PADİŞAHIN AHVALİ…

Print Friendly, PDF & Email

Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Develer tellal iken, pireler berber iken eski hamam içinde. Ben diyeyim üç arşın, siz deyin yüz üç arşın. Gelsin tarçın, gitsin pürçekli turp. Turp dedim, tump dedim. Sen bu işi yut dedim. Ellerimin karası, yüzümün maskarası. El altından yapılan işlerin aslı astarı olmazmış, masalın tekerlemesini uzatırsan masalın tadı kalmazmış deyip başlayalım.

Vakti zamanında kaf dağının eteklerinde bulunan gür meşe ormanlarının da dahil olduğu büyükmü büyük bir ülke varmış. Bu ülkenin padişahı çok merhametli, çok adil ve cömert bir insanmış. Ama her fani gibi o da yaşlanmış ve artık ülkeyi idare edecek kıvrak zekaya, hızlı harekete, at binmeye, kılıç kuşanmaya mecali kalmamış.

Bu padişahın üç oğlu varmış. Üçü de birbirinden cevval, üçü de birbirinden akıllı ve zeki imiş. İlmi cifir, hesap hendese, ebced, astronomi, astroloji, silah bilimi, savaş bilimi, strateji bilimi her şeyi öğrenmişler. Mahir hocalardan ders almışlar ve her biri akıllı, dirayatli ve maharetli birer şehzade olup çıkmışlar.

Babası evlatlarının bu özelliklerini bildiği için hangisini ülkenin başına geçireceğini, kendisinden sonra veliaht tayin edeceğini bir türlü bilememiş. Nihayet akıllı veziri ile konuşmaya karar vermiş ve durumu olduğu gibi anlatmış. Veziri de çok akıllıca bir çözüm üretmiş. “padişahım evlatlarını az bir parayla ülke sınırlarının dışına koyalım. Bir yıl mühlet verelim. Allah size ömür versin, bir yıl sonra bunlar ülkeye döndükleri zaman başlarından geçenleri ve kazançlarını anlatsınlar. En yararlı işi yapan, en büyük kazancı elde eden şehzadeyi sizin yerinize padişah olarak tayin ederiz, halifeniz yaparız.”

Bu fikir padişahın da hoşuna gitmiş. Hemen hazırlıkların yapılması için emirler vermiş. Şehzadelere durum anlatılmış hepsi de büyük bir heyecanla kabul etmişler. En azından kendi ülkelerinin dışına çıkacaklar, dünyayı görecekler ve tecrübe edinecekler. Bunun için seviniyorlarmış.

Gün gelip çatmış. Her birine birer kese altın vermiş babaları ve ülkenin sınırları dışına çıkıncaya kadar da askerler kendilerine eşlik etmişler. Nihayet ülke sınırlarının belli edilmesi için sıralanan sınır taşlarının yanına gelmişler. Şehzadeler taşlardan öteye yürürken, onlara refaket eden askerler bir müddet arkalarından bakmışlar ve ters istikamette onlarda yola çıkmışlar.

Üç kardeş uzun süre yürümüşler. Nihayet beş yol ayrımı bir yere gelmişler. Yolun bulunduğu yer biraz tozlu ve topraklı olduğu için üzerinde izler varmış. Şehzadeler kendi kendilerine bu izleri okumuşlar tabi. Uzun süre yolu inceleyen büyük şehzade hemen seslenmiş. “Kardeşlerim buradan bir deve geçmiş, başı boşmuş.” Ortanca şehzade hemen atılmış, “Evet ağabey haklısın hemde sağ arka ayağı topal ve biraz seyrek basıyormuş.” Bunun üzerine küçük şehzade konuya girmiş. “Ağabeylerim haklısınız. Bu devenin kuyruğu da yokmuş. Kesikmiş.” Büyük kardeş atılmış hemen yine. “Yüküde haylice ağırmış. Bir yanında yağ küpleri, bir yanında bal küpleri varmış.” Ortanca kardeş yine girmiş araya, bu devenin sol gözü körmüş.” Diye eklemiş. Küçük kardeş “Sol azı dişi yokmuş” diye eklemiş

Bunlar tam böyle konuşurlarken bir yabancı büyük bir heyecanla koşturup yanlarına gelmiş. “Efendiler hele selamün aleyküm. Kan ter içinde kaldım. Size bir şey soracağım, ben devemi kaybettim de acaba gördünüz mü?”

