KARŞI KONAĞIN HANIMI

Print Friendly, PDF & Email

Sesli Dinle

Zaman, zaman içinde. Kalbur saman içinde. Develer tellal iken eski bir hamam içinde. Eski hamamın ortası yok. Anamın hatun bohçası yok. Babamın ağa akçası yok. Çarşıda bir tazı geziyor, tazının tasması yok. Tasmacı tasma yapar mısın? Beş yüz altın kapar mısın? Ben uyumadan önce, masala başlar mısın?

Bir zamanlar uzak memleketlerin birinde zengin bir kadın yaşarmış. Hem de ne zenginlik. Şehrin en güzel konakları, bahçeleri, dükkanları hepsi ona aitmiş. Emrinde onlarca hizmetçisi varmış. Kısaca bir eli yağda bir eli de balda yaşarmış. Tüm bu mal mülk rahmetli kocasından miras kalmış ona. Yıllardır yalnız yaşarmış ama evinden misafiri de hiç eksik olmazmış. Biraz yaşlı ve huysuz bir hanımmış. Başkasının yaptığı işi de kolay kolay beğenmezmiş. Etrafında dönen onlarca hizmetçiye rağmen kusur bulacak bir şey bulurmuş. Bu durum yanında çalışanları da canından bezdirirmiş. Onlar da ne zaman hanımları yanında olmasa hemen onu çekiştirirmiş. Yok karşı konağın hanımı çok nazikmiş de kendi hanımları bir bardak suyu bile yerinden kalkıp almazmış. Karşı konağın hanımı evini iki günde bir temizletirken kendileri her gün temizlik yaparlarmış. Öyleymiş de böyleymiş de diyerek koca bir kazanı kaynatırlarmış. Hiç bakmazlarmış kendilerine, biz kazandığımız bu parayı hak ediyor muyuz diye. Devamlı olarak evin hanımını suçlarlarmış. Evin hanımı da onların kazanını daha fazla fokurdatmak adına, onlara devamlı iş vererek ateşin altına odun atarmış. İşten kaytarıp mutfakta dedikodu yaptıkları günlerden birinde aralarında şöyle bir muhabbet geçmiş.

“Ah ah, Allah karşı evin hanımından razı olsun. O olmasaydı halim ne olurdu?” demiş konağın aşçısı.

“Neden ki?” demişler hep bir ağızdan.

“Kendimi bildim bileli bu evde aşçılık yaparım. Hanımım bir günden bir güne al bir kap yemeği de evine götür, karnını doyur demedi. Ama karşı evin hanımı ne zaman beni görse iki kap yemeği elime tutuşturup cebime de üç beş kuruş para koyar” demiş aşçı içini çekerek. Onun ardından da aşçı yamağı başlamış söylenmeye.

“Karşı konağın hanımı melek gibidir. Benim evlatlarımı mektebe o göndermiştir. Bizim hanımın dönüm dönüm arazisi olsa ne olacak? Bir çocuğun başını okşayıp ona iyilik etmek nedir bilir midir?” demiş. Ah vah diyerek onu da desteklemişler. Ardından konağın bahçıvanı lafa girişmiş.

“Siz bir de benim halimi görün” demiş ve devam etmiş. “Saatler boyu elimde çapayla bahçeyi ekip biçerim ama ne ektiğimi ne de biçtiğimi yerim. Hanımım öyle cimri ki göz hakkı için bir elma bile vermez. Ancak karşı konağın hanımı kendi bahçesi olmadığı halde para verip aldığı yiyeceklerden hep bana verir” demiş homurdanarak. Ardından kahyaya gelmiş sıra.

“Aman siz asıl beni dinleyin de dert neymiş görün” demiş başlamış şikayete. “Ah ah, benim yatacak bir evim bile yoktur. Kaç yılımı bu evde geçirdim hesap edemem ama hanımım bana bir kere bile gel bu konakta kal demedi. Ama karşı evin hanımı öyle mi? Yıllardır beni kendi kahya kulübesinde misafir eder, bir günden bir güne de bunu söze dökmez” demiş dizlerini döverek. Hep birlikte tekrar ağlaşmışlar. İşte, zengin hanımın hizmetçileri böyleymiş. Bütün gün lak lak edip işten kaytarırken çok çalışmaktan dövünürlermiş. Bu da yetmezmiş gibi konağın hanımını eleştirip, karşı konağın hanımını överlermiş. Ama o gün bu muhabbete şahit olan biri varmış. Evin hanımı tüm gün hizmetçilerine seslenmiş durmuş ama sesini duyuramamış. Başlarına bir iş mi geldi acaba diyerek alt kata inince kendi hakkında söylenen kötü laflara kulak misafiri olmuş. Kendisi hakkında duyduğu bu kötü düşünceler onu çok üzmüş ama o hiç sesini çıkarmadan üst kata geri dönmüş.

