EDEBİSTAN ÜLKESİ-1

Print Friendly, PDF & Email

Sesli Dinle

 

“Sen bana bağıramazsın!” diyerek yerinden kalktı. Sıraların arasından hışımla geçip sınıfın kapısını da çarparak dışarı çıktı. Dünya artık biraz daha karanlıktı. Öfkesine yenilmiş, kıpkırmızı olmuş, sıkılı yumruklarıyla koridoru adımlarken müdür yardımcısını gördü. “Annemi çağırın” dedi, “yok yok, babamı çağırın, sizi şikayet edeceğim”. Müdür yardımcısı şaşırmıştı. “Ne oldu oğlum?” diye sordu. “Ne olduysa oldu, ben gitmek istiyorum, babamı çağırın”. Dünya artık biraz daha çirkindi. Müdür yardımcısının odasına gittiler ve babasını aradılar. Olan biteni anlattı. Anlatırken haklı olup olmadığını hiç düşünmedi. Sınıfta gürültü yaptığından, derste arkadaşlarıyla konuştuğundan, hatta dersi dinlemek yerine telefonuyla mesaj göndermeye çalıştığından hiç bahsetmedi. Sadece bütün bunlar yüzünden onu uyaran öğretmenini şikayet etti. Hatta öğretmeninin uyarılarına karşı umursamaz tavırlar takındığını da söylemedi. Ama bunlar üzerine öğretmenin sinirlenerek sesini yükseltmesini abarta abarta anlattı. Dünya artık biraz daha bulanıktı. Babası artık yeterince sinirlenmiş, masum çocuğuna haksızlık edildiğine inanmıştı. “Neden böyle oldu?” diye sormayı bile akıl edemedi. Belki de bunun hiç bir önemi yoktu. “Sen merak etme oğlum, hemen geliyorum, olur mu öyle şey, soracağım hesabını” dedi sadece. Dünya artık biraz daha kirlenmişti.

Bir saat sonra Gaflet Bey sinirle müdürün odasına girdi. Kıpkırmızı olmuştu, burnundan soluyordu. Oğluyla birlikte o da öğretmeni suçladı, okula bir sürü para ödediğini, çocuğuna kimsenin bağıramayacağını söyledi. Sonra oğlunu da alıp okuldan çıktı. Fatih erkenden eve dönünce hemen sokağa çıktı. Ama arkadaşlarının hepsi okuldaydı. Topuyla baş başa kalmıştı. Hıncını topla duvardan alırcasına abandı topa. Topa bütün gücüyle vurdukça duvardan seken top tekrar ayağına geliyordu. Bir, iki, üç diye saymaya başladı. Otuzbeş, otuzaltı, otuzyedi… Yüzellisekiz, yüzellidokuz, yüzaltmış… Sonra komşuları Ayla Teyze cama çıktı.

“Fatih, oğlum, çok gürültü oluyor, biraz rahatsızım, dinlenmem lazım, topu duvara vurmasan…”

Fatih hiç oralı olmadı, aslında biraz oldu gibi yaptı. Topu tutup, bir an duraksadı. Ama Ayla Teyze içeri girince yine topu duvara vurmaya başladı. Bir, iki, üç… Yirmidört, yirmibeş, yirmialtı… Dünya artık biraz daha gürültülüydü. Biraz sonra Ayla Teyze tekrar cama çıktı.

“Evladım, neden anlamıyorsun, az önce seni uyarmıştım”.

Fatih bu sefer küstahça cevap verdi;

“oyun oynuyorum, ne var bunda, bu duvar bizim binamızın duvarı hem, kime ne?”

Fatih okuldan sonra bu sefer de binanın duvarını sahiplenmişti. Her yer onunmuş gibi, her istediğini yapabilirmiş gibi davranıyordu. Ayla Teyze Fatih’le baş edemeyeceğini anlayınca camı kapattı, perdeyi çekti ve içeri girdi. Başının ağrısından zaten tartışacak hâli de yoktu. Fatih topu duvara yüz kez daha vurduktan sonra marketten bir çikolata almaya karar verdi. Çikolatanın paketini sıyırıp yere attı ve iştahla çikolatasını yemeye başladı. Tam kocaman bir ısırık alacaktı ki arkasından seslenen apartman görevlisinin sesini duydu;

“Delikanlı, afiyet olsun ama çikolatanın çöpünü çöp kutusuna atsan daha iyi olmaz mıydı? Bak buraları daha yeni temizlemiştim.”