Büyük şehzade hemen atılmış “Yuları boşta, başıboş bir deve öylemi?” adam “Yuları boşta ama sahipsiz değil.” Ortanca kardeş hemen sormuş, “Devenin sağ ayağı topalmıydı ve seyre mi basıyordu?” Deveci “Evet yahu vallahi öyle” Küçük kardeş hemen araya girerek “Devenin kuyruğu da yokmuydu?” Deveci hem hayret etmeye, hem de şüphelenmeye başlamış. “Evet kuyruğunu bir kaya sıkıştırıp kopartmıştı.” Diye cevap vermiş. Büyük şehzade yeniden girmiş söze “Bir yanında bal, bir yanında yağ küpleri yüklüydü galiba” diye ekleyivermiş. Deveci iyice şaşırmış ve “Evet yahu nerden bildiniz?” diye sormuş. Ortanca kardeş “Sol gözü körmüydü devenizin?” diye sorarken küçük şehzade de “Sol azı dişi de yokmuydu?” diye sorunca deveci artık dayanamamış ve bunca şeyi biliyorsunuz öyleyse devemi siz çaldınız. Tez devemi ortaya çıkartın yoksa sizi kadıya şikayet eder, astırırım diye tehdit etmiş. Ancak şehzadeler ne kadar söylerlerse söylesinler adamı ikna edememişler.

Şehrin kadısının huzuruna çıkmışlar. Deveci kardeşlerden şikayetçi olduğunu söylemiş. Hikayeyi olduğu gibi anlatmış ve “kadı hazretleri bunca şeyi biliyorlar. Öyleyse devemi bunlar çaldı, davacıyım” diye sözünü bitirmiş. Kadı hazretleri adil ve merhametli bir insan olduğu için kardeşlere dönerek bir de onlardan dinlemek istemiş. Büyük kardeş hemen anlatmaya başlamış.

“Kadı hazretleri biz olduğu gibi işaretleri okuyarak bilgileri verdik. Devenin bir ayağı seyretki çünkü yerdeki izler onu gösteriyordu. Üç ayağı ile sapasağlam basıyorsa dördüncü ayağında ya bir araz var, ya bir sıkıntı. Sonra yoldaki izler düzenli olarak arkası arkasına gelmemiş, Deve bir o yana yalpalamış, bir bu yana. Bu da başıboş olduğunu gösterir. Sonra sol gözü kör olduğu için sol taraftaki çiçekleri, otları görmemiş, hepsi duruyordu ama sağ taraftakiler yenmişti. Bu arada sol taraftaki azi dişinin denk geldiği otlar olduğu gibi duruyordu. Bir de yolun sağ tarafında sinekler vardı, sol tarafında karıncılar. Sinekler bala üşüşmüşlerdi, karıncılarda yağa. Böylece yüklerinin ne olduğunu da tahmin ettik efendim deyivermiş.

Kadı meseleyi anlamış tabi. Hemen deve çobanını göndermiş ve ülkesinin padişahına haber ulaştırmak üzere bir ulağı yola çıkarmış. “Padişahım öyle cevval gençler buldum ki, tam size vezir olacak evsaftalar” diye gizlice bildirmiş.

Ulak kısa sürede padişahın yanına ulaşmış ve haberi vermiş. Bu sırada kadı efendi de yol hazırlığını tamamlayıp genç şehzadelerle birlikte padişahın sarayına doğru yola çıkmışlar.

Padişah büyük bir şölen hazırlatmış. Etler kestirmiş, en taze ekmekleri yaptırmış, en güzel şıraları hazırlatmış. Bu hazırlıklar yapılırken kadı efendi ve genç şehzadeler saraya ulaşmışlar.

Padişah onları çok güzel karşılamış ve sarayın en güzel salonuna hazırlattığı sofraya buyur etmiş. “Siz karnınızı doyura durun, ben geliyorum hemen” diyerek kadı hazretlerinden duyduklarının gerçek olup olmadığını bir de kendisi görüp duymak için şehzadelerin oturduğu salonun kapısının hemen yanından içeriyi dinlemeye başlamış.

Bu sırada büyük şehzade ekmekten bir parça kopartarak ağzına atmış ve yüzünü buruşturup hemen ağzına olduğu lokmayı tükürmüş. “Offf yaa bu ekmek ölü kokuyor” deyivermiş. Padişah çok kızmış ama dur bakalım ne olacak diye beklemeye başlamış. Bu sırada ortanca şehzade şıradan bir yudum içinde o da yüzünü buruşturarark “Allah bu şırada kan kokuyor ağabey” demiş, Padişah yine öfkelenmi ş ama ne olacağını da merak ettiği için beklemeye karar vermiş. Bu sırada en küçük şehzade sofradaki nar gibi kızarmış etten bir parça kopartıp ağzına atınca o da o lokmayı tükürmek zorunda kalmış ve “Allah Allah bu et köpek kokuyor ağabeylerim sakın yemeyin” diye ikaz etmiş.

