ILGAR İLE DORA

Print Friendly, PDF & Email

Bir varmış bir yokmuş.

Aşk, atadan beri süregelen ve öteden beri de bize bahşedilen bir güzellikmiş. Aşkı hiç yaşamayan inanmaz, aşık olan ise bir daha bırakmazmış. İki gönül bir olunca samanlık seyran olur derler ya, inanmayın siz onlara. İki gönül bir olduğunda samanlıklarını bile kendileri yaparlarmış aslında. Tek tek her parçayı ince ince işlerlermiş.

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken uzak diyarlardan birinde çok büyük bir memleket varmış. Bu memleketin savaşçıları öylesine yiğit öylesine güçlüymüş ki düşmanlarının kalplerine korku salarlarmış. Herkes onların savaş kabiliyetine ve at binişlerine hayran olurmuş.Ellerinden kılıç, yüreklerinden de cesaret eksik olmazmış.

Bu yiğit savaşçıların arasında öyle biri varmış ki sormayın gitsin. Boylu poslu, güçlü kuvvetli,tuttuğunu koparan bir askermiş, adı da Ilgarmış.

Attığı ok, hedeften hiç şaşmaz, bastığı yerden hesap soran olmazmış. Yaşadığı yerde insanlar ticaretle uğraşmayı pek severmiş. Bütün hayatları yaşadıkları şehrin ticaret hayatını sürdürüp yeni şeyler üreterek ve uzak diyarlardan getirdikleri ürünleri satarak geçermiş.

Uzak diyarlardan, Hindistan’dan, Çin’den hatta dünyanın bilinmeyen ülkelerinden birbirinden güzel kokular, esanslar baharatlar, ipekli kumaşlar, kıymetli mücevherler getirirmiş. Her esans şişesinden farklı bir iklimin havası, her baharat kavanozundan farklı bir ülkenin lezzeti gelirmiş şehrin sokaklarına.Herkes kendi ekmeğinin peşindeymiş. Ancak akşam vakti olunca tüm ışıklar kapatılıp ihtiyaç sahiplerinin kapısına koca bir tepsi gönderilirmiş. Tepside bir somun ekmek, sıcak bir yemek, üç beş tanede mangır bulunurmuş.

Ne kapının arkasındaki bilirmiş kimin geldiğini ne de kapıyı çalan kişi bilirmiş kime geldiğini. Bir elin verdiğini diğer el bile görmezmiş. Ilgar, savaştan döndüğü zaman hiçbir yere uğramadan doğruca anasının yanına gelir, elini öper ve onun için getirdiğini hediyeleri önüne dizermiş. Ardından da odasına çekilip istirahat edermiş. Yine böyle kılıcını beline takıp memleketine döndüğü bir vakit ahaliyle sohbet etmek istemiş. Genç yaşlı demeden herkesle hoşbeş ettikten sonra evinin yolunu tutmuş. Yolda giderken bir de ne görsün. Genç bir kadın elinde taşıdığı iki büyük su dolu testiyle yürürken çok zorlanıyormuş. Biraz çekinerek yanına yaklaşmış.

“İzin verin size yardım edeyim” demiş. Yorgunluktan takati kalmayan kızcağız da bu teklifi kabul etmiş. Ay gibi parlayan yüzü, Ilgar’ın yüreğini aydınlatmaya yetmiş. Çeşmeden eve doğru giden o kısacık yolda bir hayat geçmiş. Meğer eli, kolu testilerle dolu olan bu kızcağızın babası pek hastaymış. Yaşlı adam, yeni hikayeler yazdıği gibi başkalarının yazdığı hikayeleri de satarak geçimini sağlarmış.Bir gün çaresini bilmediği bir hastalığa yakalanmış. O günden beridir eline kağıt, kalem alamaz olmuş. Kızcağızın anası da yıllar önce vefat ettiği için evin tüm yükü kızın üstüne kalmış. Yaşlı adam, kızını çocukluğundan beri çalışırken yanına oturtur ve kağıdı nasıl kullanacağını, diviti nasıl tutup yazıyı nasıl kurutacağını öğretirmiş. Bu yüzden Dora dükkanda sabahtan akşama kadar çalışırken hiç şikayet etmezmiş.Çünkü en sevdiği işi yapar imiş. Sabah erkenden kalkar, babasına iki kap yemek yapar sonrada küçük dükkanlarına gidermiş.Küçük rahlesinin önüne diz çöker, parşömenini önüne alır, hokkasına daldırdığı dividinin ucuna bir miskal mürekkep oturtur ve başka hayatların hikayesini anlatırmış. Kendi kaleminin yetmediği vakit başka dillerde çeviri yapar yine de kimseden sözünü sakınmazmış. Günler böyle geçer, geceler ise genç kızın babasına okuduğu hikayelerle bitermiş. Ilgar, kız hiç susmasın, gittikleri yol da hiç bitmesin istemiş. Evinin önüne geldiklerinde genç kız usulca teşekkür etmiş.

“Bana ismini söylemeyecek misin?” demiş Ilgar biraz da utanarak.

“Benim adım Dora” demiş genç kız ve su dolu testilerini de alarak içeri girmiş.

