ABALOĞLAN VE BAL KIZ 3. BÖLÜM

Print Friendly, PDF & Email

Hemen şehirdeki arzuhalci Durduyu alıp getirmiş kahya çiftliğe. Arzuhalci Durdu, zayıf, uzun boylu, ince dalan, sigara dumanından sararmış ve üst dudaklarını kapatmış bıyıkları, çekik gözleri, ince dudakları, sivri burnu ile fitneciliğin ve hilenin ayaklanmış hali ile tam bir kargaya benziyormuş. Zaten sahtekar, düzensiz ve nerede hile, hurda iş var onun peşinde her türlü istidanameyi yazan, yazdığıyla kalmayıp yarım yamalak bilgisiyle avukatlıkta yapan biriymiş.

Cotcot Mustafa ağa bire bin katarak yazmaya başlamış. Önce can güvenliğinin olmadığını, dağ eşkıyasının çiftliğini defalarca bastığını, kendisinden zorla para aldığını, ayrıca haremine ırzına namusuna musallat olduğunu, kızını da zorla dağa kaldırmak istediğini, dağda kendisine oynaş edeceğini, namusunu kirleteceğini yazmış. Etrafına topladığı kendi gibi eşkıya sürüsüyle devlete başkaldırmaya hazırlanıyor diye de eklemiş. Sonra da devletin idaresinde böyle işlerin yapıldığı takdirde nelere mal olacağını da ekletmiş. Hatta kendisine Abalefe diyen bu sergerdenin devleti tanımadığını, hükümete kafa tuttuğunu, candarmayı hiç hesaba katmadığını esamesinin okunmadığını, başı bozuk biri olduğunu söyleyerek istidanameyi bitirmiş.

Altına kendi mühürünü basmış ve arzuhalci Durdu’nun yanına kahyasını da katıp şehre göndermiş. Önce Candarma kumandanına istidayı vermesini, sonra da istidada yazanları bir bir söylemesini sıkı sıkı tembihlemiş kahyasına.

Kahya ile Arzuhalci Durdu yola çıkmışlar. Çiftlikten çıkıp şehir yoluna düştükten bir müddet sonra Hacının sapağı denen mevkide önlerine, fişenkleri çapraz asılı, ellerinde mavzerleri olan, yüzleri gözleri poşi ile sarılı iki kişi çıkmış. “Hele durun bakalım ağalar nereden gelip nere gidersiniz. Yol bastıyı, toprak bastıyı verdinizmi. Bu dağlar Abalefemden sorulur” diye seslenmişler. Tabi mavzerlerin namluları üstlerine doğru çevrilince hem kahya, hem arzuhalci ne yapacaklarını şaşırmışlar.

Eşkiyalar “Düşün ülen önümüze. Sizi efemize götürecez.” Diye gürlemişler. Kahya ile arzuhalci korkudan ne yapacaklarını bilemez bir vaziyette düşmüşler efelerin önüne. Az sonra ormanın içinde ağaçların gölgelediği dışardan bakıldığında hiçbir şeyin görünmediği korunaklı ve güzel bir düzlüğün üzerinde kurulmuş bir obaya gelmişler. Burada öbek öbek oturmuş yirmiden fazla kişi varmış ve hemen yukarıda ulu bir çınar ağacının altında da Abaloğlan efe kucağında mavzeri gelenleri seyrederek gülümsüyormuş.

Kahya ile arzuhalci önüne geldiklerinde bir müddet korkudan titreyen bu iki adama bakmış ve kaşlarını çatarak “Eee. Kahya demekki daha akıllanmamışsın. Anlaşıldı seninle bizzat uğraşacağız. Bu keleş kim bakalım de hele”

Arzuhalci kendisinin sorulduğunu anlayınca hemen atılmış ve “Efem ben garip bir arzuhalciyim. Canımı bağışlayın. Benim bir suçum yok. Cotcot Mustafa ağa çağırdı bende geldim. Bana bir arzuhal yazdırdı, şimdi de onu bu kahya bozuntusuyla jandarmaya götürüyordum.” Diye hızlı bir şekilde anlatıvermiş her şeyi.

Abaloğlan “Ver bakalım şu yazdığın istidayı, neyimiş bizim suçumuz, günahımız bir öğrenelim.”

Sonra da arzuhalcinin uzattığı zarfı alıp içinde birbirine iliştirilmiş iki sahife halindeki istidayı çıkarıp eline aldı. Sonra uzun uzun ne yazıldığına baktı, inceden inceye okudu ve sonra arzuhalciye dönerek “Ülen mendebur bu yazıyı Cotcot Mustafa mı yazdırdı, sen mi yazdın de hele.”

