HİÇLİK DEVİ

Print Friendly, PDF & Email

Bir varmış bir yokmuş, Allah’ın hatasız kulu hiç yokmuş. Hata arayan noksanını göremez, noksanını göremeyende benlik çok olurmuş. Ağacı, kurdu, kuşu sevmeyenin kalbi kör olur; bülbülü duymaz, çiçeği görmez, kendini bilmezmiş. Söze hayal yakışırken, bala kaymak karışırken “Benliğe lanet” , diyelim; masalımıza yol verelim.

Çok eski zamanlarda ülkenin birinde bir köyde insanların huyları, mizaçları hızla değişmeye başlamış. Önce atalarının, dedelerinin kadim bilgilerini küçümsemeye başlamışlar. Sonra bencillik artmış. Kimse kimseyi beğenmez olmuş. Hatta İmece usulü yardımlaşarak iş yapmayı bile bırakmışlar. Ee böyle olunca işler uzamış. Gel zaman git zaman çalışmayı, yorulmayı hiç sevmez olmuşlar.

Bu köyde tarlaları ekmeyi bırakan tembellerin dışında çok farklı insanlar da varmış. Kısa yoldan köşeyi dönmeyi isteyen, az çalışıp çok kazanmanın yolunu arayan üstün zekâlı, okumuş bilmiş tayfasıymış bunlar. Arayan ya Mevla’sını ya belasını bulurmuş, derler. Bulmuşlar bunlar da… Sebzeye hormon, meyveye ilaç; saç babam saç, dağa, taşa saç. O köydeki tarlalar, bağlar, bahçeler, ağaçlar uzun zaman bakımsız kaldığından mıdır yoksa hormon ve tarım ilaçlarından mıdır bilinmez kuruyup yok olmuşlar. Köyün arazileri viraneye dönmüş.

Aradan altı ay bir güz geçmiş geçmemiş köyde tuhaf şeyler olmaya başlamış. Geceleri bu virane tarlalardan, bahçelerden uğultular gelmeye başlamış. O toprakların üstünde hiç yabani hayvan görünmez, o toprakların göğünde hiç kuş uçmaz olmuş. Kuş uçmaz kervan geçmez dedikleri ağaçsız, yeşilliksiz, çöl gibi bir yer olmuş burası.

Bir zaman sonra bu virane topraklardan geçen insanlar kaybolmaya başlamış. Bu topraklara girip de sağ çıkanlar da fazla yaşamazlarmış. Çünkü buralara bir dev dadanmış, bir dudağı yerde bir dudağı gökte. Adı da “Hiçlik”. Burada rüzgâr, yağmur, güneş devin emrindeymiş. Rüzgâr birini oralarda görürse fırtına olur, eser; tozu toprağı havalandırır nefessiz bırakırmış. Güneş alev olur yakar, dilini damağını kuruturmuş. Yağmuru gören yolcunun sevinci kursağında kalır, içmeye yeltendiği su sel olur, yolcuyu boğarmış. Hiçlik’i görüp sağ çıkan olsa da mutlaka korkudan dili tutulur bir daha da iflah olmazmış.

Köyde yaşayanlar çoluk çocuklarını uzağa gönderemez, kendilerini de güvende hissetmezlermiş. Korkularından uyku dahi uyuyamazlarmış. Son zamanlarda geceleri devin sesi daha yakından gelmeye başlamış. Çünkü Hiçlik ve viranesi her geçen gün büyüyormuş.

Köydeki yaşlılardan biri bir gün ahaliye “ Şu dağların ardında bir kara orman varmış. Dedemden işittim. Orada bilge biri varmış, dedemin ahbabı, ahretlik dostuymuş. Canı sağsa onu arar bulurum. Derdimize bir çare olursa o bilge olur.” demiş ve demir asa demir çarık düşmüş yollara.

Yol boyu dedesinin Kara Orman ile ilgili anlattıklarını düşünmüş. “ Kara Orman bu yörenin tek ormanıdır emme tekin değildir. Ağaçlar, tepeler duvar olur, yol vermez kimseye; kurdu, kuşu pusudadır, aman vermez insanoğluna. Aman diyem gitmeyesin bal oğlum. Ha, mecbur kalır da gidersen şu tılsımlı sözleri her gördüğün çiçeğe, böceğe, ağaca, kurda kuşa söyle.