Sonraki birkaç gün ortalık pek sessizmiş. Fırtına öncesi sessizlik derler ya aynen öyleymiş. Evin hanımı sık sık dışarıya çıkıyor, çalışanlara da yapılacaklar listesini verip görev dağılımı yapıyormuş. Hizmetçiler, bu işler karşısında şaşkınlığa uğramışlar. Yıllardır o konakta çalışmalarına rağmen listede daha önce hiç yapmadıkları işler varmış. Misal evin değerli gümüşleri yıllardır bir kere bile parlatılmamış. Hiç kimsenin aklına eski ağır kapıları yağlamak gelmemiş. Balkonun bir köşesinde solmayı bekleyen menekşeyi hiç kimse görmemiş. Oysa o, bir zamanlar annesinin kollarında minik bir tohumken sahte bir aşkın gözyaşlarına kanıp da erken çiçek açmış imiş. Vaktinden önce doğan her şey gibi o da bir bedel ödemiş ve eski bir konağın unutulmaya yüz tutmuş balkonunda tek başına kalmış. Aradan yıllar geçmiş ama onu evin hanımından başka sulayan olmamış. O da çaresizce menekşenin eski güzel günlerine kavuşmasını bekliyormuş. Menekşenin hanımından başka kimsesi yokmuş ama hizmetçiler bunu fark edememiş. Sürekli çok çalıştıklarından ve yorulduklarından bahsederlermiş ancak yorulmaya değecek hiçbir şey yapmazlar imiş. Onlar yalnızca konuşur ve sözlerinin arkasını boş bırakırlarmış. Üstüne üstlük bir de hanımlarının dedikodusunu yaparlarmış. Yoğun koşuşturmacayla geçen birkaç günden sonra buldukları ilk vakitte toplanıp ağlaşmaya başlamışlar.

“Ah ah, Ne hala düştüğümü hiç sormayın” demiş evin aşçısı ve cevap bile beklemeden devam etmiş. “Karşı konağın hanımına bir haller oldu, artık bana bir kaşık bile yemek vermez” demiş.

“Çok haklısın kardeşim” demiş yamak ve ağlayıp sızlanarak devam etmiş. “Benim oğlumu da mektepten aldırdı geçen gün. Artık bize beş kuruş vermez” demiş. Bahçıvan bu işe çok şaşırmış. Ne oldu da iki günde karşı konağın hanımı bu kadar değişti hiç anlamamış ama onun da anlatacakları varmış.

“Karşı konağın hanımı benim de yüzüme bakmaz oldu. Artık ne bir elma verir ne de kayısı. Gayri benim payıma çürük bir armut bile düşmez” demiş. Kahya, bahçıvanın sözlerini bitirmesini sabırsızlıkla beklemiş. Çünkü ona göre en mühim dert onunkiymiş.

“Yıllardır karşı konağın kulübesinde yaşarım, hanımım bir günden bir güne lafını etmemiştir. Lakin geçen gün beni kovmaktan beter etti. Artık sokaklarda yaşarım” demiş hayıflanarak. Hep birlikte tekrar ağlaşmışlar. Evin hanımı bu konuşmaya da şahit olmuş ancak bu sefer sessizce gitmek yerine hizmetlilerine “Hepinizi yukarıda bekliyorum” demiş. Hanımlarının onları dinlediğinden habersiz telaşa kapılmışlar. Hemen onun arkasından yukarıya çıkmışlar. Evin hanımı salonun baş köşesine oturmuş onları bekliyormuş. Hepsi tek sıra hizaya geçmişler.

“Demek karşı konağın hanımı size birden bire çok kötü davranmaya başladı hı?” demiş.

“Evet, hanımım” demişler hep bir ağızdan utana sıkıla.

“Peki, daha önce niye o kadar iyi davrandığını hiç düşündünüz mü?” demiş yaşlı kadın sakince ve devam etmiş. “Neden bir kadın karşı evin kahyasını bahçesindeki kulübede yatırsın? Neden kazandığı parayı bile hak etmeyen insanlara para ve yemek dağıtsın? Neden zaten para kazanan birinin çocuğunu mektebe yazdırsın?” demiş ve hizmetçilerinin durumu anlamasını beklemiş. Geç de olsa anlamışlar.

“O elmalar benim ektiğim elmanın cinsine çok benziyordu” demiş bahçıvan.

“Hele yemekler, hanımımım o gün yapılmasını istediği yemeklerin aynısı olurdu” demiş aşçı hayıflanarak.

“Ben de evladımı mektebe yazdıranın o olduğunu duyunca pek şaşırmıştım” demiş yamak.

“İşinizi o kadar baştan savma yapıyorsunuz ki başkası size o imkanı sunduğunda tanıyamıyorsunuz” demiş evin hanımı ve şunu eklemiş. “Bir işi tek seferde düzgün yapamadığınız için de defalarca tekrarlamak zorunda kalıyorsunuz. Ben sizin gönlünüzü kırmadan size yardım etmek istedim. Karşı konağın hanımından da yardım istedim. Size sunacağı imkanları benim verdiğimi bir sır olarak saklaması gerektiğini söyledim. İşinizi düzgün yapamadığınızı söylemek yerine kendimi burnu havada, hiçbir şeyi beğenmez biri olarak ilan ettim lakin siz kıymetini bilemediniz” demiş üzülerek.

Hizmetliler o anda ne büyük bir hata ettiklerini anlamışlar. Hanımlarının ayaklarına kapanıp yalvarıp yakarmışlar. En sonunda da onun gönlünü almayı başarmışlar. Bir söz verip ömür boyu da o sözü tutmuşlar. O günden sonra herkes kendi işinin arkasında durmuş. Elinden geleni yapıp alnının teriyle hakkı olanı kazanmış. Dedikodu denen illeti de geçmişin çöplüğüne atmış. Ha bir de elindekinin kıymetini anlayıp karşı konağın hanımını övmeyi de bırakmışlar.

DENİZ SARGUT

Start typing and press Enter to search

Skip to content