GÜL KIZ

Print Friendly, PDF & Email

Yazarın Kendi Sesinden Dinle

Zaman bir yalanmış. Ne akar ne kokarmış. Düşmüş bir rüzgarın peşine koşar ha koşarmış. Az da gitse çok da gitse yine döner başa sararmış. Ne evveli ne sonrası kalır bize anlatması.

Evvel zamanların birinde ne bir dağın yamacında ne derenin kıyısında, gür ağaçlarla kaplı bir ormanın ortasında bir kulübe varmış. Bu kulübede saçları gece gibi, gözleri ışık ışık parlayan gül yanaklı bir kız ile ninesi yaşarmış.

Küçük kızın annesi ve babası daha küçükken yüksek yaylalara fındık toplamaya gitmişler. Giderken annesi her zaman olduğu gibi kederle kızının yüzüne bakmış ve “Geçecek Gül kızım geçecek. Sakın üzülme sen sakın ağlama” demiş. Gül Kız önceleri çok üzülmüş. Çok ağlamış ama ninesinin tatlı dili ve masalları sayesinde çabuk unutmuş ve bir daha hiç ama hiç ağlamamış. Her gün biraz daha büyümüş ve ninesine o bakar olmuş. Ceylan gibi güzel ve ürkek bir genç kızmış. Her gören döner bir daha bakarmış ama o sudaki yansımasını bile görmek istemezmiş. Hep anasının kederli gözleri gelir aklına başını yere eğermiş.

Günlerden bir gün ninesi “Kızım akşamları soğuk oluyor, çok üşüyorum. Tavan arasına çık, mavi kapılı odadaki mavi sandığı aç ve içindeki renkli şalımı getir. Aman deyim kırmızı kapılı odaya girme! “ demiş. Gül Kız çok şaşırmış ninesi daha önceleri tavan arasına çıkmasına asla izin vermezmiş. Çıktıkça heyecanı artmış. Basamaklar gıcır gıcır gıcırdıyormuş.Tavanlardan up uzun örümcek ağları sarkıyormuş. Üst kata gelince iki kapı görmüş. Kırmızı kapı çok süslüymüş. Üzerinde çiçek ve kuş motifleri varmış. Mavi kapı sade ve eskiymiş. Kırmızı kapının önünden geçerken, kapının altından kuvvetli bir ışık vurmuş dışarı ve bir ses duyulmuş ” Gül Kız Aç Kapıyı Işığı Çıkar Dışarı ! ” Gül Kız korkmuş ve hemen geçmiş kapıdan mavi kapıyı açmış gıcırtıyla. Gözleri kocaman açılmış. Oda çok ilginçmiş. Tuhaf tuhaf eşyalar varmış. Deniz kabukları, balık ağları, renkli renkli çakıl taşları ve balık malzemeleri varmış. Odada garip bir huzur duymuş. Yavaşça oturmuş mavi sandığın önüne ve açmış kapağı.

Sandığın içinde ne olsa beğenirsiniz? İçi ağzına kadar inci doluymuş. Sedef gibi pırıl pırıl inciler. Ninesinin rengarenk örgülü şalı da en üstteymiş. Hiç ellememiş ama büyülü gibi bakakalmış. Sanki yıllardır görmediği sevdiğinin yüzüne bakar gibi. Sonra almış şalı hızla aşağı inip ninesine vermiş. Ninesinin o hüzünlü yüzü bir an aydınlanmış sanki. Ona sesten hiç söz etmemiş. Aradan üç gün geçmiş. O gün hıdırellezmiş. Ninesi her hıdırellezde bir gül tohumu ekermiş. Çok özel siyah güllermiş diktikleri. Gül kıza seslenmiş. “ Kızım hadi artık ben çıkamıyorum. Tavan arasındaki mavi odadaki kahverengi sandıkta gül tohumları var. Onları bana getir. Aman deyim bir şeye elleme, e mi?” demiş.

Kız gıcır gıcır gıcırdayan merdivenlerden yavaşça çıkmış. Kırmızı kapının önüne gelmiş. Kapının altından o kuvvetli ışıkla birlikte “ Tık tık tıkır tıkır tık tık.” Dikiş makinesi gibi bir ses duyulmuş. Tam geçeceği sırada yine aynı sesi duymuş “Gül Kız Aç Kapıyı Işığı Çıkar Dışarı“ demiş. Kız hemen geçip yine mavi kapıya gelmiş. İçeri girdiğinde yine gözleri kocaman açılmış. Bu kez odada başka şeyler varmış. Tırmıklar, saksılar, kovalar, duvarlarda sarmaşıklar, gül makasları varmış. Kahve rengi sandık da oradaymış. Yavaşça oturmuş açmış sandığı. Bu sandığın içi siyah gül yaprakları ile doluymuş. İstemeden eli yanağına gitmiş. Sonra yaprakların üzerindeki tohum kesesini alıp aşağı inmiş. Ninesine duyduğu sesten hiç söz etmemiş. Ninesi tohumu alıp Gül Kıza bakmış, yanağını okşamış. Yaşlı kadın evin önüne dikmiş tohumları. O gece tatlı bir rüzgar esmiş. Okşamış bahçedeki ağaçları, çimleri, çiçekleri . Umutla doldurmuş içinde sevgi olan yürekleri.

