PADİŞAH İKİZİNİN AHALİYE ETTİĞİ

Print Friendly, PDF & Email

Sesli Dinle

 

Bir varmış, bin varmış, veli varmış, deli varmış. Bin söz duymuş bir akar suymuş, yazın yanmış, kışın donmuş, her günü görmüş bir padişah varmış. Padişahın çevresinde ak varmış, kara varmış, ham varmış, er varmış. Haktan şaşmaz, yolundan sapmaz, hiçbir kuluna hor bakmaz, çapanoğlu gibi kendine yontmaz, boşa koysa doldurur, doluya koysa aldırır padişahın canı gün gelip de cekilince âlemden, kem yeller esmiş her yönden. Başsız kalınca padişahın ülkesi, sen mi başa ben mi başa, kim otura kara taşa derken yemişler birbirlerini yıllardır dost yaşayanlar, düşmüşler bir telâşa.

Padişahın bir benzeri varmış. Aslında kardeşi değil, evladı değilmiş ama insan insana benzer ya o da kaşıyla gözüyle, duruşuyla sözüyle padişaha ikizi kadar benzermiş. Hem de yıllarca yanında yöresinde olduğu için padişahı iyi tanır, hâlini tavrını ezber edermiş. Padişah göçüp gidince işte bu padişah ikizi çıkagelmiş meydana. Padişah gibi söylemiş, padişah gibi bakmış, ahâlinin boşta kalan sevgisini kimselere bırakmamış. Gün olmuş, gece olmuş, bahar olmuş, güz olmuş. Padişahın kapısında bekleyenler ikizinin de kapısında bekler olmuş. Padişahın ekmeğini yiyenler ikizinin de ekmeğini yer olmuş. Padişaha derdini diyenler ikizine de der olmuş. Padişahın ikizi ahaliyi iyice bir tanımış. Tanımış ya ahali padişahın ikizini padişah gibi bilirmiş. Oysa padişah kanundan dönmez, sözünü çiğnemez, eğri işe bulaşmazmış ama ikizi pek öyle değilmiş. Padişah acıkmadan yemez, ikizi durmadan yermiş. Padişah yanmadan içmez, ikizi kanmadan içermiş. Padişah zenginden alır fakire verir, ikizi fakirden alır zengine verirmiş. Padişah ölüm gelene kadar çalışmış çabalamış, dert dememiş, zor dememiş, ahaliyi hem zapt etmiş hem onlara kanat germiş. İkiziyse işten zordan pek erken daralmış bunalmış. Hâl böyle olunca ikizin aklına bir çare gelmiş. Hükümranlık bu ya; karar serde emir dilde, ben demiş şunun icabına bakayım, kolayı tutayım zoru atayım.

Padişah zamanında ahali Nur Dağı’nın zirvesine taş taşırmış, dağ yükseldikçe nur ışığına yaklaşırmış. Kan ter içinde kalır ama pes etmez, didinirmiş. Yıllar yılı adım adım, tırnak tırnak çıkmışlar sarp kayalardan. Kanlar akmış avuçlardan ayalardan. Kuru dala tutunmamış, yaş toprağa basmamışlar. En ağır yükü de Padişah taşırmış. “Nur Dağı’nda yol uzun, Nur Dağı’nda iş tekin, birbirinizi tutun da yukarı çekin, yavaş ama emin gidin, aman şeytandan kendini sakın.” dermiş yorulana, el verirmiş ayılana bayılana. Görülmüş şey değilmiş Padişahın yoldan döndüğü, ışığının bir an olsun söndüğü. Kurda çakala fırsat vermez, ahalisini akbabalara yem etmezmiş.