‘ Huu, ağaçta hava toprakta su; kurt, kuş, dağ, taş insan korkusu, Huu!’ Sonra da onları sev. Söyle ve sev ki sana yol açılsın, ahretliğime böylece varasın. “

Az gitmiş uz gitmiş derelerden su içerek, tepelerde soluklanarak altı ay bir güz gitmiş. Sonunda kara ormana varmış. Orman ki ne orman… Ağaçlar minare boyu, gölgesi karanlık, ışık vurmazmış toprağa. Korka korka girmiş karanlığa, gölgelerin içinde yürümüş. Her ağaca sarılmış, her çiçeği koklamış. Derelerden su içerken, kurda kuşa gülümserken “Huu, ağaçta hava toprakta su; kurt, kuş, dağ, taş insan korkusu. Huu!” Bu sözü duyan, ağaçlar, kurtlar, kuşlar, dağlar, taşlar yol vermiş yaşlı adama. Sonunda yorgun argın kulübeye varmış. Bilge yüz yaşı geçmiş, saçı sakalı bembeyaz bir ihtiyar.

Köylü adam Allah’ın selamını verip kendini tanıtmış. Dedesinden bahsedince bilgenin yüzü aydınlanmış. Olanı biteni dinlemiş. Düşünmüş taşınmış, sakalını sıvazlarken konuşmaya başlamış. “ Ah ahretliğimin torunu, beni iyi dinleyesin. Sizin topraklar lanetlenmiş, büyülenmiş. Bu Hiçlik Devi’ni siz çağırmışsınız. Toprağı ilaçlarla zehirlemiş, sebzenin, meyvenin mizacını bozmuş, ormanları yok etmişsiniz.

Bu devden ve büyüden kurtulmanın yolu zor; ama imkânsız değil.

Sonbaharı bekleyin, sabah ezanında tüm köylü bu virane topraklara gidin. Köyden bir kişi bile eksik olmamalı. Dev o saatlerde derin uykudadır. Yedi adım atın, ne eksik ne fazla. Kazmalarla, küreklerle o araziyi kazın, taşlarını temizleyin. Toprağı sürün. Ama dev uyanmadan, güneş tepeye varmadan oradan uzaklaşın. Suyolları açın, sulayın ama suyu israf etmeden. Çünkü Hiçlik yeterlinin fazlasını hiç sevmez. Sonra bu araziye ağaçlar, güller, sebzeler dikin. Üç gül, yedi sebze, kırk ağaç yeşerdiğinde korkmayın. Büyü bozulmaya başlamış, dev sakinlemiştir. Buna yedi adım, yedi adım devam edin. Her seferinde devin küçüldüğünü ve sakinleştiğini göreceksiniz. Son parçaya geldiğinizde, yedi adımın tamamına zeytin ağacı dikin. Dikin ki yokluğu, hiçliği mühürleyin. Hiçlik Devi bir daha karşınıza çıkmasın.” demiş.

Bizim yaşlı köylü az gitmiş uz gitmiş, zor şer köyüne ulaşmış. Aksakallı Bilge’den duyduklarını bir bir anlatmış. Köylüler doğalın mizacını bozacak tüm yapay ilaçlardan, zehirlerden vaz geçmişler. Her sabah erkenden hep beraber bu virane toprakları, Aksakallı Bilge’nin dediği gibi tımar etmişler. Sabretmeyi, çalışmayı, sevmeyi ve yardımlaşmayı hatırlamışlar. Havanın, suyun ve toprağın ne kadar saygıdeğer olduğunu anlamışlar. Gel zaman git zaman Hiçlik Devi yok olmuş. Yerine bolluk, bereket ve güzellik gelmiş.

Gökten üç elma düşmüş. Biri havaya, biri suya, biri de toprağa…

HÜSEYİN KODAL

TOKAT

Start typing and press Enter to search

Skip to content