
Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde… Bu sözün önü var, arkası yok; gömleğimin yeni var yakası yok… Sabır da bir huydur, suyu var tası yok. De gel sabreyle sabreyle… İyi ama susuzla sabırsız ne yapar? Ya bir kuyu kazar, ya dolaşır çarşı pazar; ben de aç karın, yüksek nalın çıktım pazara, Mevlam uğratmasın iftiraya nazara…
Bir kaz aldım karıdan, boynu uzun borudan! Kendisi akça pakça, eti kemiğinden pekçe, ne kazan kaldı ne kepçe! Kırk gündür kaynatırım kaynamaz.
Hay dedim, huy dedim; bu ne pişmez şey dedim. Bir iken iki olduk, üç iken dört olduk; anan soylu, baban boylu derken kırk olduk; kırkımız kırk ateş yaktık!… Kırk gündür kaynatırım kaynamaz. Baktım ki olacak gibi, sofraya konacak gibi değil, eğil dağlar eğil dedik; onumuz hu çekti, onumuz su çekti; onumuz un, odun çekti; haydan geleni huya sattık, unu bulguru suya kattık. Suyu kazana, kazanı yeniden ocağa attık; vay ne kaynattık ne kaynattık… De şimdi kaynar mı, kaynamaz mı? Derken efendim bu kez başını kaldırıp bize bakmaz mı!..
Gayrı pabucunu bırakıp kaçan kaçana! Kanadını kaldırıp uçan uçana! Eh, bir ben miyim kırk kişinin gevşeği? Çıkardım ahırdan boz eşeği vurdum sırtına palanı, çektim yedi yerden kolanı; bindirdim üstüne doksanlık anamı. Boynuna mavi bir boncuk takmadım ama, koynuna koydum bir sabırtaşı. Sabırtaşı, sabırcıktaşı deyip geçmeyin öyle! Ne anamın aşı, ne gözümün yaşı. İtler işin başı, tandırın başı, masalın başı, bu sabırtaşı! Verilecek kuluna vermiş, bize de versin Yaradan; haydi dedikoduyu kaldırıp aradan, dinleyin şimdi; sabırlı kim, sabırsız kimdi…
Evet çocuklar çok eski zamanlarda uzak bir diyarda, kaf dağının eteklerinde mis gibi ormanların olduğu bir bölgede bir köy varmış. Bu köyde keloğlan ve annesi birlikte yaşarlarmış. Keloğlan aslında tembel bir delikanlı değilmiş ama çalışmayı pek sevmediği için öğlene kadar uyur, kalkınca da elini yüzünü yıkayıp anasının işe giderken hazırlayıp bıraktığı beş bazlamayı, bir çanak pekmezle yer bitirir ve cebine doldurduğu leblebilerle bahçedeki iğde ağacının altında keyf etmeye başlarmış.
Akşama kadar böyle bir sağa döner yatar, bir sola döner yatar, başını kaşır, leblebileri havaya atar, ağzıyla tutar, kahkalarla katıla katıla yermiş. Kendince mutluymuş, günleryi kutluşmuy, leblebi biraz kurtluşmuş ama olsun. Keloğlana öte git diyen yok, beri gel diyon çokmuş. Amma o kimseyi dinlemez, keyfince leblebi yemeye devam edermiş.
Zavallı gariban anası gün be gün komşuların evlerine gider, onlara işlerinde yardım eder, üç beş kuruş para kazanır evi geçindirmeye güç yetirirmiş. Amma ne çare. Azdan az, kıt kanaat geçinmeye çalışırmış. Yine bir gün yorgun argın, beli kırgın, yüzü gözü süzgün, kan ter içinde çalışmaktan dönmüş. Bakmış ki kel oğlan yine yaşlı iğdenin altında kök salmış, elini kolunu yanına sarkıtmış, öylece uyuyor.
Kapmış eline süpürgenin sapını, senmisin bu iğde altı keyfinin ağası diye veryansın etmiş. Bir kabasına, bir yabasına, bir o yanına bir bu yanına yer misin yemez misin, beğener misin, beğenmezmisin. Köteğin iyisi, değneğin hasından olur hesabı bir güzel haşlamış keloğlanı. Ardından da gözlerini devirerek, boynunu çevirerek, sesiyle kükreyerek yarından tezi yok iş bulacaksın, eve ekmek parası getireceksin, yok yoksa bu kötek geleceklerin yanında harmandalı peşrevi kalır haberin ola demiş.
Keloğlan ilk defa anasını bu halle görüne haylice korkmuş ve her gün öğleye doğru kalkarken o gün daha güneş doğmadan yataktan fırlamış. Hemen elini yüzünü yıkamış, yollara düşmüş, az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Altı ay bir güz gitmiş, bir dönüp arkasına bakmış ki bir arpa boyu yolcuk katetmiş. Amma çalışmaya, yürümeye, devinmeye, dövünmeye alışkın değil ki. Yorulmuş. Amma ne yorulmuş. Amaaan. Anam vay vay vay diye inlemeye başlamış. Ellerim ayaklarım, belim bıkınım illede armudi fukaram, kuyruk sokumum nasıl da yoruldum diye şikayete, dövünmeye başlamış. Tamda bunları söyler, ardı ardına sıralar, dövünürken karşısına bir güzel kuyu çıkıvermiş. Duvarları güzelce örülmüş olan bu kuyunun yanına çöküvermiş. Sırtını vermiş duvara, yüzünü dönmüş rüzgara, uzatmış ayaklarını fizana. Ohhh demiş dünya varmışta benim haberim yokmuş diye sevinmiş.
