KAM ANA

Print Friendly, PDF & Email

Yazar. : HİLAL KOÇYİĞİT

ANLATACAK ÇOK ŞEY VAR

SEYİR VAR SEYİR İÇİNDE

Evvel zaman içinde, kalbur saman

Ezelden ebede bir muamma insan

Sözle söyle düşle dilimde masal

İzle gözle özle nasibini al

Masal bu ya her iş gelirmiş başa

Ey insan kal insan her dem hepten aşkla

Gelen gider, giden gelmez, bu bir sır

Gelir bir bir, gider bir bir, kalır BİR

Gönül ver masala bu kıssadan hisse

İyi belle israf olmasın tek hece

Deyip de vurdu davuluna kadın. Bunca zaman az gitmiş uz gitmiş altı ay bir güz gitmişti de sanki dönüp dönüp aynı yere varmıştı. Adım attığı eşikten, nakışlı tahta beşikten hikaye dinler masal işitmişti. Ak sakallı kocadan, ilim aşmış hocadan kıssaları alır hissesine koymuş da öyle yol almıştı. Ayağındaki demir çarıklar delindikçe varırmış demircilerin kapısına. Yeni çarıkları dövülene dek dükkana gelenden, demiri ateşte dövüp delenden dökülen her sözü biriktirirmiş. Yeni çarıklarını ayağına vurup yeniden ve yeniden düşermiş yollara kadın.

Her masal insanın düştüğü aynadır, dermiş kadının içindeki ses. Sen o aynaları göster ki görsün içindekini bir başkası da. Elbet her kişiye özündeki sureti bulacağı bir ayna sırlanmıştır, sen anlat ki o da görsün seyre dalsın, diyen bir sesmiş bu. Kadın bu sesi ilk kez tüngürüne vurduğunda duymuş. Yanlış işittim diye bir kez daha vurmuş tüngürüne, yine aynı ses gelmiş kulağına. İlk zamanlar tüngüre vurdukça o söyler o konuşur zannedermiş de kulağını da aklını da bu sese verirmiş.

Yine böyle tüngürüyle masalları meselleri hikayatı rivayatı söylemeye dururken elini indirirken tüngürden, kalbinin sesini duymuş. Eş ritimle atarmış yüreciği ve o ses içinde yankılanırmış. Korkusundan sırtının üstüne devrilivermiş kadın. Aklımı yitiriyorum, diye diye ısırmış kanatmış dudaklarını. Sesten kaçtıkça daha da sancılanmış, kancalanmış sanki boşluğa. Yorulmuş kendi kendine dövüşmekten de oracıkta yığılıp kalmış. Nefesiyle birlikte ses geldikçe içinden bedeninin ve aklının da nefes alıp verdiğini hissetmiş kadın. Hayretle dinlediği bu sesle birlikte kendini de dinlemekteymiş. Meğer kaçtığı bu ses evvela ona iyi gelmekteymiş.

Masal insanoğlunun düştüğü bir aynadır; düm tek.

Her öz için mutlaka bir ayna sırlanmıştır; düm tek

Sen anlat, seyre dalıp görsün mücevherini; düm tek

Seyir içinde seyirle gezinsin alemleri; düm tek.

Bir gönlünden bir tüngürden gelen ritimlerle anlatmış bunca zaman kadın. Anlatabilmek için de dinlemiş dinlemiş dinlemiş. O diyar senin bu diyar benim; şimal ırak cenup uzak demeden dolaşmış da dolaşmış. Ötedekini buraya, beridekini şuraya nakletmiş, söz etmiş.

Gel gelelim bizim masal anamızı bir düşünce alıp gitmiş. Şarkta duyduğu masalla garbın ucundaki benzer; şimalde donan sözle cenupta yanan kelam eş düşermiş. İçindeki sese verdiği sözle, söze verilen sesle ömrüne mana verdiği bu yolda bulduğu elbet boşa değildir diye düşünürmüş. Birbirini hiç görmemiş insanlar, benzer sözü nasıl söyler? Aynı su başında kanmamış; aynı çölde yanmamış nicesi nasıl olur da benzer anlatır? Vardır ya bir keramet, bakalım ne vakit düşer gözümüze gönlümüze diye diye dertlenip dururmuş.

