MAHPEYKER SULTAN

Print Friendly, PDF & Email

Bir varmış bir yokmuş. Masal, hayat üzerine bir mesele imiş. Hata sadece insana mahsus imiş. Acem diyarlarından birinde güzeller güzeli bir sultan yaşarmış. Sultanın bakışları keskin, sözü pek, güzelliği ise dillere destanmış. Mahpeyker’miş sultanın adı. Yüzü ay gibi parlak ruhu bir meleğinki kadar saf ve temizmiş. Bu güzel sultan, cömert ve adil bir hanım imiş. Bastığı topraktan ekinler fışkırır, geçtiği yollardaki boş tabaklar dolar ve evlerin bacalarından dumanlar çıkarmış. Mahpeyker Sultan’ın sofrasından misafirler de hiç eksik olmazmış. Gönlü de en az kendi kadar zenginmiş. Halkından bir kişi bile zorluğa düşse onun çaresini bulmadan gözüne uyku girmezmiş. Bu güzel sultan, padişah babasını çok genç yaşta kaybetmiş imiş. Padişahın öteki dünyaya göçtüğü günden beri de ülkesini adalet içinde yönetir imiş. Mahpeyker Sultan’ın gücünü ve güzelliğini gören herkes ona hemen aşık olup onunla evlenmek ister imiş. Fakat sultanın tek derdi ülkesini hakkaniyetli bir şekilde yönetmek imiş. Sarayın baş veziri ise pek bir sinsi imiş. Tek derdi Mahpeyker Sultan ile evlenip tahta çıkmakmış. Bu uğurda da yapamayacağı fenalık yok imiş. Ancak Mahpeyker Sultan’ın kendisiyle evlenmeyi kabul etmeyeceğini biliyor imiş o yüzden ne hainlikler yapsam da sultanı kendime aşık etsem diye düşünüp durur imiş.

Baksanıza talihin işine. O vakit adalet terazisini sarsacak olan aşkın, insanların hayatına dokunacağı bir hadise oluvermiş. Acem diyarına yeni ayak basmış bir delikanlı az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, altı ay bir güz gitmiş ve sonunda küçük bir köye varmış imiş. Aybars Bey derlermiş bu genç delikanlıya. Vakti zamanında bir hayli zenginlermiş. Aybars Bey’in babası emrinde binlerce hizmetkarı olan bir oba beyiymiş. Bir gece düşmanlar tarafından ansızın saldırıya uğramışlarmış ve tüm oba yanıp kül olmuşmuş. Aybars Bey, çoluk çocuk ortada kalan obasını kurtarmak için babasından izin istemiş ve onun da helalliğini alarak yollara düşmüş. Yorgunluktan yürümeye takati kalmadığı bir vakit yolda gördüğü bir elma ağacının altına uzanmış ve rüya aleminde bir gezintiye çıkmış. Rüyasında ak sakallı bir ihtiyar uyuyakaldığı ağacın altında onu bekliyormuş.

