ENGELSİZ KAFDAĞI YOLCULUĞU

Print Friendly, PDF & Email

Sesli Dinle

 

Pireler berberiken kimse tıraş olmazmış,

Taş ne kadar kaynasa yinede aş olmazmış,

Alında bıyık bitmez,çenede kaş olmazmış.

Kim demiş ki seçilen pirinçte taş olmazmış.

Köstebek kanat taksa yinede kuş olmazmış.

Gerçekleri görmeyen gözlerde yaş olmazmış.

Çok söz ufak darıdır,

Azsöz yiğit kârıdır.

Sözü kısa tutalım, masalımıza başlayalım.

Bir varmış, bir yokmuş.

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde.

Kafdağı’na yakın bir ülke varmış.

Baharda kuşlar heyecanla ötüşür, çocuklar mutlulukla bahçelerde oyunlar oynarmış.

Bu ülkenin adalet sahibi, hoş görülü bir kralı ailesiyle birlikte huzurlu bir şekilde ömür sürermiş.

Hayat bu, bazen mutluluk bazen hüzündür.Mevsimlerde öyle değil mi?Yaz olur, ağaçlar meyveye durur, mevsim güz olur, ağaçlar çiçek döker.

Bizim kralımızın sağlıklı olan kızının hastalanmasıyla ailede üzüntü hâkim olmuş. Sevinçleri yerini kedere bırakmış. Prenses Gül Banu Hanım sürekli uyuyor, yemek yemiyor, düzenli beslenemiyormuş.

Ülkedeki doktorlara haber salınmış, tüm çarelere başvurulmuş ama yinede prenses hanımın hastalığı için bir şeyler yapılamamış.

Birgün tellallar, “Duyduk duymadık demeyin, yavan ekmek yemeyin, herkes elindeki işi bıraksın bizi dinlesin. Prensesimiz Gül Banu Hanım’ın yüzünün gülmesi, neşesinin yerine gelmesi için şehrin hünerli, bilgililerini saraya bekliyoruz.” diye bas bas bağırmışlar.

Bir başka ülkeden gelip şehirde gezen bir pirifani ihtiyar da bu haberi duymuş. Kralımızı ziyaret edeyim diye aklından geçirmiş. Sarayın kapısına gelip muhafızlara derdini anlatmış. Yaşlı bir hekim olduğunu, prenses kızın hastalığına çareler bulabileceğini söylemiş.

Hemen içeri alınmış, sultana hürmet ve tazimden sonra, “Prenses kızın derdini biliyorum. Ailesinden birinin Kafdağı’na gidip, dağda yetişen, şifalı sümbülü saraya getirmek gerek. Onun suyu kaynatılıp prenses hanıma içirilirse Allah’ın izniyle şifa bulacaktır.” demiş. “Fakat bu iş zordur. Kafdağı yolu tehlikelerle dolu. Bugüne kadar kimse o sümbülü koparmaya cesaret edemedi.” diye konuşmuş.

Padişah ailesini toplamış, üç erkek kardeş şehzadeye Kafdağı’na kimin gidip o çiçeği koparacağını sormuş; her iki şehzade cesaret edememiş. Fakat en küçük şehzade ben Kafdağı’na giderim, kız kardeşim için o çiçeği koparırım demiş. İki abide bu söze çok gülmüş. Çünkü küçük şehzade atla yolculuk yaptığı sırada geçirdiği bir kazada ayağından yara aldığından, koltuk değnekleriyle yürüyormuş.

Ağabeylerinin gülmesine aldırmayan babası, cesaretinden dolayı en küçük oğlunu tebrik etmiş. “Ben sana inanıyorum. Ayaklarla gidilemeyen yerlere bazen akılla ulaşılır. Göreyim seni evladım.” diyerek onu yolcu etmiş.

