SÛZİDİLÂRA

Print Friendly, PDF & Email

Yazar : ÜMMÜGÜLSÜM İMECE 

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler güneşi çeke çeke götürürken; karıncalar ayı döndürmeye çalışırken… Çok uzak bir gezegende bir gül yaşarmış. Bu gülün en büyük özelliği biricik olmasıymış. Yıldızların fısıldadığına göre bu gül, Küçük Prens sayesinde hayat bulmuş. Gezgin Prens’imiz Dünya’dan getirdiği tohumu bu gezegene ekmiş ona canı kadar kıymet vermiş. Sevgiyi en derininde hisseden tohum durur mu? Filizlenmiş, tüm varlığa karşı dimdik durmuş. Zamanla büyümüş, güzelleşmiş. O denli güzelmiş ki Küçük Prens dahi Gül’e bakmaya kıyamaz olmuş. Elmaşekeri gibi kopkoyu, taptaze, albenisi olan biricik gül; bu güzelliğin yalnızca Küçük Prens tarafından biliniyor olmasına üzülüyormuş. Çünkü herkes kendisini görsün, beğensin istiyormuş. Bu istek kendisine herhangi bir bedel ödetir mi, kendisine bir zarar gelir mi, hiç düşünmüyormuş. Ya da belki biliyormuş da zihninin bunu dile getirmesine izin vermiyormuş.

Zamanla Gül’ün yüzü gülmez olmuş. Yaprakları kapanmış, rengi solmuş. Bunu gören Küçük Prens dayanabilir mi? Kıyamamış gülüne. Gitmiş yanına diz çökmüş. Derdini, sıkıntısını, isteğini dinlemek istemiş:

-Ey Sûzidilâra’m söyle, neyin var? Bu denli canını yakan ateş, seni solduran dert nedir?

-Sen beni toprakla buluşturdun, suyumu verdin, sevgini esirgemedin benden. Sevginle büyüdüm, gülüşünle açtı yapraklarım lakin ben, güzelliğimi tüm dünyaya göstermek istiyorum. Dilden dile dolaşsın güzelliğim… Burada bir başıma solup gitmeyeyim…

-Fakat Sûzidilâra’m bilmez misin, insanlar güzel olan her şeyi yakar, kül eder… Kuşları dahi kafese mahkûm edenler sana neler yapar? Korkuyorum Sûzidilâra’m, sana bir şey olur diye…

-Ama sen beni sevdin. Bana zarar vermedin. Onlar neden bana zarar versinler? Neden beni yok etsinler, hapsetsinler?

-Ben bir çocuğum Sevgili Sûzidilâra’m, ben; bir çocuğum. Çocuklar içlerinde bir dünya taşırlar. Dış dünyaya taparcasına bağlanmazlar. Varları yokları oyun, eğlencedir ve bunu hiçbir şeyi incitmeden yaparlar. En güzel çocuklar severler. Ama büyükler… Onlar yok etmeye programlanmış bir yaratık gibidirler.

-Bunu görmeden bilemem ki. Beni de götür Dünya’ya. Beni de görsün insanlar. Kokumu armağan edeyim onlara. Belki orada da senin gibi bir çocuk kanatlarını gerer üstüme. Ben, korkmuyorum.

-Kokunu armağan ettiğin insanlar senden çok daha fazlasını isteyebilir. Canını acıtabilirler Sevgili Gül’üm. Tüm bunlara rağmen gitmek istiyorsan sana kal, diyemem ama bana fikrimi sorarsan gitme Sûzidilâra’m. Sana kıyarlar. Güzel kokuna, güzel tenine kıyarlar…

-Sen beni korursun.

-Ben oraya ait değilim Sevgili Gül, ben oraya gelemem.

-Neden?

-Ben yıllar evvel ayrıldım oradan yalnızca seni aldım yanıma, biraz da hayal…

-Tek başıma da başarabilirim.

-Madem bu kadar istiyorsun… Peki.

Gül, oldukça heyecanlanmıştı. Merak ettiği onlarca soru vardı. Küçük Prens’in söyledikleri onu korkutmuyordu. İnsanlar güzel olan şeylere neden zarar vermek istesinlerdi ki?

Çok heyecanlıydı Gül. Dünya’yı yakından görecek olmanın tatlı telaşıydı bu. Küçük Prens, isterse hemen gidebileceğini söylemişti ona. Hemen gitmek istiyordu tabi ama nasıl? Küçük Prens yardım eder miydi acaba? Tüm bu düşünceler arka arkaya sıralanırken Küçük Prens geldi:

– Dünya’ya nasıl gideceğini bilmiyorsun değil mi? Korkma, sana yardım edeceğim. Bir daha kokunu duyamayacak olsam bile buna katlanabilirim.

-Neden, bir daha göremeyecek miyiz birbirimizi?

-Dünya’ya giden hiç kimse bir daha oradan dönmek istemez çünkü. Sen de gelmeyeceksin.

-Ama sen geldin, ben de gelirim.