Aklına evden çıkarken aldığı leblebiler gelmiş. Hemen onlardan bir avuç almış cebinden ve birer birer havaya atarak ağzıyla yakalayıp iştahla yemeye, hamur humur sesler çıkarmaya, keyiften dört köşeyken sekiz köşe olmaya başlamış.
Birinci leblebiyi atmış havaya, düşürmüş ağzına. İkinci leblebiyi atmış havaya düşürmüş ağzına böylece yerken birden leblebilerin en irisi eline gelivermiş. Kocaman bir şeymiş bu. Ooo demiş leblebi efendi sen en büyüklerisin. O vakit seni daha yukarıya atacağım bakalım nasıl yakalayacağım diye söylenmiş ve leblebiyi biraz daha yukarıya atmış, açmış ağzını beklemeye başlamış.
Leblebi yükselmiş, yükselmiş, sonra başlamış düşmeye. Gelmiş gelmiş, tam keloğlanın ağzına düşecekken hafif bir rüzgar esmiş ve kuyuya düşüvermiş. Keloğlanın gözleri yumuk olduğu için leblebinin kuyuya düşüşünü görmemiş. Beklemiş beklemiş leblebi ağızına düşmeyince hemen açmış gözlerini bir sağa bakmış, bir sola bakmış, yanını yöresini aramış, taramış ama nafile leblebiden eser yok o zaman demiş bu kuyuya düştü.
Hemen fırlamış ayağa, bakmış kuyuya. Kuyu derin, kuyu karanlık, sessiz mi sessiz, ıssız mı ıssız. Ama olsun. Kaybolan bir leblebi için gerekirse kuyuyu yerinden oynatır. Keloğlan bu. Ellerini dudaklarının kenarına siper etmiş başlamış bağırmaya. Kuyuuu kuyuu leblebimi ver leblebimi veeer diye.
Kuyu leblebiyi verirmi. Keloğlan allem etmiş kullem etmiş ne yapacağını şaşırmış. Hemen sağdan soldan birkaç taş, değnek, odun kesek bulmuş getirmiş birer birer kuyuya atmaya başlamış. Az sonra kuyudan homurtular, somurtular duyulmaya başlamış. Hööööttt hangi densiz kafama taş atar öyle diye bir ses duymuş. Korkmuş ve hemen geri çekilmiş ama bir de ne görsün. Kuyunun ağzından beyaz bir duman yukarıya doğru eğrile büküle, kıvrıla döküle yükselmeye başlamış.
Duman çıkmış, yükselmiş, azmış çoğalmış, niheyat. Tos toparlak, yus yuvarlak bir kuyu devi oluşuvermiş. Gözlerini oğuşturup esneyerek kalın sesiyle Kim beni asırlık uykumdan uyandırdı, rahatımı bozdu, taşla kafamı ezdi heeey diye bağırmış. Keloğlan bu kuyu devinin tostoparlak yüzüne, yusyuvarlak gözüne bakmış bakmış başlamış gülmeye. Ben demiş dev ağa. Ben uyandırdım seni. Dev iyice sinirlenmiş. Ne diye uyandırdın kel oğlan keleş oğlan her işi beleş oğlan.
Keloğlan leblebimi kuyuya düşürdüm onu istiyorum demiş. Kuyu devi şaşırmış. Senin aklın başında mı delimisin depek misin yoksa bir avuç kepek misin. Hiç kuyuya düşen leblebi istenir mi be…
Keloğlan hemen bağırmaya başlamış, ben anlamam ya leblebimi verirsin ya da kuyunu taşla doldurmaya devam ederim demiş. Kuyu devi bakmış kurtuluşu yok. Demişki . Kel oğlan keleş oğlan bak ben senin leblebini kuyudan bulamam ama sana bir hediye vereyim. Onu götür ananla güzelce kullan. Her zaman karnınızın doyacağını göreceksin.
Keloğlan şaşırmış. Ben sana anamdan bahsetmedim nerden biliyorsun anamı deyince Kuyu devi ben zaman aynasında gördüm senin gariban ve seni seven bir anan var. Bu hediyeyi de onun için veriyorum zaten. Demiş. Sonra kuşağını karıştırmış karıştırmış ve bir sofra çıkarmış. Avuç içi kadar küçücük bir sofra. Bak keloğlan demişsonra. Bu sofrayı götür evin ortasına koy, açılsofram açıl de. Sofra açılır kocaman bir sofra olur ve üzerinde envai çeşit yemekler bulunur, yersiniz içersiniz, keyfini çatarsınız, kendinizden geçersiniz, sonra kapan sofram kapan dersin sofra eski haline döner. Ne zaman istersen böylece karnınızı doyurur, hatta konu komşuya da ikram edersiniz. Ama dikkat et bu sofra bereket sofrasıdır, alıcısı, bakıcısı, hırsızı, hırslısı, arsızı düzensizi peşine düşer, elinizden alır, çalar kaçırır, hırsızlar, göçürür aman ha deyim diye sıkı sıkı tembihlemiş.
Keloğlan sevinmiş tabi hemde çok sevinmiş, devin elinden bereket sofrasını kaptığı gibi koştura koştura evin yolunu tutmuş, giderken de sağolansın dev ağa Allah ne muradın varsa versin, kuyunu geniş, suyunu tatlı, huyunu da kanatlı kılsın. Diye dua etmiş.
Eveeet çocuklar. Keloğlan sofrayı almış ve eve doğru yola çıkmış bakalım bundan sonra ne olacak. Onu da ikinci bölümümüzde öğreneceğiz.
Bugünlük bu kadar bakalım keloğlan ve anasının başına bu sofra ile ilgili neler gelecek ve ne yapacaklar.
Gelecek hafta bu masalın devamında buluşuncaya kadar hoşçakalın…