Şarkılı Mağara

Print Friendly, PDF & Email

Sarı sarmaşıkları elleriyle araladı. İçeriye şöyle bir bakındı. Peşine düştüğü şarkı öyle güzeldi ki önündeki karaltıya cesurca daldı. Salyangozu andıran katmanları adımlayarak mağaradan içeri girdi. Toz, kum, duman, saman, rüzgârın taşıdığı ne varsa mağaranın yapışkan turuncu çamurlarına takılıp kalıyordu ama o kendini şarkının kollarına bırakmıştı bir kere. Usulca ilerlemeye devam etti. Göğün gürültüsü, akarsuların şırıltısı, çalıların hışırtısı, kirpinin kıpırtısı, yabânıl ormanlarda gezen kaplumbağanın çıtırtısı ve duyduk duymadık bütün sesler mağaranın içine çekiliyor, bu huzurlu süzülüşe eşlik ediyorlardı. Bir sesten öbürüne, bir tondan diğerine atlayarak derinlere indi. Titrek perdenin önüne gelince durdu. Camsı perde bir yandan tir tir titriyor bir yandan davul gibi gümbürdüyor, salındıkça sanki görünmez oluyor ama yolu açıp geçit de vermiyordu.

Umutsuzluğa kapılmadı, düşünmek için kıvrımlı kayalardan birinin üzerine çöktü, ne edip nasıl edip de bir geçit bulacağını düşünürken titrek perdenin arkasından bir devin öksürüğünü andırarak gelen patırtılarla irkildi. Perdenin ardı kor kızıl bir renge bürünmüştü, hem ısınıyor hem aydınlanıyordu. Mağara öyle sıcak olmaya başladı ki alnından süzülen terler gözlerini yakıyor, dudaklarını tuzluyor, susatıyor da susatıyordu. Kavurucu sıcağa her nefeste artan bir uğultu eklendi. Tizden bir zilin çınçınları da kös kalın uğultuya karışıyordu. Perdenin öbür tarafında, bir kazmasıyla bir balyozuyla vurup titrek perdeyi yırtamaya çalışan bir madenci mi vardı yoksa bir kamçısıyla bir tokmağıyla vurup duran bir cengaver mi? Biraz heyecanlanmıştı ama korktuğu söylenemezdi. Pekiyi ya bu kalp atışları kimindi? Evet evet gayet anlaşılır şekilde duyuyordu ki güp güp atan bir kalpti bu ve hiç de yabancı değildi. Bazen yattığı yerde sarsıldığını hisseder, dikkat kesilince bu sarsıntının kendi kalbinden kaynaklandığını anlardı. İşte bu kalp atışları da tıpkı kendininkiler gibiydi. Biraz dinledi, biraz dinlendi. Uğultunun arasından belli belirsiz gelen sesle ayılır gibi oldu.

“Hadi kalk anneciğim, ateşin düşmüyor, doktora gitmemiz lazım.”

Çanta hazırlandı. Islak bez alında, derece kolun altında, çocuk babasının kucağında günün ilk ışıklarıyla birlikte düştüler yola. Uzun sürmedi, vardılar hastaneye, çıktılar doktora. Tonton doktor, minnoş doktor, canım doktor, cicim doktor, etme eyleme bırak beni gideyim doktor dese de kimse dinlemeyecekti; en iyisi çığlığı basayım, ortalığı birbirine katayım dedi, dediğini de yaptı. Zaten en iyi bildiği iş bu yaygaraydı. Annesi ellerinden babası ayaklarından tutsa da kâr etmiyor, kuyruğu olsa doktoru da kuyruğundan tutturacak kadar tepiniyordu.

Tâ ki televizyonda şarkılı mağarayı görene kadar!

O da nesiydi, kimin fesiydi? Bütün geceyi içinde geçirdiği mağara, evet evet işte tam da o mağara, tıpatıp aynı mağara doktorun televizyonundaydı. Birden sesi kesildi, gözleri ekrana dikildi, şaşkınlığı azgınlığını dindirdi.

“Ben… Ben burayı biliyorum, dün gece ordaydım.” dedi.

Doktor sordu; “Öyle mi? Neresi burası?”

“Burası şarkılı mağara. Şarkılarla girilir, titrek perdeye varılır.” dedi hasta çocuk.

“Haklısın” dedi doktor, “kesinlikle haklısın! Çok doğru söyledin. Pekiyi ya devin homurtusunu duydun mu?” diye sordu elinde tuttuğu kameralı çubuğu miniğin kulağından çıkarırken.

“Evet evet, duydum tabii. Dev homurdanınca yangın da çıktı, kızılca kıyamet koptu, çok sıcaktı, daraldım, bunaldım, kaçacak delik aradım.” dedi şarkılı mağara gezgini.

“O zaman aç bakalım şu ağzını, devin derdi neymiş bir bakalım.” dedi doktor.

“Ne?” dedi şaşkın minik. “Ben bir dev yuttuğumu hatırlamıyorum. Ne işi var devin benim ağzımda?”

“Devi yutmadın ama eğer hasta olduysan hapı yuttun.” dedi doktor. “Devin homurtusu sandığın, senin boğazından gelen hırıltılar ve öksürüklerdi. Şarkılı mağaraya yani kulağının içine girersen o öksürükler, hırıltılar seni bir dev kadar korkutur. Tabii beni de. Ama ben o devi susturmayı bilirim. Geçmiş olsun miniğim. İlaçlarını içersen şarkılı mağaranda sadece güzel şarkılar dolanır durur. Dikkat et de bir daha kor kızıl yangınlarla, çınlamalı uğultularla boğuşma.”

O günden sonra şarkılı mağarasına çok iyi baktı. Onu en güzel şarkılarla, ninnilerle, masallarla, hikâyelerle, kuş cıvıltılarıyla, kedi mırıltılarıyla, bebek kahkahalarıyla doldurdu. Bütün güzel sesler çekildiğinde yalnızca kalbinin sesini duyabilmek istedi. Bunun için mağarasını sonsuza kadar çirkin seslere kapattı. Şimdi gökten üç nota düşsün. Sol, la, si ya da do, re, mi.. Yediye tamamlansın, şarkılı mağarada yankılansın, bu şarkı hepimize gelsin.

Start typing and press Enter to search

Skip to content