-Hayır, Sûzidilâra’m gelmeyeceksin. Gözlerini kapat, yalnızca Dünya’ya gitmek istediğini hayal et. Ve sakın gözlerini açma, beni unutma…

-Ne?..

Gül, gözlerini açtığında tüm bunlar hayal gibi gelmişti ona. Küçük Prens neden veda eder gibi konuşmuştu ki? Anlamıyordu bir türlü. Kendisinin konuşmasına dahi izin vermemişti. Acaba korkmalı mıydı? Birden duraksadı Gül, artık Dünya’daydı. Olmak istediği yerdeydi. Neden tedirgin oluyordu ki? Etrafına göz gezdirdi. Ne kadar ilginçti her şey. Her türden bitki ve canlı vardı. Küçük Prens’in resim defterinde gördüğünden bile fazlaydı. İsmini bilmediği binlerce şey görüyordu baktığı bir noktada bile. Gözleri büyülenmişti adeta.

Gökyüzüne baktı, gezegeninden gördüğü kadar kocaman değildi ama bulutlar ve kuşların ahengi minik kalbinin sevinçle dolup taşması için yeterliydi. Toprağı daha yumuşak ve nemliydi. Solgun yaprakları canlanıvermişti. Bekliyordu artık Gül. Yanına gelecek çocuğu; kendisini Küçük Prens kadar sevebilecek birini bekliyordu. Geldi de. Küçük Prens’in aksine esmer, siyah saçlı, kara gözlü, minik elleri yara bere içinde bir çocuktu gelen. Gül’ü gördüğünde yüzü hayrete bürünmüştü çocuğun. O çocuklara has heyecanıyla koşturdu çocuk, sanki bir yere geç kalacaktı ya da Gül’ün yanına birkaç saniye geç gitse Gül kaybolacaktı.

-Merhaba. Senin adın ne, nereden geldin, nasıl geldin, sana dokunabilir miyim?..

-Merhaba, Ben Gül. Başka bir gezegenden geldim, nasıl geldiğimi bilmiyorum ve evet, bana dokunabilirsin.

Çocuk usulca Gül’ün yapraklarında dolaştırdı parmaklarını. Tarifi imkânsız bir duyguya kapılmıştı.

-Aa… Ne kadar güzelsin!

-Küçük Prens de öyle derdi.

-Küçük Prens mi, o kim, nereye gitti?

-O, benim büyümeme ve gelişmeme aracılık eden kişi. Beni minik bir tohumken toprağa o ekmişti. O, başka bir gezegende yaşıyor. Benimle gelmek istemedi.

-Neden gelmek istemedi ki?

-Çünkü siz insanların güzel olan şeylere zarar verdiğinizi söyledi. Sahiden öyle mi, bana zarar verir misiniz?

-Hayır, sana neden zarar vermek isteyelim ki? Ben seni çok sevdim.

Gül, bakışlarını çocuğun yüzünde sabitledi. Güneşten yanmış yüzü koyulaşmıştı, çeşitli yerlerde de yara izleri vardı ama gözleri şefkatle bakıyordu etrafa. O kadar saf ve masumdu ki… Ses tonunda hoş bir tını vardı, şarkı söyler gibi konuşuyordu. Gül, onu sonsuza dek dinleyebilirdi:

-Ben de seni çok sevdim. Nerede yaşıyorsun, gününü nasıl geçiriyorsun?

-Buranın toprakları biraz kuraktır. Genelde hayvancılıkla geçiniriz, o yüzden hayvanlarımızla ilgileniyorum. Bazen de buğday ekeriz. Toprakla uğraşmak bana çok iyi gelir, mutlu olurum. Arda kalan zamanlarda da arkadaşlarımla oyunlar oynarız. Bazı zamanlarda dedem bizlere masal anlatır. Böyle geçiyor günlerim. Siz neler yapardınız kendi gezegeninizde?

-Küçük Prens’in resim defteri vardı, oraya benim için resimler çizer ve birlikte hayaller kurardık. Yıldızları yakından izleyebiliyor olmanın tadı anlatılamaz… Orada başka kimse yaşamadığı için sadece ikimiz vakit geçirebiliyorduk. Yaptığımız başka bir şey yoktu. Ama mutluydum.

-Yani seni yalnızca Küçük Prens mi görebiliyordu?

-Evet, sayılır.

Gül, çocuğa baktığında onun gözlerinin daldığını fark etmişti, bir şeyler düşünüyor gibiydi:

-Ne oldu, ne düşünüyorsun?

-Aklıma bir şey geldi de…

-Ne?

-Böyle söyleyince annem aklıma geldi. O da çok güzeldir. Saçları sapsarı, gözleri yemyeşil, teni bembeyazdır, sesi kadife gibidir dinlemeye doyamazsın, gülüşü eşsiz bir mücevheri andırır. Ama bunu yalnızca babamla biz bilebilir ve görebiliriz. Annem güzelliğini dışarıdaki insanlardan saklar. Dinimiz böyle emrediyor. Çünkü nefsine hâkim olamayan bazı insanlar ona zarar verebilirler. Annem de senin gibi bir tohumdu, büyüdü, gelişti ve güzelleşti. Güzelliğini tüm dünya görebilirdi ama o, babamı seçti. Güzelliğini yalnızca ona gösterdi ve babam da ona sonsuz bir sevgiyle bağlandı. Onu dışarıdaki kötülüklerden korumaya gayret etti, ediyor. Belki Küçük Prens de senin için bunu amaçlamıştır.