Tüngürünü basmış bağrına, yüreğinin atışı vururmuş sanki tüngüre. İçindeki ses yine başlamış sözlerine. Dinlerken dinlerken “Ahhhh” demiş yankılanmış sesi. “Ahhhh! İnsan elbet! Her yerde insan! Ne gerek birbirini görmesine. İşte tam da bundan değil mi masalın ayineliği!” avazlarıyla tüngürüne daha coşkun daha sel vurmuş ve başlamış anlatmaya.

Bir zamanlar, şimal toprakların en eski nehirlerinin yakınında dinlemiş bu masalı. Öyle bir nehirmiş ki bu cana can katarmış; geçtiği yerlerden yaş bulup boy verenler arasında insanoğlunun konuştuğu diller bile varmış. İşte oralarda işittiği masal için ateş etrafında toplananlarla birlikte söylemeye başlamış. Gayrı bu masalı anlatan kadın değil, çekik gözleri örgülü saçlarıyla bir Tatar ninesiymiş.

“Bir vakitler bir kedi, bir horoz, bir kaz ve bir öküz dost olmuşlar. Muhabbetle, mutlu mesut yaşamaktaymışlar. Gün dönmüş mevsim geçmiş de sonbahar gelivermiş. Dostlar içinde bir tek kedicik başlamış üşümeye. Sıcak bir yer istermiş kedicik. Derken bir gün horoza açmış meseleyi ve“Havalar soğudu, kış kapıda. Hadi bir ev yapalım.” demiş. Horoz bu teklife hayli şaşırarak, “Ne evi?! Ben o çatıdan bu çatıya zıplar uçar dolaşırım.”demesin mi?!

Kedicik üşüye üşüye bu kez kazın yanına varmış, “Kaz dost, kaz dost; havalar soğudu, kış kapıda. Hadi bir ev yapalım.” diye teklifini iletmiş. Kaz, “Ya Hû kediciğim, ben o eşikten bu eşiğe dolaşırım. Ne evi?!” diyerek kediciğin hevesini kursağına dizmiş.

Kedicik hala üşümekteymiş, büyük bir umutla öküzün yanına varmış, “Öküz dost öküz dost. Havalar soğudu, kış kapıda. Hadi bir ev yapalım.” demiş ama öküz, “Ne evi?! O kapı dibinden bu kapı dibine dolanır dururum ben.” diyerek kediciği geri çevirmiş. Lakin kedicik üşümekten kendini alamadığı ve daha soğuk günlerin geleceğini de bildiğinden başlamış bir ev yapmaya. Hemen o gün başlamış çalışmaya. Dostları nafile bulsalar da çabasını o durmamış devam etmiş. Bütün kemikleri ağrımış, bıyıkları yorgunluktan kendini bırakmış da kedi vazgeçmemiş. Nihayet evini bitirmiş ve içinde tam da istediği gibi ılık ılık, mırıl mırıl gün görmeye başlamış.

Zaman akmış sel gibi, gün devrilmiş yel gibi ve kediciğin söyleyip durduğu kış gelivermiş. Havalar iyiden iyiye buza dönmüş. Horozcuğun ince tüyleri bu soğuğa dayanamamış ve horoz varmış kedinin kapısına, “Dostum dostum, bana da evinde bir yer versene. Dayanacak halim kalmadı bu soğuğa.” diye seslenmiş. “Hani sen çatıdan çatıya, tepeden tepeye dolaşıp dururdun. Eve gerek yok derdin.” diye sitemde bulunmuş kedi. Bunun üstüne horoz, “E sen beni eve almazsan, ben de tepinip tepinip evin bütün topraklarını dağıtırım.” diye keskin keskin ötünce kediyi almış bir telaş. Bu soğukta evsiz kalmaktansa almış horoz dostunu evine.

Gel zaman git zaman, pamucuk tüylü kaz gelmiş kapıya, “Dostum dostum, bana da evinde bir yer versene. Kuş tüylerim bile ısıtmaz beni.” diye yalvarmış. “Hani sen eşik dibinden eşik dibine dolaşırdın da ısınırdın. Eve gerek yok derdin.” diye sitem etmiş kedi. Bunu duyan kaz, “E sen beni eve almazsan, toprakları tutturduğun yosunları çekerim aralardan.”diye bağırmaya başlamış. Kedi yer gök buzken bir de evsiz kalmayayım diye almış kaz dostunu da evine.

