ILILI İLE DERTLİ DILILI MASALI

Print Friendly, PDF & Email

Masal masal maliki
Oğlu uşağı on iki
İki fare çatladı
Damdan dama atladı
Biri boz biri kara
Bindim bozun boynuna
Çıktım Halep yoluna
Halep yolu ne gezer?
İçinde çarşı pazar…
Varalım görelim çarşıda
Kim alır? Kim satar?
Babamın dokuz arısı vardı;
Sayar alırdı içeri,
Sayar salardı dışarı,
Bir gün baktım topal arı yok…
Eve geldim, ahırdan çil horozu çektim,
Boynuna kıldan başlığı vurdum, üstüne bindim
Derelerden sel geldi,
Tepelerden yel geldi,
Hamza pehlivan geldi,
Gittim… Baktım bizim topal arıyı manda ile çifte koşmuşlar,
Arının boynu yara olmuş.
Dedim bunu neden böyle yaptınız?
Dediler incirin yaprağını sür boynuna, iyi gelir
Gittim incir yaprağı aramaya…
Kanaraktan, göçerekten,
Lale sümbül biçerekten,
Kahve tütün içerekten,
Sulu yerde peynir ekmek,
Susuz yerde kavun karpuz yiyerekten
Az gittim uz gittim, dere tepe düz gittim,
Altı ay bir güz gittim…
Bir de arkama dönüp baktım ki,
Bir arpa boyu yol gitmişim

Güzel mi güzel, şirin mi şirin köylerin birinde yaşlı bir karı koca kızlarıyla birlikte yaşarmış. Kızları gelinlik çağda, anası ile babası ayrı bir havadalarmış. Ilılı kadın güngörmüş bilgili bir ihtiyar kadıncıkken, kocası dılılı her şeyi kafaya takan, içi vesveselerle kaplı bir adamcağazmış.

Karısı ılılı dılılıya sürekli nasihat eder, dünyalık dertler kafaya takılmaz, dünya derdi geçicidir, ahiret için çalışmalıyız der dururmuş. Dılılı laf söz anlamaz söylenenler, bir kulağından girer, diğer kulağından çıkarmış. Bir gün ılılı ile dertli dılılının kızını istemeye gelmişler. Kızın evlenmeye niyeti var, ailede bir sevinç, bir neşe. Akşam olmuş, ılılı kadın gayet sakin, kızı isteyenlerle ilgilenirken, dılılı konuklara üzüm şiresi getirmek için mahzene iner, bakar görür ki; mahzende bir balyoz, duvarda asılı. Dılılıyı bir telaş alır. “Bizim kızın çocuğu olursa, evimize ziyarete gelirse, bu mahzene yanlışlıkla inerse, bu balyoz kafasına düşerse, ne yaparız şimdi.” diye dövünmeye başlar. Dılılının geç kaldığını gören karısı, meraklanıp mahzene gidince dılılının hâline şahit olur ve onu ikna ederek, bu düşüncesini misafire belli etmemesini söyler ve kızlarını hayırlısıyla isteyenlere verirler. Günler geçer dert telaş içerisinde düğün yapılır, ılılıyla dılılının kızı üç günlük mesafede ki bir köye gelin edilir. Aradan kırk ay geçer, ılılı ve dılılı kızlarını çok özler. Acaba yeri rahat mı, evlendiği kişi kızımızı üzüyor mu diye dılılının derdi tasası onu yer bitirir. Merakı geçsin diye hanımı ılılı azıklarını hazırlar, atlarını tımar eder, kocası dertli dılılıyla birlikte yola koyulurlar. Az giderler, uz giderler, dere tepe düz giderler, bir bakarlar ki bir arpa boyu yol gitmişler. Önlerinde koca bir çınar ağacı belirir. “Şurada biraz dinlenelim, gölgelenelim” diyip, azıklarını çıkarırlar. Tam gölge altında uyumak üzerelerken, büyük bir gürültüyle kendilerine gelirler. Bir dudağı yerde, bir dudağı gökte, bir ayağı kuzeyde, bir ağı güneyde kocaman bir dev yanı başlarına yaklaşır ve durur. “Benim ormanıma gelen de kimdir, nasıl cesaret eder?” diyerek gök gürültüsünü andıran sesiyle bağırır. Dertli dılılı çok korkmuştur, eli ayağı birbirine kavuşmuş, dudağı uçuklamıştır. Ilılı kadın gayet sakin ve akıllıca, “Dev efendi, biz iki yaşlı ihtiyarız, bizi yesen karnın doymaz zayıfız, işinde çalıştırsan, güçsüz ve kuvvetsiziz. Kızımızı uzak bir köye gelin ettik, bırakın bizi onu görmeye gidelim.” der.

