, O zaman ben seni yalancıktan dövmeye kalkarım; bakalım Şah Yusuf seni seviyor mu? Eğer seni seviyorsa, döverken bana engel olacaktır, diye öğütler vermiş.

Yedi yıl sonra, Şah Yusuf teyzesinin evine gelmiş, Şah Yusuf’ta bir keder, bir kaygı, bir tasa varmış ki, böylesi görülmemiş,

Teyzesi:

– Canımdan aziz yeğenim, güzel Yusufum, niçin böyle bir tuhaf duruyorsun? Her zaman, çok neşeli olurdun. Şimdiyse büyük bir yas içindesin, Ne oldu? diye sormuş,

Şah:

– Bugün biraz hastayım, demiş. Ama dev, her şeyi anlamış. Yemek yerlerken. Şah su istemiş. Teyzesi, kızdan su istemiş. Kız, billur bardakla suyu getirip Şah’a vermiş. Şah, kızı karısına benzettiği için, suyu içerken kıza bakıyormuş. Bardağı verirken kız, tutamamış gibi yapıp kırmış. Şah Yusuf Teyzesi, kızın süt anası dev, hemen yerinden fırlayıp;

– Gözlerin kör müydü, niye bardağı düşürdün? diye, kızı yalancıktan dövmeye başlamış.

Şah Yusuf, ayağa kalkıp:

– Aman teyze bir kazadır oldu! Benim hatırım için bağışla, diye yalvararak teyzesinin önüne geçmiş,

Dev:

– Haydi, defol! demiş ve kızı kovmuş. Şah Yusuf, teyzesine;

– Bu hizmetçiyi nereden aldin? Bana satar mısın? diye sormuş,

Teyzesi:

– Ah oğlum! O bana çok yardımcı oluyor, nasıl satarım, demiş.

Şah, birkaç gün teyzesinde kaldıktan sonra gitmiş. Yedi yılda bir gelen şah Yusuf, üç ay sonra yeniden gelmiş.

Dev anası, kıza:

-Senin için geldi. Şimdi, biz sofraya oturduğumuzda sen yemek sahanını getirirken devir, demiş.

Yemeğe oturduklarında kız, dev anasının öğrettiği gibi sahanı devirmiş. Dev anası, yine sofradan kalkıp:

– Seni sakar seni! Misafir olduğu zaman mı böyle terbiyesizlikler yapıyorsun? Demiş ve kızın üstüne doğru yürümüş. Şah Yusuf, teyzesine yalvararak:

– Aman teyzeciğim! Bu sefer de bağışla. Bir daha yaparsa, onun yerine beni döv, diyerek kızı kurtarmış.

Şah Yusuf, birkaç gün kalıp, gitmiş. Dev, kıza:

– Şimdi, o dayanamaz yine geiir, O zaman sen kapıyı aç ve kim olduğunu söyle. Ona daha fazla üzüntü vermeyelim. O gelmeden güzel elbiselerini de giy. Tak takıştır, yak yakıştır, allan, pullan, süslen sallan kapıyı öyle aç, demiş.

Kız o gün evi süpürmüş, her yerleri temizlemiş. Sonra dev anasının dediği gibi takıp takıştırmış, yakıp yakıştırmış, süslenmiş, püslenmiş pencerenin önüne oturmuş ve daha önceki günlerde yaptığı gibi Şah Yusufun yolunu gözlemeye başlamış. Bir de bakmış ki ne görsün. Uzaktan Şah Yusuf’un geldiğini görmüş. Hemen giyinip, Yusuf’u karşılamış. Şah Yusuf, içeri girince, kızı görür görmez tanımış ve karısı olduğunu anlayıvermiş. Ama bir türlü sormaya cesaret edememiş. Kız,  Şah Yusufun şüphelendiğini anlamış ve her şeyi anlatmış. Şah Yusuf hemen teyzesinin yanına gitmiş. Teyzesinin elini öperek, kızı götürmek için ondan izin istemiş,

Dev Anası gülümseyerek şöyle demiş.

– A benim gururlu yeğenim. Bu kız yedi sene önce geldiğinde iğneden ipliğe dönmüş, senin hasretinle neredeyse bir gıdım kalmıştı. Senin geleceğin günü bekleyerek sabır yumağının ucundan tutup bazen bağladı, bazen çözdü. Sabrının ve sebatının mükafatı olarak da seni yeniden kazandı. Sende sana bu kadar aşık olan bir hatunun olduğunu için sevin, gönen ve övün, kıymetini bil. Onu el üstünde tut. Haydi bakalım bu kadar hasret çektiğiniz yeter, şimdi evinize dönün ve mutlu bir şekilde yaşayıp ömür dediğimiz şu göz açıp kapayıncaya kadar geçecek olan hayatı tatlı bir şekilde yaşayın. Teyzenizi de unutmayın demiş.

Dev anasının oğulları da analarının söylediklerini duyunca çok sevinmişler ve yerlerinde zıplayarak Şah Yusuf ve kardeşlerinin etrafında dönmeye başlamışlar.

Şah Yusuf, hanımı kendilerine bu iyiliği yapan dev anasının ellerinden öpmüşler, kız kendisine aağabeylik eden dev anasının oğulları ile tek tek vedalaşmış. Şah Yusufla birlikte saraya yeniden dönmüşler. 

Saraydakiler, onları gördükleri zaman çok sevinmişler. Çünkü Şah Yusuf kızdan ayrıldığı günden beri kederinden hiç sarayına gelmemiş. Saraydakiler, öldü mü kaldı mı diye gece gündüz yas tutuyorlarmış, Şah, kırk gün kırk gece yeniden düğün yapıp kızla evlenmiş. Kız, babasını ve kardeşlerini de sarayına getirtmiş. Hep beraber, sonsuza kadar mutluluk içinde yaşamışlar

Start typing and press Enter to search

Skip to content