Gel gelelim git gidelim ikizi çözmüş insan cinsini. İğne deliğinden geçirmiş nefsin ipini. Ahaliye çalışmadan vermiş yemini, kaldırmış hepsinden zorlu yemîni. Demiş ki artık taş taşımak yok size, yakışmaz öyle ter dökmek bize, siz benim ülkemin şanlı kullarısınız, bahçemin ateşte yanmaz güllerisiniz. Hem nur bize hem eğlence, taş taşıyanlara yoktur dinlence. Ahalinin tembelleri buna pek sevinmiş, düğün dernek etmiş, şükre açmış elini. Zoru kim sever, kolaydan kim kaçar iyi ya, kim koymuş böyle dünyanın kuralını? Onlar sevinedursun, taşını sırtından indirmeyenler Nur Dağı’na tırmanmaya devam ederlermiş.

Duman olmuş is olmuş, sis olmuş pus olmuş. Padişahın öğüdünü unutanlar ikizine pervane olmuş dedik ya. Bir gün bunlar Nur Dağı’nın eteklerinde tembel tembel otururken taş taşıyanlar sırtlarında yükleriyle yamaçtan geçerlermiş. Padişah ikizi seslenmiş; “bizim olduğumuz yerden taşla geçilmez ey yorgunlar! Bırakın taşlarınızı da nurumuzla ışıldayın.” Taş taşıyanlar duymamış, taş taşıyanlar görmemiş, taş taşıyanlar bakmamış, taş taşıyanlar durmamış. İçlerinde bir ihtiyar kadın varmış. “Siz…” demiş “ona bakmayın, taşınız sizin gücünüzdür, bunca yıl taşıdığınızdandır ki sırtınız pektir incinmez, ayağınız köktür kaymaz, canınız toktur caymaz.” Taş taşıyanlar beli bükülmüş ama ruhu dikilmiş o ihtiyar kadını dinlemişler. Bilirlermiş ki taş bir kere yere indimi tekrar omza alınması zor olur. Ağırlaşır, yabanlaşır, daha bir yaman yük olur. Salıvermemişler iplerini, sıkı sıkı sarılmışlar. Biraz inlemiş, biraz oflamış, yüklerini yoklamış, adımlarını çoklamışlar.

Hafta olmuş ay olmuş, mevsim olmuş yıl olmuş. Vakit dolayazmış, dolunay doğayazmış. Son deminde yokuşun bir yel esmiş, cümbür ahaliyi sarayazmış, savrulanı yerden yere vurayazmış. Sırtında taş olanlar çökmüş yere ağırlıklarınca. Eli boş olanlar uçayazmış. Elinde ipi olanlar tutmuş kuvvetlerince. Tutunamayanlar düşeyazmış. Bir de üstüne kurt çakal bir olup dağı duman, ahaliyi talan etmeye niyetlenmesinler mi? Tatlı canı hemen kaçırmalı, Nur Dağı’nın zirvesine uçurmalı ya, uzun zamandır taş taşımayanlar eli kolu zayıf, taş atamaz, ayağı bacağı kof, hızlı koşamaz olmuş. Derken Nur Dağı’nın zirvesinden bir gürültüdür kopmuş. Duyduk duymadık kalmamış, herkes titremiş korkmuş. Taş taşıyanlar sırtlarındaki taşları salıvermişler dağın meyline, gümbür galeyan bir heyelan inmiş kurdun çakalın üstüne. Kurdun çakalın işi görüldü görülmesine ya olan yamaçta yayılanlara olmuş. Onların da nasibinde toprak çatının altında kurtla çakalla komşu olmak varmış.

Heyelan inip yel dinince, kurt çakal karanlığa dalınca, Nur Dağı’na nur ışığı düşünce taş taşıyanların gölgelerinde Padişahın yüzü görünmüş. Arkalarında Padişahın gülen yüzü, önlerinde nur parlayınca, onlara işte şimdi yolun düzü görünmüş. Onlar ermiş muradına biz durmayalım çıkalım Nur Dağı’na. Gökten tembele üç elma düşse, iş görmediğine sevinendendir bu hediye. Elmasını sulayanın, dalını budayanın, her daim didinenin lezzeti Haktandır, bu da böyle biline.

Start typing and press Enter to search

Skip to content