Üç Elma

Print Friendly, PDF & Email

Evvel zamanda kalbur zamanda, devler ormanda tellal pireler şehirde berber filler hamamda kurtlar kuşlar seyranda kediler köpekler bayramda vardım gittim pazara pazarda hop hoplayan bir pire gördüm palanı vurdum sırtına yemini vurdum ağzına çıktım binek taşına atladım pirenin sırtına az gittim uz gittim dere tepe düz gittim konarak göçerek yiyerek içerek bir arpa boyu yol gittim vardım İstanbul’a İstanbulda insanlar kol kola bir sağa bakarlar bir sola İstanbul derya deniz efendim ben deniz vardım Ayasofyaya minareyi çaldım borudur diye bağırdım önüme çıkana heyyyyy geri dur diye baktım olacak gibi değil minareyi sardım kilime onu da doladım belime amannnn nazar değmesin benim dilime diye başlarmış eskiler söze.

Çok uzak diyarlarda bundan çok evvel zamanlarda memleketin birinde bir padişah varmış bu padişah ötekiler gibi tacın tahtın delisi değil soyundan gelenlerin en iyisiymiş ülkesini öyle dirlik düzenliğe kavuşturmuş ki ülkesindeki herkes işinde gücünde, taşında toprağında ekeceğini eker, biçeceğini biçer mutlu mesut yaşayıp giderlermiş. O devirde böyle padişahta bulunmaz nimetmiş gelin görün k bu padişaha yüce Allah her devleti vermiş de yerini yurdunu tutacak bir evlat vermemiş.

Padişah yaşı ilerledikçe bunu kendine iyiden iyiye dert etmiş gece dememiş gündüz dememiş Yaradan’a yalvarır bir evlat istermiş istemiş istemesine ama duası yerini bulmamış günlerden bir gün padişah kara kara düşünürken gün görmüş, umur görmüş birisi padişahın huzuruna çıkmış. Padişahım nicedir derdiniz kederiniz var biliriz çok mutsuzsunuz derdini söylemeyen derman bulamaz nedir derdiniz yanlış dala taş atan mı oldu? Komşu kapısına yan gözle bakan mı oldu nedir bu hal nedir bu keder diye sorunca padişah aaaaa benim halden anlar kulum olmaz mı bir derdim var dermanı yıllardır ararım bir türlü bulamadım Allah bana her devleti verdi de bir evladı çok gördü deyince adam sükûnetle aa devletlim akıl vermek gibi olmasın ama insan bir şeyi kendine dert edindi mi o dert onu yer bitirir için için çürütür her şeyde bir hayır vardır veren Allah alan Allah eeee Allah verdiğini ya geri alırsa bu ne kuru çayırda koyun gütmeye ne emanetlik mintan giymeye benzer deyince padişah durmuş düşünmüş doğru söylersin haklısında var mıdır benim derdimin dermanı yıllardır aradım bulamadım deyince adam padişahım her derdin bir dermanı bir çaresi vardır siz o dert sizi üstelemeden siz o derdi üsteleyin ne zaman dert tasa sizi sarsa efkar bassa efkarınızı dağıtacak bir bahçe yaptırın bahçenizin içinde güller gün eylesin, bülbüller düğün eylesin ağaçlar boy boy dizilsin her efkarlandığınızda varın gidin bu bahçeye ister ağacın altında oturun ister kuş sesleriyle uyuyun yeşilin rüyasına dalın ister kuşların türküleriyle uyanın o bahçede vakit geçirin bakın görün ne gam kalır nede keder bu fikir padişahın aklına yatmış kendine öyle güzel bir bahçe yaptırmış dillere destan padişah bahçeyi çok beğenmiş bayram etmiş yalnız bir süre sonra umduğu bulduğuna değmemiş padişah ne zaman bahçeye çıksa derdini kederini anlatmak istese o dert padişahtan önce gelip o ağacın altına oturuverirmiş bir böyle iki böyle derken padişah artık bahçenin yüzüne bakmaz adımını atmaz olmuş günlerden bir gün padişahı iyice efkar basınca yine bahçeye gitmiş yine ferahlayamayınca bu sefer iyice hiddetlenmiş ne çiçek kalmış ne böcek bütün her şeyi kırmış dökmüş taş taş üstünde bırakmayacakmış ama karısı eline ayağına sarılmış padişaha engel olmuş padişahın hanımı bu bahçeyi çok severmiş o günden sonrada bahçeden çıkmaz olmuş, toprağıyla toprak yaprağıyla yaprak olmuş bundandır hatuncuğu ayak seslerinden tanırmış çiçekler bütün kokularını hatuna saklar, bütün renklerini ona sunarlarmış ağaçlar bütün sırlarını ona verirlermiş ben şu derde devayım bu şu hastalığa şifayım gel gör ki hatunun derdine derman olamazlarmış bir gün kadın öyle efkarlanmış öyle dertlenmiş ki oturmuş bir ağaç gölgesine çiçeklerin baş ucuna anlatmış anlatmış bütün derdini içini dökmüş derken bir kuru ağaç dile gelmiş derdini bilirim dağ olsa dayanmaz eski halim olsa sana öyle bir elma verirdim ki ne muradın olur du ama nerde bende o dal, nerde o dalda o elma padişahın öfkelendiği gün benim den bütün kolum kanadım kırıldı şu filiz çitken başka yeşil dalım yaprağım kalmadı eğer sabretmeyi bilirsen al şu filizi dik bir yere sula büyüt meyvesi sen ne istersen sana onu verecektir aman sende deme meyvesi murat elmasıdır dilerim Allah umarım Allah inşallah ne muradın varsa versin Allah diye dua etmiş hatun ağacın dediği gibi filizi almış toprağa ekmiş tam yedi yıl yedi ay evlat gibi büyütmüş beslemiş üzerine titremiş esen yelden uçan kuştan korumuş filiz büyümüş fidan olmuş, fidan büyümüş serpilmiş koskoca ağaç olmuş bir bahar çiçek çiçek bezenmiş yaprak yaprak salınmış derken bir bakmış dalında bir elma öyle bir elma ki ha düştüm ha düşeceğim diyor bir tarafı beyaz mı beyaz aydan arı günden duru, diğer tarafı güneş mi öpmüş ne olmuşsa öyle kızarmış öyle kızarmış ki aydan al nardan kırmızı tam elmayı koparacakmış ki birden hatunun aklına ağacın dedikleri gelmiş biraz düşünmüş biraz beklemiş sonra özenle elmayı koparmış ikiye bölmüş bir yarısını padişaha yarısını kendisi yemiş tam dokuz ay dokuz gün saat geçmiş nur topu gibi bir evlatları olmuş ülkede şenlikler kurulmuş, herkesi doyurmuş giydirmişler onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine gökten üç elma üçü de her kimin ne muradı varsa onun başına.

Eflatun Cem Güney’den derlenmiştir.

Start typing and press Enter to search

Skip to content