ORMANDAKİ PERİ KIZI

Print Friendly, PDF & Email

Yazan ve Seslendiren: Mehtap İNAN

Vakti zamanında pirelerin perilerin çok olduğu bir dönemde, Kaf Dağının eteklerinde bir köy varmış. Köy; üzerinde mavi beyaz bulutları, içerisinde berrak köpüklü akan dereleri ile pek güzelmiş. Köyün hemen yakınında bir orman; ormanda da, sevimli mi sevimli hayvanlar yaşarmış. Ormanın yakınlarında da bir ev varmış. Bu evde de oduncu ve karısı kalırmış. Oduncunun yeryüzünde karısından başka hiç kimsesi yokmuş. Çocukları da olmuyormuş.

Karısı ve oduncu günlerce, aylarca, yılarca dua etmişler. Allah’a yakarırken adaklar adamışlar. Türbelere gitmişler. Şifa denilen ne varsa denemişler. Allah onların dualarına uzunca bir süre cevap vermemiş. Karı koca da umutlarını kesmişler.

Günlerden bir gün oduncu baltasını kuşanıp, ormanın derinliklerinde ki yaşlı ağaçları kesmek için yola çıktığı zaman, o güzel köpüklü derenin hemen yanında bir at görmüş.

Bembeyaz bu atın sarı gözleri, upuzun bir yelesi varmış. Bu beyaz at pınardaki sudan üç yudum içmiş, silkinmiş bir peri kızına dönüşmüş. Sonrada ormanda ilerlemeye, hayvanlarla konuşmaya başlamış.

Peri kızı önde, oduncu arkada epeyce bir yol gitmişler. Oduncu peri kızını adım adım izliyormuş. Onun geçtiği yerlerden geçmiş ve nihayet peri kızı yorulduğu zaman; hemen otlardan bir yatak, örümcek ağından bir battaniye ve mis kokulu çiçeklerin yapraklarıyla dolu bir yastık bulup buluşturmuşlar. Peri kızı uzanmış yatağına, kelebekler sessiz sessiz bir masala başlamışlar. Peri kızı tam uyudum uyuyacağım derken; oduncu kuru ağaçların üzerine basınca, çıtır çıtır sesler çıkmış. Gözlerini açıp sağa sola bakınan peri kızı bir insan tarafından izlendiğini anlamış ve ona seslenmiş.

“Ey insanoğlu insanoğlu! Perilerim söylüyor bir derdin var ki peşimdesin. Derdini söylemeyen derman bulamazmış. Uzun yolu aşmaya adım gerek. Adım atmadan yola çıkılmaz, hedefe de varılmazmış. Velhasıl kelam, söyle derdini, elden gelen bir çare varsa sebep olalım. Yoksa çaresi avutalım.” Deyince oduncu saklandığı yerden, ağaçların arasından çıkıp ne derdi varsa açık açık demiş.

“Şu yeryüzünde bir evladım yok peri kızı. Geldim gidiyorum bu dünyadan. Her hayvanın yavrusunu gördüm, benim yavrum yok. Hadi ben kabul etsem de evdeki hatunun göz yaşı dinmez. Varsa bir çare esirgeme. Yoksa da oyalama! “ diye bir saymış, bin dökmüş içini…

Peri kızı kendisi için hazırlanan yatağın altına elini uzatıp bir iğne bir de iplik çıkarmış. “Buradan gidersin hatununun yanına. Bir bulgur pilavı yaptırır kırk kişi ile pilavınızı yersiniz. Onun giymediği bir elbisesini, senin giymediğin bir elbisene dikersin. Bu elbiseyi de üç gün içerisinde kuşkonmaz tepesindeki çağa-çoluk türbesinin bahçesindeki ağacın bir dalına asarsın. Bu birbirine dikilmiş elbiseyi kartal götürürse oğlun, turna götürürse kızın olur. Şimdi ağlayıp sızlanma. Dileğin gerçekleşince de yine kırk kişilik pilav yapıp aç doyurmayı unutma.” demiş, uzatmış iğne ipliği oduncuya.