-“Ey oğul! Sakın uykuya kanıp da aç kalma, karnını doyurup da boş yola çıkma. Çuvalına elmanın en güzelinden bir tane at da sakın insanlarla aşık atma! Ver elmanın en güzelini al hakkındaki tez haberi” demiş ihtiyar ve arkasını dönerek ormanın içine girmiş. Aybars Bey, ak sakallının peşinden gitmeye başlamış fakat ne ona sesini işittirebilmiş ne de ona yetişebilmiş. Masal ya bu, başına düşen bir elma sayesinde de uyandırılıvermiş. Yiğit olduğu kadar da zeki biriymiş bizim bu Aybars Bey. Hemen Ak Sakallı’nın dediklerini hatırlayıvermiş ve başlamış elmaların en güzelini aramaya. Elmaların en güzeli de ağacın en tepesindeymiş. Hemen çuvalını bir kenara bırakarak başlamış ağaca tırmanmaya. Tepedeki elmada dahil üç beş tane elma toplayarak aşağıya inivermiş. En güzel elmayı çuvalın içine koymuş, koymuş ama bir çaput parçasıyla da güzelce sarmış ki onu hiç kaybetmeyesin. Bir tanesi hariç diğer elmaları da çantasına atmış ve elindeki elmayı ısıra ısıra yoluna devam etmiş. Az gitmiş uz gitmiş, bir kış bir de bahar gitmiş. Sonunda bizim Acem Diyarı’nın sarayına varmış imiş. Aybars Bey’in saraya ayak bastığını duyan kötü kalpli vezir telaşlanmış. Onun ne kadar cesur ve adil bir bey olduğunu herkes gibi o da bilirmiş. Mahpeyker Sultan ile Aybars Bey karşılaşır diye ödü kopuvermiş ve hemen başlamış hain planlar kurmaya. Mahpeyker Sultan, sarayına uzak diyarlardan bir oba beyinin geldiğini duyunca hemen onu huzuruna kabul etmek istemiş fakat sinsi vezir Aybars Bey’in rahatsız olduğunu ve dinlenmek istediğini söylemiş. Diğer yandan Aybars Bey’i ise sultanın çok meşgul olduğunu, onu daha sonra huzuruna kabul edebileceğini söyleyerek oyalıyormuş. Bir gece vezirin aklına bir fikir gelmiş. Mahpeyker Sultan’ın annesinden yadigar çok değerli bir tacı var imiş. Bu taç zümrütlerle ve yakutlarla çevrili pek değerli imiş. O tacı çalıp suçu da Aybars Bey’e atmaya karar vermiş. Sonuçta saraya son gelen kişi o imiş ve ondan önce de sarayda hiç hırsızlık yaşanmaz imiş. Fakat taç sultanın başından sadece o uyurken çıkarmış o vakit de camdan bir dolabın içinde saklanırmış. Ne yapsam ne etsem de o tacı ele geçirsem diye düşünürken sultanın hizmetkarlarından birinin kolunu yakalayıvermiş. Genç kız şaşırmış kalmış. Vezir, hizmetkarı canıyla tehdit ederek tacı gece vakti kendisine getirmesini istemiş. Çaresiz kızcağız iki eli mahkum bir şekilde vezirin bu isteğini kabul etmiş. Gece vakti sultanı uyuduğu vakit tacı sakladıkları yerden çıkarmış ve parmaklarının ucunda yürüyerek veziri bulmuş. Vezir tacı eline almış ve genç kızı tehditler eşliğinde odasına geri yollamış.

Sabahın ilk ışıklarıyla uyanan Mahpeyker Sultan, her zaman yaptığı gibi hazırlanarak sarayı dolaşmak istemiş. Saraydakilerin bir ihtiyacı, bir şikayeti var mı diye bakmayı çok severmiş. Hizmetçi kız, eli kolu bağlı, başı önde bir şekilde sultanının karşısına gelmiş.

“Sultanım, değerli tacınızı koyduğum yerde bulamıyorum. Biri çalmış olmalı” demiş titrek sesiyle. Sultan şaşırmış, ömrü hayatında ilk kez böyle bir şey duyuyormuş.

“Hemen bana baş veziri getirin” demiş sultan ve taht odasının yolunu tutmuş. Haberi alan vezir heyecanla ellerini ovuşturmuş. Meğer bu fena adam, gece vakti tacı ele geçirdiği gibi Aybars Bey’in odasına saklattırmış. O yüzden de gönül rahatlığıyla sultanın karşısına çıkmış.

“Bu ne iştir vezir efendi? Benim değil sarayımda memleketimde bile böyle bir rezillik olmaz idi” demiş Mahpeyker Sultan.

“Aman Sultanım bizim memlekette görülmüş iş değildir. Bu iş olsa olsa yeni gelen beyin işidir. Emredin odasını aratalım” demiş sinsi vezir. Mahpeyker Sultan bu işten hiç hoşlanmamış. Hiç emin olmadığı bir iş için bir beyin odası aranır mıymış? Sultan, vezirin önerisini reddetmiş fakat Aybars Bey’i de derhal huzuruna çağırmalarını emretmiş. Aybars Bey sonunda sultanın huzuruna kabul edildiği için memnunmuş fakat etrafındakilerin telaşından bir şeyler döndüğünü de anlıyormuş. Mahpeyker Sultan, Aybars Bey’i ilk gördüğünde kalbini küçük bir telaş ve sevincin kapladığını fark etmiş. Aybars Bey’in duyguları da bundan pek farklı değil imiş. Birbirinden yürekli bu iki genç bütün unvanlarını bir kenara bırakarak kendilerini tanıtmışlar. O sırada sinsi vezirin, Aybars Bey’in odasına sakladığı taç hizmetkarlar tarafından bulunarak sultanın huzuruna getirilmiş. Sultan pek şaşırmış. Böyle yiğit bir delikanlının hırsızlık yaptığını kabullenemiyormuş.