Arzuhalci korkudan titreyerek elbet cot cot yazdırdı ağam diye cevap verince Abaloğlan kükreyiverdi bir arslan gibi. “Sus ülen yalancı imansız. Cotcot Mustafa bu laflardan ikisini yan yana getirip söyleyebilse kendisine alim diyecek kadar cahil bir adamdır. Sen söyle bakayım ne kadarına yardım ettin bu istidanın.”

Arzuhalci postun pahalı olduğunu anlayınca korkudan küçük abdestini paçalarından aşağıya doğru siydirirken titreyerek dizlerinin üzerine çöktü ve “Ağam çor çocuğum var, onnara bağışla, kulun kurbanın oluyum, elini dabanını öpüyüm, kapıyın köpeği oluyum beni bağışla. Cot Cot ağa bana yaz didi, uygun bişşiy yaz didi bende bunnarı yazdım. Vallaha epmek kuran çarpsın ekmek parası”

Abaloğlan “Ülen edepsiz, ülen babasından besmelesiz, anasından duasız haysiyet yoksunu sen beni neadder tanıyonda bu suçları işlediğimi yazıyon.” Sonra efelerine dönüp, “Yıkın ülen şu edepsizi” diye emir verdi.

Hemen iki adamı gelip arzuhalciyi yere yatırdılar ayaklarına falaka deyneğini geçirdiler. Abaloğlan, sırığın iki ucundan tutarak yukarı kaldırılmış ve çoraplarından da sıyrılmış olan arzuhalcinin çıplak ayaklarına elindeki kızılcık sopasıynan girişmeye başladı. Abaloğlan vurdukça arzuhalci bağırıyor, feryad figan ediyor, sesi ormanı inletiyordu. Nihayet abaloğlan yoruldu ve vurmayı kesti. Arzuhalcinin ayakları da kan revan içinde kalmış, tabanları hepten sıyrılmış, acı içinde kavranıyormuş.

Sonra Kahyayı yatırdılar. Abaloğlan “Sana dimedimmi kahya bundan sonraki karşılaşmamızda günah benden gitti diyi. Ne dimeye sözümü dutman hay garam, ne dimeye lafı gevelen. Ülen en iyi bilen sensin, en yakın vukuf olan sensin, hala bana düşmannık iden. Dur baalım ne adder dayanacan.” Diyerek onunda falakadan nasibini almasını sağladı.

Sonra da tüm esbaplarını soyundurdu. Önce güzel bir falakatan geçirdi. Onunda ayakları patladı, kan revan içinde kaldı. Don gömlek üryan bir vaziyette iki adamı ile çiftliğin yakınına kadar götürüp bıraktırdı. Altlarındaki atları da alıkoymuştu. Kahya korkusundan küçük abdestini altına bırakmıştı zaten. Önü ıslak ıslak yola düşürmüş Abalı efe. “Yörü git ağana söyle, abalefem yavuklusunu gendi evinde görecek habarı ossun. Yarından tezi yok gönderdiği yirden getirtsin yosam onun sonu da sizinkinden farklı olmaz. Mustafa ağana bunu böyle ilet” demiş.

Arzuhalciyle kahya don gömlek geldikleri yoldan çiftliğe dönmüşler amma ne dönüş. Süklüm püklüm Cot Cot mustafanın karşısına çıkmışlar. Durumu bir bir anlatmışlar. Cot Cot Mustafa’yı iyice bir korku salmış ve telaşla yine ele geçirdiği kamçıyla kahyayı da arzuhalciyi de bir güzel benzetmiş. Ne edeceğiz, ne yapacağız diye sigara üstüne sigara içip evin avlusunda döne döne gezinmeye başlamış.

O öyle gezinirken avluya bir yaylı girmiş. Cot Cot mustafa şehir yaylısını görünce tahsildar ya da vilayetten görevli geldi diye atılmış amma yaylıdan onların yerine kızı çıkıvermiş. Yanında abalefenin adamı tilki. Sırıtırak kendisine bakıyormuş.

“Mustafa ağa, efem senin gızı getirmeyeceğini annayınca beni vazifelendirdi. Tiyzeye ben gittim. Accık gandırdım. Senin adamın olduğumu söyledim. Hatta giderkene de dağdan alıç, armut neyin topladım, accıkda para götürdüm. Senin selamınnan virdim. Sona da kızı götüreceğimi söyledim. Ahanda emanetin sağ salim teslim amma bir yire gönderme efem fena gızıyor habarın ossun. Varmı efeme bi deyeceğin.”