Küçük şehzade, Alper Han, yiğit ve merhametliymiş. Hayvanları sever, insanlara iyilik etmekten geri durmazmış. Kafdağı’nadoğru yol alırken, kanadı kayalara sıkışmış, yaralı bir kartal görmüş. Hemen kartalın yanına koşup, zor güç de olsa, koltuk değneklerinin yardımıyla kayayı ittirmiş. Elbisesinden kopardığı bir parçayla kartalın yaralı kanadını sarmış. Tam yoluna devam edecekken kartal dile gelmiş. “Ey şehzade! İyilik karşılıksızdır, fakat bende sana yardım etmek isterim. Çok yorgunsun. Nerden gelip, Nereye gidiyorsun?” Şehzade Alper Han başından geçeni anlatmış, derdini sıkıntısını kartalla paylaşmış. Kartal, “Ben kartal kuşlarının kralıyım. Al şu tüylerimi, yolda yürümekte zorluk yaşarsan tüyleri birbirine sürt, ordumla sana yardıma geleceğiz.” demiş.

Şehzade teşekkür ederek yoluna devam etmiş. Yolda susuzluktan yorgun düşmüş, bir yılan karşısına çıkmış. Yardım etmesi için Alper Han’ın gözünün içine bakıyormuş. Genç şehzade elinde bulunan mataradaki suyu yılana ikram etmiş. Yılan canlanıp kendine gelmiş ve dillenerek, “Ey genç adam. Yılanlar zararlı bilinir. Fakat sen bize yardım ettin. Nankör olamayız bizlerde karşılık vermek isteriz. Beni dostun olarak kabul et. Bir ihtiyacında yanındayım. Beni düşünmen yeterli.” demiş. Şehzade vakit kaybetmeden Kafdağı’nınyokuşuna tırmanmaya başlamış. Çok yorulmuş, ayağının gücü kaybolmuş. O esnada kartalların kralı aklına gelmiş ve tüyleri birbirine sürtmüş. Yanında kümelenen kartallara Kafdağı’natırmanmanın zorluğundan bahsetmiş. Kartallar Alper Han’ı kanatlarına alıp, Kafdağı’na ulaştırmışlar. Şehzade sevinçle çiçeği aramaya başlamış fakat yalnızlıktan ve can sıkıntısından bir dosta ihtiyaç duymuş. Yardım ettiği yılan aklına gelmiş, tam onu çağıracağı sırada yılan yanında belirmiş. “Seni yalnız mı bırakacağımı sandın? Sümbül çiçeğini birlikte ararız diyerek, Kafdağı’ndakiyılan dostlarından yardım istemiş. Ve çiçeğin bulunduğu bahçeye ulaşmışlar. Bahçenin sahibi iyi yürekli bir aslanmış. Yılan kapıyı çalarak aslana başlarından geçeni anlatmış. Aslan şehzadeye bakarak demiş ki,“Bu çiçeği koparmak isteyenler oldu, yanıma birçok yiğit geldi. Fakat kalplerinde merhamet yoktu. Bu çiçek yüreğinde merhamet taşıyanların olur. Sen bu çiçeği başından beri hak ettin.” diye karşılık vermiş. Ve sümbülü Alper Han’a uzatmış.

Şehzade yılan dostuna, bahçe sahibi aslana teşekkür ederek Kafdağı’ndansaraya yol almış. Kartal dostuna da teşekkür etmek için tüyleri birbirine sürtünce kartal kral, şehzadeyi sarayın bahçesine kadar yolcu etmiş. Bizim yaptığımız iyilik senin iyiliğinin yanında karşılıksızdır diyerektekrar görüşmek üzere ayrılmışlar. Alper Han üç tane önemli dost edinmiş. Saraya babasının yanına varmış. Topladığı sümbülleri takdim etmiş. Saray hekimleri bir güzel kaynatıp suyunu prenses hanıma içirmişler. Prenses iyileşmiş. Kral bu habere çok sevinmiş. Yaşlandığı için tahtınıgenç şehzade Alper Han’a bırakmış. Alper Han, merhametinin ve cesaretinin ödülünü almış. Kardeşleride anlamıştır, önemli olan akıl, zekâ ve merhamettir. Bazen bizim engel saydıklarımız, sadece önümüzde yükselmek için kullanılan bir basamaktır.

Gökten üç elma düşmüş ve masalımız bitmiş.

Bu elmalar tüm merhametlilerin tabağına isabet etmiş.

Selman DEVECİOĞLU

Start typing and press Enter to search

Skip to content