Sabah olmuş, güneş doğmuş ama Ilgar’ın hiç uykusu yokmuş. Dora ismi kulağında yankılanıyormuş. Ne yapıp ne edip onu bir kez daha görmek istiyormuş. Sabahın erken bir vaktinde anasını bile uyandırmadan evden çıkmış gitmiş. Gördüğü, bildiği her dükkanı es geçmiş. Şimdiye kadar göremediğini bulmaya gitmiş. Kalabalıkların sokakların arasına sıkışmış olan küçük dükkanı da hemen buluvermiş. Penceresinde bulunan rengarenk çiçekler gelen herkesi coşkuyla karşılarmış. Genç kız içeride bir rahlenin üzerine koyduğu kitabı okuyormuş. Ilgar, çalışırken onu rahatsız etmekten çekinmiş ama onu çalışırken izlemeyi de çok sevmiş. Yavaşça camı tıklatarak açık kapıdan içeriye girmiş. Dora, Ilgar’ı yeniden karşısında gördüğünde çok şaşırmış. Böyle bir şeyin mümkün olabileceğini hiç düşünmüyormuş fakat talihin herkes için bir planı varmış. Derler ki kalpten kalbe giden bir yol varmış. O gün iki genç, o yolu beraber yürümeye karar vermişler. Bu yoldaki en büyük dostları ise bitmek bilmeyen sohbetleriymiş. Boşuna dua etmezmiş eskiler “Allah muhabbetinizi arttırsın” diye. Ilgar her akşam dükkanın kapanmasına yakın bir vakitte Dora’yı ziyaret eder ve ona evine kadar eşlik edermiş. Bu akşamlardan birinde Dora’yı sıkı sıkı tembihlemiş.

“Babana söyle onun rızasını almak istiyorum” demiş. Bu habere çok sevinen Dora, akşam yemeğinden sonra usulca konuyu babasına açmış lakin yaşlı adam kızını bir savaşçıyla evlendirmek istemiyormuş. Zaten kendisi çok hastaymış ve evine bakamıyormuş. Kızıyla evlenmek isteyen genç de savaşta yaralanıp ölürse hali ne olurmuş? Kızını yalnızlıkla terbiye etmeyi hiç istemiyormuş. O yüzden ne söylenirse söylensin bu fikre karşı çıkmış. Araya günler girmiş, insanlar girmiş, benim sözümü kesin dinler diyen arkadaşları mı dersin ama hiç mi hatırım yok diyen aile büyükleri mi dersin kimler kimler… Yaşlı adam Nuh diyor peygamber demiyormuş. Halbuki savaşın ortasında doğan bu koca aşkı bir görebilse belki fikri değişirmiş. Zaten talihin kimin yüzüne ne zaman güleceğini kim tayin edebilirmiş ki? Gel zaman git zaman Ilgar ile Dora gizli gizli görüşmeye başlamışlar. Bu durum Dora’nın içine pek sinmiyormuş fakat Ilgar kendisinden eminmiş. Bir gün Dora’nın babasını ikna edebileceğini biliyormuş. Yaşanan bu zorlu günlerde iki genç aşık ne birbirini tam olarak sevebilmişler ne de birbirlerinden vazgeçebilmişler. Böyle günlerin birinde askerler sefere çağrılmış. Ilgar’ın gideceğini duyan Dora’nın kalbi pır pırmış. Hemen kağıdını dividini bırakmış, sokak sokak dolaşmış Ilgar’ın yanına varmış. İki aşık birbirlerine doğru koşmuşlar ve sımsıkı sarılmışlar.

“Bekle beni, döndüğümde kavuşacağız” demiş Ilgar.

“Ömrüm boyunca bekleyeceğim seni” demiş Dora ardından da herkes kendi yoluna gitmiş. Gece vakti olup tüm ışıklar söndürüldüğünde öyle bir kıyamet kopmuş ki sormayın gitsin. Evler yanmış, hayvanlar kaçmış, insanlar çığlık çığlığaymış. Meğer askerlerin sefere çağrıldığını duyan düşman casusları, kendi aralarında birlik olup memleketi talan etmeye karar vermişler. Atlarına binmişler, karşılarına çıkan herkesi ezip geçmişler. Kargaşa seslerini duyan Dora hemen hasta babasına koşmuş. Var gücüyle onu yerinden kaldırmaya çalışmış ama başaramamış. Bahçe kapısının kırılmasıyla da ne yapacağını şaşırmış. İki tane iri yarı siyahlara bürünmüş adam ellerinde silahlarıyla içeriye dalmışlar. Dora ile babasını da sürükleye sürükleye kapı dışarı etmişler. Evlerini yakıp yıkıp, altınlarını gasp etmişler. Tam kılıçlarını çıkarttıkları vakit bir ses duyulmuş. Meğer sefere doğru yola çıktıkları vakit memleketinin istilaya uğrayacağını duyan Ilgar, adamlarını da alarak yarı yoldan geri dönmüş. Varacağı ilk durak da Dora’sıymış. Ilgar ve askerleri bütün şehri baştan aşağı dolaşmış, karşısına çıkan hainleri kenara ayırmış. Dora ve yaşlı babasını da kılıç altından kurtarmış. İşte o vakit yaşlı adamın kalbinde bir yer kazanmış Ilgar.

“En zor anında yanında olan insan, seni hiçbir zaman yalnız bırakmaz” demiş babası ve Dora ile Ilgar’ın evlenmesine izin vermiş. O günden sonra Ilgar savaşa gitmediği vakit kendini Dora ile birlikte yeni hayatlar öğrenmeye adamış. Sefere çıktığı vakitlerde de Dora, yaşlı babasıyla kalır, vaktini ona yeni hikayeler anlatarak geçirirmiş. Mutluluk bazen bir an bazen ise sonsuza kadar sürermiş. Çünkü mutlu olmak insanın kendi seçimiymiş.

Bir masal anlattım bugün sizlere, ya vardır ya da yoktur. Deniz söyler şimdi size. Ya azdır ya da çoktur. Bir varmış, bir yokmuş deriz ama sahi mi bilemeyiz. Neyse, gökten üç elma düşürelim de yemedik demeyiz.

Start typing and press Enter to search

Skip to content