“İşin ne, bir daha temizle” dedi Fatih. Bunun için sana para ödemiyor muyuz?”

Dünya artık biraz daha kabaydı. Belki de babasından bile yaşlıydı görevli Hilmi Amca. Ve bu cevaba çok üzülmüştü. “Artık her insanın parası var, ama her parası olan insan değil” diye geçirdi içinden.

Fatih bahçeye geri dönmüştü ki arkadaşlarının okuldan geldiğini ve oyun oynamak için aşağı indiklerini gördü. Hemen kalabalığın arasına karıştı. Yeni bir oyundan bahsediyorlardı.

  • Gel Fatih gel, şu yeni oyunu duydun mu? Gerçi pek senin becerebileceğin bir şey değil ama…
  • Ne oyunu? Neden beceremez mişim?
  • Oyunun adı EDEBİSTAN. Bak Şemseddin oynuyor. Üstelik çok da iyi oynuyor.

Fatih hemen Şemseddin’in elindeki telefona dikkat kesildi. Şemseddin’in etrafına toplanmış olan çocukların üzerine abanıp başını sağa sola uzatarak nasıl oynandığını görmeye çalışıyordu.

  • Nasıl oynanıyor, ne yapmaya çalışıyorsun bu oyunda? Biri bana anlatsın.
  • Oyun Edebistan diye bir ülkede geçiyor. Orada karşına çıkan insanlara iyi davranır, olaylara doğru tepkiler verirsen puan kazanıyorsun. Yanlış yaparsan canın gidiyor. Ama bu oyunu iyi oynayabilmek için biraz çalışman lazım. Önce nasıl davranacağını bilmen lazım. Sonra belki oynayabilirsin.
  • Ne var canım onda. Verin bakıyım şunu.

Fatih kendinden emin telefonu eline aldı ve oyunu başlattı. Oyun çok değişik bir dünyada geçiyordu. Fatih’in oyuncusu sağlı sollu taş ve ahşap evlerin olduğu bir sokakta yürüyerek oyuna başladı. Ulu çınarların, kayınların, gürgenlerin arasından yürüken önüne ağaçların birinden kopup düşmüş kalın bir dal çıktı. Dalın üzerinden atladı. Bir canı gitmişti bile. Sonra siyah bir kedi çıktı önüne. Fatih hemen ayağıyla bir tekme atar gibi yaptı ve kediyi kovaladı. Bir canı daha gitmişti. “N’oluyor ya” dedi Fatih. Hiçbir şey anlamamıştı. Sonra taştan bir sütun çıktı önüne, taşın üst kısmında tabak gibi bir çukur vardı ve bu küçük çukurun içinde de paralar vardı. “İşte burdalar, böyle oyunlarda bulduğun parayı hemen kapacaksın” dedi Fatih ve hemen paraları cebine attı. Bu hareketiyle kalan son canı da yanmış oldu ve oyun bitti. Oyunun başlamasıyla bitmesi neredeyse bir olmuştu. Fatih bu kadar çabuk kaybetmesine anlam verememişti. Çocuklar kıkır kıkır gülüyordu.

  • Demedik mi sana Fatih. Bu oyun senin bildiğin oyunlardan değil. Hem göründüğü kadar da kolay değil. Bu oyunun kuralları biraz farklı. Sen kırmayı dökmeyi iyi bilirsin. Bu oyun pek senin harcın değil.

Bu iş Fatih’in hiç hoşuna gitmemişti. Şemseddin’e sokuldu. “Kardeş gel şu oyunu bana öğret” dedi. Şemseddin pek oralı olmadı. “O kadar kolay değil Fatih. Kendinle mücadele etmeye hazır mısın?” dedi.

Start typing and press Enter to search

Skip to content