Kapının dışındaki padişah dayanamamış hemen taht odasına gitmiş ve adamlarına emir vermiş. “Tez şıracıbaşını, ekmekcibaşını ve çoban başını bana çağırın” diye öfke ile emirler vermiş.

Az sonra adamlar huzuruna gelmişler ama betleri benizleri atmış zaten. Padişah hemen önce Ekmekcibaşına sormuş. “Söyle bakalım bugün benim misafirlerim içinhazırladığı ekmeğin buğdayını nerden alıyorsun. Doğru söyle yoksa kelleni uçururum. Ekmeklerin ölüm kokuyor be” Fırıncıbaşı titreyerek ve kekeleyerek “Efendim sizin en verimli topraklarınız eskiden mezarlık olan ve şehirdeki ölüleri gömdüğümüz arazilerden çıkmakta. Bende lezzetli ve benzersiz olsun diye onlardan yaptım.” Padişah şaşkınlıkla “Vaay demek öyle” deyip küçük dilini yutayazmış.

Hemen üzüm bağlarından sorumlu olan bahçevanı çağırmış. “Senin şıraların için kan kokuyor dediler. Söyle bakayım sebebi nedir.” Şıracıbaşı büyük bir korkuyla titreyerek “Efendim sizin en güzel üzümlerinizin yetiştiği bağlarınızın bulunduğu yerin yakınında sarayın mezbahanesi var. Kesilen hayvanların kanları doğal olarak bağa da geliyor. Ondan olabilir” diye açıklamış. Padişah bunu duyunca daha çok hayret etmiş.

Hemen çobanbaşına dönmüş ve “Ya sen… en güzel kuzularımdan kes hazırla, güzel bir şekilde pişir dedim. Senin hazırladığın etlerin köpek koktuğunu söylediler” diye kükreyince çobanbaşı “Efendim sürünün en güzel kuzusunu hazırladım sizin için. Yalnız annesi onu dünyaya getirirken ölmüştü. O da sürünün köpeği akbaşı anne bilip onun sütünü emmişti. Büyüyünceye kadar bu yüzden olmuş olabilir” diye açıklama getirmiş.

Padişah bunları öğrenince hemen şehzadelerle konuşmak üzere tekrar onları misafir ettiği adının kapısına gelir. Tam içeriye girecekken tekrar kapıyı dinlemek için kulağını iyice kapıya yaklaştırınca içirdeki şehzadelerden en büyük olanı “Kardeşlerim sanırım bu ülkenin padişahı düzensiz bir insan” deyivermiş.

Padişah birden yerinden zıplamış. Ne yapacağını, ne diyeceğini bilememiş. Padişah perişan bir vaziyette gençlerin yanına gelmiş. Genç şehzadeler padişahın halini görünce çok üzülmüşler. Padişah yanlarına oturmuş ve başlamış konuşmaya.

Bakın çocuklar. Sizi cezalandırmayacağım. Şu söylediğiniz her şey doğru çıktı. Sadece birini çok merak ettim. Benim düzensiz biri olduğumu nereden bildiniz. Evet ben çok savruk, dağınık, düzensiz bir adamım ama bunu kimseye belli etmemeye çalışırım. Hele de siz beni hiç görmediniz, hiç tanımıyorsunuz ve nasıl biri olduğumu bilmiyorsunuz. Buna rağmen benim düzensizliğimi nereden bildiniz.

Şehzadeler birbirlerine bakarak cevap vermişler. “Padişahım biz tüm bunları konuşurken sizin bizi kapıdan sessizce dinlediğinizi farkettik. Bizim oralarda kapı dinleyenler çoğunlukla düzensiz, tertipsiz ve terbiyesiz insanlardır. Oradan bildik.”

Padişah en büyük şehzadeyi kendisine vezir yapmış, diğerlerini de yine devlette önemli görevlere getirmiş. Sonra da üç kızı ile evlendirip kendisine damak etmiş. Bu sırada şehzadelerin babalarının ülkesine haber salmak istekleri artmış. Hemen elçi heyetlerini göndermişler. Babaları ve akıllı vezir bunların bu haberini alır almaz çok sevinmişler. Onlarda hemen bir elçi heyei hazırlayıp kıymetli hediyelerle evlatlarına göndermiş.

Onlar ermiş buradına biz çıkalım kerevetine.

Gökten üç elma düşsün bakalım. İsteinin istediği gibi istifade edeceği bilgi elmaları olsun bunlar.

Start typing and press Enter to search

Skip to content