Oduncu dili döndükçe teşekküre başlayınca, peri kızı durdurmuş tek eliyle. “Her dünya derdinin çaresini yine dünyaya bırakmış Yaradan. Senin derdini ben, belki benim derdimin çaresini de sen bilirsin… Çaresini bilsek de bulsak da; veren Allah’tır. Ben bildiğimi fısıldadım. Allah derdini çözsün, şu üç günlük dünyada yüzümüzü güldürecek mutlak O’dur. Bir evladı aratmasın, Allah bir evlat verirse iki adı olsun. Biri atadan dededen, biri topraktan sudan… Gecikme haydi, zamanı çok tutamam. Var git hanene” demiş…

Oduncu durur mu, hemen uçarak gitmiş evine. Kırk kişilik pilav pişirip tüm köyü çağırmışlar. Ertesi gün de ziyarete, dağdaki çağa çoluk türbesine gideceklerini söylemişler. El ayak çekilince, adam karısına artık olmayan gelinlik esvabını alıp, kendi giymediği elbisesine dikmiş. Sabaha doğru iki elbise bir iğne iplikle dikilmiş bir olmuş. Karı koca vurmuşlar kendilerini yola. Az gitmişler uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler. Karıncayı incitmeden, kuşları ürkütmeden, çağa çoluk türbesine varmışlar. Diktikleri elbiseyi asmışlar bahçedeki ağacın dalına. Duaları bitmeden, nerde var nerde yok sağdan bir turna, soldan bir kartal gelmiş. Elbiseyi almak için başlamışlar yarışmaya. Elbise bir onun gagasında, bir diğerinin pençesindeymiş. Karı kocanın gözü önünde, elbiseyi dikişlerinden söküp kadın elbisesini kartal, erkek elbisesini turna almış ters istikametlere doğru götürmüşler.

Karısı sormuş; ”Bey ne olacak şimdi? Olacak mı bir evladımız?”

“Yarın gider periye sorarım” demiş oduncu. Dönmüşler evlerine. O gece uykusuz geçmiş. Sabah olur olmaz adam ormanın derinliklerine gitmiş. Peri kızını bulabileceği her yere bakmış. Nihayet onu bulmuş, başından geçeni bir bir anlatmış. Peri kızı düşünceliymiş. Oduncuya kendisinin de ilk kez böyle bir durumda kaldığını ve artık sonucun bilinemeyeceğini söylemiş. Adamın yüzü düşmüş hemen. Pek üzülmüş. Hatuna ne diyeceğini düşündükçe beti benzi atmış. Peri kızı acımış ona.

Peri olsalar da; güçlerin sınırları varmış. Karışmamaları gereken işler olmasaymış, bir şeyler denermiş ya; periler de had hudut bilirlermiş.

Periler kendi dünyalarına çekilmiş, karı koca da razı olmuşlar kaderlerine.

Çok geçmemiş, oduncunun karısı ay gibi güzelleşmiş. Kirpikleri çift çift olmuş. Canı kızılcık çekmiş, aş ermiş. Karnı büyümüş. Dokuz ay tamamlanınca da Allah onlara ikiz evlat vermiş. Bir kız, bir oğlan şenlendirmiş evlerini…

Oduncu adağı yerini bulsun diye, yaptırmış bulgur pilavını çağırmış köy halkını. Peri kızını da çağırmışlar sofralarına. Herkes gidince gelmiş peri kızı, hediyelerini vermiş çocuklara. Kıza bir iğne, ömrü boyunca eksiği olmasın diye, erkeğe de bir iplik, dirliği düzeni daim olsun, işleri hep çözülsün diye…

Yemişler içmişler. Kız çocuğa Saadet Nergiz, oğlan çocuğa da Ekin Aziz demişler. O günden sonra da karı koca duaların, perilerden daha etkili olduğunu görmüş ve çocuklarına da hep bundan bahsetmişler.

Gökten üç elma düşmüş, biri yazana dizene koşana… Diğeri umuttan umuda koşana… Sonuncu elmayı da yıkadım ayıkladım, tarçınla kardım bir pasta içerisinde, koşa koşa gelen herkese tattırdım. 01.07.2022

Start typing and press Enter to search

Skip to content