Aradan altı ay bir güz geçmiş. Soğuk bir kış günüymüş. Dışarıda kar yağıyor hava donduruyormuş. Eski kulübe tir tir titriyor, bir sağ bir sola yatıyormuş. Gül kız bakmış ninesi titriyor. Ocakta yakacak tek bir odun bile kalmamış. Gül Kız “Nineciğim tek bir odunumuz kalmadı. Ben dışarı çıkıp odun bulayım .” demiş. Ninesi şalını uzatmış “Bunu da al yanına üşümezsin kızım.” demiş.

Gül Kız kapıdan çıkar çıkmaz güçlü bir rüzgar savurmuş onu. Gül fidanlarına çarpmış. Gülün dikeni batmış parmağına. O çektikçe daha da derine batıyormuş sanki. Karın üstüne kanı damlaya damlaya yürümüş ormana doğru. Birden bire bir sis çökmüş etrafa. Çok korkmuş. Kurt sesi, kuş sesi karışmış birbirine. Sisin içinde aynı yerde daireler çizip duruyormuş. Bir ağacın kovuğuna sığınıp bekleyeyim, diye düşünmüş. O sırada ayağına bir şey çarpmış. Eğilip bakmış ki iki kurt yavrusu. Tir tir titriyorlar. “ Kurt da olsa bunlar yavru yazık donarlar.” diyerek kucağına alıp şalına sarmış. O kadar soğukmuş ki uyursa bir daha uyanamazmış. İşte o sırada parmağındaki diken canını yakmış ve acıdan uyumamış. Bir ağacın kovuğunda yavrulara sarılarak sabahı etmiş. Sabah güneş doğmuş. Gün ışığı bütün kötülükleri yok etmiş. Yavrular ortalık açılınca koklayarak ormana doğru gitmişler. Gül Kız annesini ne çok özlediğini hatırlamış içi sızlamış. Ama artık daha büyük bir derdi varmış. Çünkü yolu kaybetmiş. Ağlamaya başlamış. Kafasını yere eğdiğinde yerdeki kan izlerini görmüş. Bulduğu odunları da alarak izleri takip edip kulübeye ulaşmış.

Ninesi onu camda bekliyormuş. Sevinçle kucaklamış. ”Ama kızım odunu tutuşturacak ateşimiz kalmadı. Kırmızı odaya git kızım. Siyah sandıkta ayna var. Onu al ve gel kızım hadi.”

“Ama nine” demiş Gül Kız . Ninesi “ Şişşş sadece dediğimi yap.” demiş.

Kız çıkmış merdivenleri gıcırdatarak. Kırmızı odanın önünde durmuş. Çiçek ve kuş motiflerine bakmış. Cesaretini toplamış. “Ne olacaksa olsun artık.” demiş açmış kapıyı. İçerisi pırıl pırıl güçlü bir ışıkla doluymuş. Oda da birçok çeşit saat varmış. Duvar saatleri, kol saatleri, köstekli saatler ve kum saatleri …Tık tık tıkır tıkır tık tık sesleri birbirine karışıyormuş. Siyah sandığın önüne oturmuş. Açmış kapağı. Sandığın içi bu kez su ile doluymuş. Suyun içinde yüzen bir tek ayna varmış. Gül Kız almış eline hiç bakmadan hızla aşağı inmiş. O sırada öyle güçlü sıkmış ki aynayı parmağı kanamaya başlamış. Diken, diken gelmiş aklına .O gece onu donmaktan kurtardığını anımsayıp öpmüş diken batan parmağını. Ninesine kanı gösterip olanları anlatmış. Ninesi önce, dikeni çıkarmış ve “Kızım denizin hazinesi istiridyenin kalbinde saklı olan incidir, toprağın ki ise tohum insanın hazinesi kalbindeki ışıktır. Ona bakmaktan korkma .Unutma ki olması gereken her şey vaktinde olur. Ne bir an ileri ne de geri.” demiş.

Dikeni aynanın önüne koymuş. İşte o anda güneşin güçlü ışığı aynaya yansımış ve dikeni tutuşturmuş. Birden ışık içerde büyümüş büyümüş ve ayın on dördü gibi bir delikanlı çıkmış ortaya. Delikanlı, Gül Kızın şaşkın bakışları arasında ona doğru yürümüş. Yanağına dokunmuş. Ona aynayı tutmuş. Kızın yanağındaki o kacaman gül lekesi yok olmuş. İnci gibi bir tene sahip olmuş. Anneannesinin sözünü dinlemeyip güllere dokunan annesinin el iziymiş yanağındaki leke. Ateşten çıkan gence gelince o da bir perini laneti ile gül tohumu içine hapsedilen bir beyoğlu imiş. O güne kadar gülünden önce dikeni sevecek bir kızı beklermiş. E sabredenler ermiş murada. Biz de çıkalım kerevetine.

Derler ki acılarını sevmesini bilenler, karanlıktan aydınlığa geçerler.

Gökten üç elma düşmüş. Biri bu masalın ilk sahibine, ikincisi okuyanlara üçüncüsü ise manasına erenlere.

Start typing and press Enter to search

Skip to content