Dev yaşlı kadının sözlerine kahkaha ile cevap verir. “Siz benim dişimin kovuğuna bile yetmezsiniz, ancak benim bir derdim var, birçok insan benim bu derdime çözüm bulamadı, çaresini siz bulursanız, size kırk katır yükü altın vereceğim, ömrünüzün geri kalan son dönemlerinde huzurlu ve mutlu yaşarsınız. Ama eğer derdimin çaresini bulamazsanız, kırk katırın arkasına sizi bağlayıp, uzaklara göndereceğim. Sizi yiyerek çenemi boşa yormak istemem.” sözleriyle karı ve kocanın yüreklerine korku salar. Ilılı akıllı ve güngörmüş olduğundan devin derdini dinlemeyi arzulayarak sıkıntısını paylaşmasını ister. Dev anlatmaya başlar; eşim dev anasıyla yıllar oldu evlendik, ama eşimin yüzü seneler oldu gülmez, her gün somurtur, benimde keyfim kaçar. Gelen geçen herkesten eşimi güldürmesini isterim, bu güne kadar kimse başaramadı” der. Ilılı, “Bu çok kolay, ben onu güldürmeyi beceririm der ve dev anasının yanına girer ve kocası dertli dılılının yaşadığı bir olayı anlatmaya başlar. Benim kocam öyle evhamlıdır ki hiç sorma, her şeyi kafaya takar, kasabadan ve şehirden eşimin vesvese huyu için birçok hazık hekim bulduk, kendisine hoş sözlerle teselli verdiler, hiç bir şeyi kafasına takmamasını istediler. Ama Dertli dılılıya ne yaptılarsa fayda vermedi. Bir gün köyün kahvesine soluk soluğa kalmış bir çocuk girmiş. “Osman ağanın eşeği kuyruksuz sıpa doğurdu” diyerek ünlemeye başlamış. Kahvedekiler hayret ve şaşkınlıkla gülerken, Dılılı yine moral bozukluğu içerisinde, “Bir de kafaya takma diyorlar, bu sıpa büyüse, kocaman eşek olsa, çayırlarda yayılırken, üzerine sinek konarsa nasıl kovalayacak. Gel de kafaya takma” sözleriyle herkesi hayrette bırakmış. Dev ılılı kadını can kulağıyla dinliyor, bir yandan da şaşkınlıktan gözleri hayretle irileşiyormuş. Dertli dılılının bu hâline öyle kahkaha atmış, öyle gülmüş ki; dağ taş adeta inlemiş. Dev anasının eşi, ılılı kadına, dev anasına o kadar komik hikâye anlatan oldu ki, hiç birisine bu kadar gülmemişti, diyerek, hayretini ifade etmiş. Ilılı kadın da; “Eee o kadarda olsun, “Anlatmaktan anlatmaya fark var, benim kocamın hâlini dinleyen köylü ve kentli kendini gülmekten alamıyor.” demiş. Kocası dertli dılılı bunları duyunca hâlinden utanmış, yaptıklarıyla gülünç duruma düştüğünü anlamış. Ve bir şeyi daha fark etmiş ki; gülebiliyormuş. Ya yüzüm hiç gülmeseydi, hem somurtsaydım diyerek, bundan sonra vesvese hastalığından kurtulacağına kendine söz vermiş. Dev anası da, “Dünyada türlü türlü dert var. Bende hiç bir şeyden mutlu olamıyorum diyordum. Hayattan sıkılıyor, kendime bir meşgale bulamamaktan huzursuz oluyordum. Benim hâlimden daha kötü durumda olanlar var.” diyerek hâline şükür etmiş ve ömrünün sonuna kadar, hem eşini mutlu etmiş hem de kendi mutlu olmuş.

Gökten üç elma düşmüş; birisi, mutsuz devin kafasına, birisi dertli dılılının kafasına, birisi de hayatta dünyalık işleri dert etmeyen siz okuyucularımızın kafasına.

Selman DEVECİOĞLU

Start typing and press Enter to search

Skip to content