Masal bu ya zaman akmış da bu kez öküz dayanmış kapıya. O kalın derisi, yağlı yağlı gövdesi dayanamamış bunca ayaza, “Dostum dostum, bana da evinde bir yer versene. Yağlarımın tümü erimeden donacak bu soğukta.”diye dil dökmüş kediye. “Hani sen bi kapıdan bi kapıya dolanır dururdun. Eve gerek yok derdin.” Diye sitem etmiş kedicik. Bunu duyan öküz, “E sen beni eve almazsan, boynuzlarımla süserim de evi yerle bir ederim.”diye diye böğürmüş. Kedicik hem kendinin hem de horoz ve kaz dostunun ayazda kalmasından korkup, “Gel, sen de gel dostum. Madem dostuz, hep beraber yaşarız.” Deyip doluşmuşlar bir kediciğin yaptığı eve.

Eee kış iyiden iyiye kendini gösterince dağdaki çakalın da kurdun da başı dertlenmiş. Ava çıksalar av yok bekleyecek tav yok, dolanıp dururlarmış. Rüzgardan mı sudan mı almışlar haberi. Kedi, horoz, kaz bir de öküz bir evde yaşarlar diye duyunca soğuğu unutmuşlar da oracıkta oynamaya durmuşlar sevinçten. Çakal, “Kurt kardeş, sen daha güçlüsün. Var sen önden git de gözlerini korkut. Ben de hemen peşinden eve girerim.”demiş. Kurdun da aklına yatmış bu fikir. Açlıktan gözleri dönen kurt ve çakal eve doğru son güçleriyle koşmuşlar.

Kurt bütün gücüyle evin kapısını pat diye açıp girmiş. İçeri girip de ilk olarak karşılaştığı öküz, kuyruğunu sallayıp tüm nefesiyle böğürmüş ve öyle bir süsmüş ki kurdu, ciğeri ağzından gelir gibi olmuş. Hemen öküzün arkasındaki kaz, kanatlarını aça aça, bağıra çağıra kurdu gagalamış da gagalamış. Kurdun etleri lime lime dökülmek üzereymiş. Hemen gerideki horoz, tüm gücüyle öttükçe kurdun kulakları sağır olmuş. En sondaki kedi kabarttığı tüyleriyle tırnaklarını kurda geçirmiş durmuş. Kurt hangi birinden nasıl kurtulsa bilemeden boğuşa çırpına, kıvrana sürüne çıkmış evden.

Kurdun bu halini gören çakal korkusundan dilini yutmuş da bakakalmış kurda. Kurt, “Çakal kardeş, başımı sağ kurtardığıma şükür. İçeri sakın girme. Biri kunduracı bunların, elindeki bizle deldi ciğerlerimi. Öteki yorgancıydı, köpüdü sanki beni. Bir diğeri zil yapar, kulaklarımı tüketti. Öteki sanki demirci, tırmığıyla bitirdi beni. Canımı zor kurtardım. Kaç çabuk kaç. Biz kendi dağımıza gidelim.”diye çakalı da alıp yanına son hızla uzaklaşmışlar.

Bu dört arkadaş da can düşmanlarından birlikte kurtuldukları için birbirlerine daha da güvenmiş ve sıkı sıkı sarılmışlar. O günden sonra da mutlu mesut yaşamışlar.

Üç elma düşmüş gökten; biri bu can dostlara, biri okuyanlara, biri de ayrı diyarlarda aynı masalları anlatan nice anlatıcıya gelmiş.”

“Kimin gücü neye yeter, kim neyi nasıl hayal eder; birlikten güç mü doğar, iyi kötüyü mü boğar varın siz üleşin içinizde. Evvel kim ayıtmış bu masalı; kim kimden nakledip de nerede libaslandırmış bilinmez. Bildiğimiz odur ki aynamıza düşen suretleri seyre dalınız ki seyir var seyir içinde.”demiş kadın.

Son kez vurmuş tüngürüne ve elini uzatmış kara geceye, dinleyenlere ve yüreciğine. Seyre dalmış ateş başı dinleyen, masa başı okuyan nice alemi.

Start typing and press Enter to search

Skip to content