-Ama ben bu kadar güzelken herkesin benim güzelliğimi görmesini ve beni övmesini isterim…

-Haklı olabilirsin ama güzelliğini herkese armağan edersen güzelliğin bayağılaşmaz mı? Tüm özelliğini ve eşsizliğini yitirmez misin? Bir gül bahçesinde olduğunu hayal et. Senden milyonlarca var. O bahçeye giren herkes diğerlerini beğendiği gibi seni de beğeniyor. Senin biricik olmanın imkânı kalıyor mu? Seni herkes eşit derecede sevebilecekken sevilmenin bir kıymeti kalıyor mu?

-Galiba hayır… Küçük Prens için eşsizdim değil mi ben? O da benim için öyleydi. Ama şimdi… Benim arzularım için birbirimizi kaybettik. Bir daha oraya dönmek istemeyeceğimi söylemişti. Ben, onun yanına gitmek istiyorum ama yapamam ki…

-Bunu gerçekten istersen bir gün yapabilirsin bence.

-Ama buraya nasıl geldiğimi bile hatırlamıyorum ki geri dönmeyi başaramam…

-Küçük Prens seni bir başına bırakmaz, senin gerçekten oraya dönmek istediğini anladığında almaya gelecektir. O zamana kadar sana ben bakarım, korkma… Biraz dinlenmek ister misin? Kapat gözlerini ve hayal et. Bir gün ona kavuşacaksın.

Toprak bakışlı çocuk merhametiyle örtmüştü Gül’ün üstünü. Yavaş yavaş ağırlaşıyordu yaprakları. Gökyüzünden inen su damlacıkları tuhaf bir koku yayıyordu etrafa. Bir, iki, üç… Derken ağır bir duygu bastırıyordu. Pişmanlık ve ürkeklik arasında, tatsız bir his… Tanıdık bir şeyler arıyordu… Mazileşmiş anlar canlanıyordu…

“Sûzidilâra’m…”

Gül, büyük bir heyecanla açtı gözlerini. Küçük Prens karşısında duruyordu:

-Döndüm mü gezegenimize? Ben bir daha senden ayrılmak istemiyorum. Senin için ne kadar özel olduğumu anladım. Yalnızca senin Gül’ün olmak istiyorum.

-Her ne olursa olsun sen benim Gül’üm olarak kalacaksın. Şimdi ayrılsak da bir gün kavuşacağız Sevgili Gül. Yalnızca üzülmemeni söylemek istedim. Sen üzüldükçe ben senden daha fazla üzülüyorum. Benim için çok kıymetlisin. Evet, belki bir süre kavuşamayacağız. Yalnızca birbirimizin varlığını hissetmekle yetineceğiz… Ama ikimiz de birbirimizi sevdiğimizin bilincinde olacağız. Ya bunu da bilemeseydik? Acının en koyu tonu bu değil mi? Birini, onun seni sevmeyeceği ihtimalini bilerek sevmek… Hem de en güçlü ihtimal buyken… Şimdi gitmem gerekiyor Sûzidilâra’m, kendine iyi bak…

-Gitme! Beni burada yalnız bırakma. Ya bir gün beni sevmekten vazgeçersen? Unutursan beni…

-Eğer bir gün seni hatırlamam gerekirse önce kendimi unuturum… Asla yüreğimden ve aklımdan çıkmayacaksın. Sen benim biriciğimsin… Elveda Sûzidilâra… Elveda gönlüme düşen ateş parçası…

Gül’ün yaprakları titriyordu adeta. Kendinden geçercesine hıçkırıyordu. Gökyüzünden düşen damlacıklar içindeki alevi söndüremiyordu. Nasıl söndürsündü ki? Kendisi Küçük Prens’in kalbinde bir ateşken nasıl olsundu da birkaç yağmur damlası onun yüreğindeki ateşi söndürsündü?.. Hislerinin tercümanı olacak hiçbir sözcük yoktu ki yeryüzünde.

Yavaş yavaş kapanıyordu Gül’ün yaprakları. Bir gün Küçük Prens onu bulana dek açılmayacaktı bir daha. Yalnızca onun için açacak ve onun için gülümseyecekti. Tıpkı toprak bakışlı çocuğun annesi gibi…

O günden beri her bir gonca kendi Küçük Prens’ini görünce açar olmuş. Yeryüzünde bir gülün açtığını görürseniz bilin ki ruhu Küçük Prens’ine kavuşmuş demektir…

Gökten üç gül yaprağı düşüvermiş; biri buğday tenli çocuğun başına, biri bunu okuyanın başına, biri de her gece gözleri bulutlara karışanın başına… ÜMMÜGÜLSÜM İMECE

Start typing and press Enter to search

Skip to content