“…KAZANANA VERTİGOLAR, NOSTALJİLER, KARA SEVDALAR

Print Friendly, PDF & Email

“Canavarlarla savaşan kişi, kendisinin de bir canavara dönüşmemesine dikkat etmelidir… ve bir uçurumun derinliklerine doğru bakarsanız, uçurum da sizin derinliklerinize bakmaya başlar.”Bir uçurumun, derinliklerinizde dolaştığını düşünün. Soğuk bir ürpertiyle geziniyor damarlarınızda. Beyninize yayılmış ve belki de bu soğukluk sizi delirtecek.

Nietzsche’nin pek meşhur bir sözüdür bu, “İyinin ve Kötünün Ötesinde” kitabından alıntılanır. Önce bu sözü söyleyen adamdan biraz bahsedeceğim sonra da bizim de savaştığımız canavarlardan. Bizim savaşımız bizi delirtmedi henüz belki ama Nietzsche’nin, deliliğin uçurumunun kenarındayken, aşağıdaki karanlığa doğru bakarken nasıl hissettiğini de az çok anlayabiliyoruz.

1889’un Torino sokaklarındayız, öfkeli ve coşkulu bir kalabalık, tüm kırbaç darbelerine rağmen hareket etmeyen bir atın etrafına toplanmış tezahürat etmekte. Atın sahbi kalabalığın da etkisiyle kırbaç darbelerinin şiddetini gittikçe arttırmakta. Kalabalık bağırdıkça adam daha sık ve şiddetli vuruyor ata. Derken köşeden 45 yaşlarında  bir adam yaklaşıyor, kalabalığa karışıp olayı izlemeye başlıyor. Öfkeden kuduran faytoncu kırbaç darbelerinin şiddetini de iyice artırmıştır. Öyle ki at sonunda dayanamaz ve yere yığılır. Nietszche kalabalığı yararak faytoncuyu durdurur, atın yanına gider, önüne çöker, başını ellerinin arasına almıştır, bir yandan ağlıyor bir yandan ona bir şeyler söylüyordur. Derken birden yere yığılır. Kırbaç darbelerinden mi atın gözlerinde gördüğü bir şeyden mi, bilinci bir daha eskisi gibi yerine gelmeyecektir. O yaşlarında artık beynini ele geçirmiş olan frengi hastalığının da buna sebep olmuş olma ihtimali var elbette ama hangi damar tıkanıklığı bir akıl tutulmasını tetikleyebilir bir atın kırbaçlanmasından daha çok? Nietzsche yaşamının geri kalanını zihinsel çöküşün etkisinde geçirdi. Yaklaşık 10 yıl daha bu zihinsel çöküşün etkisinde yaşadı.

Beni her duyduğumda diken diken eden bir hadisedir yukarıda anlattığım. Bir atın kırbaçlanmasının acısını delirecek kadar hissedebilir miyim acaba, diye düşünürüm. Hangimiz bu kadar hissedebilir ki! Nietzsche’nin yukarıda alıntıladığım sözüne geleceğim. Canavarlarla savaşırken canavarlaşmamaya dikkat etmeli insan. Bu hadisede faytoncu bana bir canavarı anımsatıyor. Mecazen mi gerçekten mi olduğuna siz karar verin. Ve Nietzsche de kalabalık içinde durup onu izleyemeyecek kadar deliydi belki. Niyetim Nietzsche’den alıntıladıım bu olayın metaforik bir okumasını yapmak değil ama insan olaylar ve sözcükler arasında bir ilişki kurmaktan da kendini alamıyor gibi.

“Bir uçuruma sürekli bakarsanız uçurum da size bakar.” Bu cümle size ne hissettiriyor? Bana “vertigolar, nostaljiler, karasevdalar…”[1]Bir uçurumun bana bakması ne demek? Açıklayamadığım bir biçimde o kadar iyi anlıyorum ki Nietzsche’nin ne söylemek istediğini. Çünkü, karanlık gözlerine baktığım bir uçurum geliyor aklıma ve onun da nasıl benim içime baktığı. Bir dönüşümü çağrıştırıyor bu cümle; derinden, içten ve bir daha eskiye dönmeyecek, dönemeyecek bir şeye sebep olan bir dönüşüm.

Sonuna kadar iyi olmaya çabaladığınız bir durum düşünün. Ümitvar, cömert, cesur… ve bir noktada artık öyle olmamaya karar verdiğiniz bir durumu. Savaştığınız bir şey var, bir durum, bir kişi, bir duygu. Canavarca bir duygu, sizi tüketen, beyninizi kemiren, sizi kendi karanlığına doğru çeken bir duygu. Sonuna kadar savaşmayı seçmelisiniz ama. Bu durum biri size nasıl davranıyorsa siz de ona öyle davranın durumu değil. Uçurumun bize baktığı nokta bizim de karanlık olduğumuz nokta değil bence, artık iyi olmayı bıraktığımız noktadır. Ya da cesur, ya da ümitvar ya da her neyse işte onu olmayı bıraktığımız nokta. Çünkü kötü olmak, korkak olmak, ümitsiz olmak da bir hareket belirtir, bir hareket barındırır içinde, bir tepkidir durumlara karşı. Artık hareket etmemeyi seçtiğiniz nokta canavarlaştığınız noktadır. Uçurumun da sizin içinize bakması bir nevi kendi karanlığını sizin içinize  akıtıp hareket yeteneğinizi durdurmasıdır. Bir zift gibi sarar kollarınızı, bedeninizi ve siz kurtulmaya meyletmeden donmaktadır öylece etrafınızda. Kırbaçlanan atın karşısında aklını kaybeden Nietzsche’nin, faytoncuyla ya da öfkeli kalabalıkla savaşmak yerine, o canavarların karşısında canavarlaşmak yerine artık düşünmeyi bırakacak kadar sancı seçmesi işte tam da bu hareketsizliği betimliyor. Tek yapabildiğin, yapılmaya değer, harekete değer tek şeyin bir ata sarılıp gözlerinin içine bakmak olması. Bütün sözlerden bütün harketlerden yüce olan bir hareketsizlik. Gerçi akıl yitimi de bir hareket değil mi, diye düşünecek oluyorum ama sanırım bu sınırın ötesinde geçtiğinde ortaya çıkan bir şey. Sınırdan öncesi için bu hareket tanımlı değil, tam da o aşkınlığın sebebi olarak delirmek.

Bir canavara dönüşmektense aklımı kaybetmeyi yeğlerim.


[1] İsmet Özel

Start typing and press Enter to search

Skip to content