“Sultanım, ben buraya bir çare bulmaya geldim sizi biçare bırakmaya değil. Lütfen bu suçlamalara inanmayın” demiş Aybars Bey tüm açık yürekliliğiyle. Kötü kalpli vezir, sultanın şaşkınlığından faydalanarak Aybars Bey’i zindana attırmış. O vakit gün bitmek, gecede gelmek bilmez olmuş. Mahpeyker Sultan kalbindeki ağrıyla kendisini gecenin kollara bırakmış. Gözlerini açtığında kendisini bir nehrin kıyısında buluvermiş. Bu nehrin sonunda kırk tane kaya var imiş. Bu kırk kayanın tam ortasında bir mağaraya açılan kapı var imiş. Beyaz bir ışık huzmesi bu kapıyı kaplıyor ve Mahpeyker Sultan’ı kendisine çağırıyor imiş. Sultan bu beyaz ışık huzmesini takip etmiş. Daracık yollardan geçmiş ve mağaranın derinlerine inmiş. Bir kuyudan aşağıya doğru bakan yaşlı bir adam görmüş. Bu yaşlı adam ak sakallı bir dedeymiş.

“Güzel kızım, her gördüğüne kanma, her söylenene inanma bir de o hizmetçi kızı pek başı boş bırakma. Vezirin yaptı oyununu, gösterdi herkese şovunu. İnanma onun dediklerine taç değmiştir onun eline” demiş Ak Sakallı Dede ve kendisini kuyunun derinliklerine bırakmış. Mahpeyker Sultan telaşla kuyunun başına gitmiş. Ak Sakallının ardından bağırıp çağırırken kendi yatağında uyanarak gözlerini açmış. Hemen hizmetkarını yanına çağırmış. Genç hizmetkar, başına geleceği anlayarak başlamış ağlamaya. Hem ağlıyor hem de anlatıyormuş başına gelenleri. Mahpeyker Sultan çok sinirlenmiş. Yalanlar, tehditler, iftiralar… Hiç mi hiç yakışmıyormuş onun diyarına. Hemen emir vermiş tüm sarayı bir araya toplamış. Aybars Bey’i de zindandan çıkartıp salona getirmiş. Vezir şaşkın şaşkın ne olduğunu anlamaya çalışıyormuş ki kenarda ağlayan hizmetkarı görünce etekleri tutuşmuş.

“Benim sarayımda başına devlet kavuğu takıp da yüreğine vicdan takınmayan bir adam var imiş. Söyleyin kimdir o” demiş Mahpeyker Sultan keskin bakışlarını vezirin üzerinden ayırmayarak. Vezir hemen sultanın ayaklarına kapanmış, yalvarıp yakarmış. “Vallahi,billahi ben yapmadım, iftira!” demiş. Aybars Bey öne çıkarak çuvalındaki elmayı vezire uzatmış.

“Bu elmadan bir ısırık al da söyle gerçekleri” demiş Aybars Bey. Vezir elmayı yemeyi reddetmiş fakat askerler iki kolundan da tutarak zorla yedirmişler. Bizim kötü kalpli vezir başlamış bülbül gibi şakımaya.

“Sultanım, benim tek gayem sizinle evlenip padişah olmaktı. Aybars Bey’in de methini çok duymuştum. Sizin onunla evleneceğinizden korkarak böyle bir hainlik ettim” demiş Vezir. Mahpeyker Sultan derhal bu hain veziri zindana attırmış. Hizmetkarını ise kırk katırla memleketine yollamış.

O günden sonra Acem diyarının adalet terazisi hiç şaşmamış. Karnı aç olanlar doyurulmuş, cebi boş olanlar doldurulmuş. Mahpeyker Sultan, ilk gördüğü anda kalbini kaptırdığı Aybars Bey ile evlenmiş. Bu düğün sayesinde Aybars Bey’in obası ile sultanın memleketi birleştirilmiş. Kırk gün kırk gece düğün yapmışlar ve mutluluklarını tüm halkla paylaşmışlar. İnsan; beşermiş, şaşarmış, hata edermiş. Adalet terazisine bile hile karıştırıverirmiş. Fakat aşk bir gün bile yanılmadan yoluna devam edermiş.

DENİZ SARGUT

Start typing and press Enter to search

Skip to content