Cotcot Mustafa bir şey dememiş, daha doğrusu diyememiş. Çünkü daha önce uzak mesafeden mavzer kurşunu ile ikiye bölünen kamçısı aklına gelmiş. Kaşlarını çatıp efenin adamı tilkiye dik dik baktından sonra kızının kolundan sertçe tutup konağın içine doğru itelemiş. Bu sırada tilki “Bak ağa sen annamadın galibam, gız senin gızın amma efemin emaneti. Düzgün davran. Vallaha efemin zoruna gidiyor bak tersine gelin melin garışmam sona.”

Artık sabrında bir sınırı var diye düşünmüş Cot Cot Mustafa. El elin eşşeğini türkü çığıra çığıra arar, en iyisi ben gidecem vilayata. Bakalım ne olacak diyerek yola düşmüş. Önce Valiynen görüşmüş, sona müddeiumum ile görüşüp bir bir derdini anlatmış, ağlamış sızlamış yalvarmış, yakarmış.

Vali de, Müddeiumum da aslında olayların hepsine vakıflarmış. Çünkü abalıoğlan daha önce uzun uzun istidalar yazarak her şeyi bir bir anlatmış bunlara. Hatta cot cot Mustafanın gelip yalanı yanlışa katarak ağlayıp sızlayacağını ve kendisinden şikayetçi olacağını bile söylemiş. Vali de müddei umum da hazırlıklı oldukları için bir şey dememişler. He hü deyip geçiştirmişler ancak asayış bu. Devletin asayişi hemde. Müddeimum ile vali başbaşa verip bir çare düşünmeye başlamışlar. Nihayet jandarma komutanını abalıoğlanın üstüne bir müfreze ile göndermeye karar vermişler. Onlar böyle düşünüp plan kurarlarken abaloğlan da Cot cot Mustafanın şehre gittiğini duyar duymaz hemen düze inip çiftliğe baskın vermiş.

Balkızın anasının elini öpüp, Allahın emri peygamberin kavliyle balkızı anasından istemiş. Amma kadıncağız korkusundan ne diyeceğini şaşırmış vaziyette kekelemiş durmuş. Abaloğlan çiftlikte ne kadar çalışan varsa hepsini bir araya toplamış ve onların da şahitliği ile yanında getirdiği imamla Balkıza nikahını kıymış.

Sonra da çiftlik yoluna pusuya yatmış adamlarıyla. Öğleye doğru Cot Cot Mustafa, kahya ve iki adamı ile uzaktan görünmüşler. Yaklaşıp önlerinden geçerken mavzer mekanizma sesleriyle önlerine düşüp top gibi patlamış Abaloğlan. “Hele dur bakalım ağa. Yosam babamı diyim ağnamadım. Gerçi sana baba dimek de içimden hiç gelmiyor amma. Bak sana son kez diyom. Bal kız artık benim nikahlı eşim. Ahanda imam efendinin mühürlediği şehadetname. Diyerek kuşağının arasından imam efendinin nikahtan sonra şahitlerle birlikte hazırlayıp mühürlediği şehadetnameyi çıkarıp göstermiş. Gel şu işi tatlılığınan halledelim. Sen bize baba ol, biz de sana evlat olalım, şu kavgayı şu nizayı bırakalım olmazmı? Diye söylemiş.

Ancak Cot Cot Mustafa öfketen kıpkırmızı olup “ülen edepsiz iki dünya bir araya gelse ben sana o kızı virmem.” Diye gürlemiş. Abaloğlan bunu beklediği için hemen adamı Tilkiye “Tilki var git çitliğe, Balkızı al getir, bekliyoz burda” diye emretmiş.

İki çeyrek saat sonra tilki yedeğindeki atta Balkızla beraber gelmişler. Balkız bohçasını koluna takmış ve hemen Abalefenin yanına sığınıvermişti babasını görünce. Cot Cot Mustafa kızının bu hareketini görünce hepten öfklenip bağırmaya başlamıştı. “Öldürürüm seni, öldürürüm seni de kimselere yar itmem. Çabuk gel buraya” diye bağırırken birden bir mavzer patlaması duyuluverdi. Yankısı dağlardan, ormanlardan geldi. Cot Cot Mustafanın ayakları dibinde patlayan mermi herkesi korkutmuş, atları bile ürkütmüştü.

“Hööt ülen” diye bağırmıştı Abalefe. Sen kimi öldürüyon. Yavaş gel. Bugüne bugün sen abalefenin avradıynan gonuşuyon. Haysiyetsizlik itme. Adam sınıfına koyup elini öpelim diyi bekledik cılkını çıkarma. Bundan sonra senin kızın yok, benim avradım var. Ben de sevdiğime laf idenin dilini koparır boynuna graviyet diye asarım.”

Cot cot Mustafa ağa korkmuş sinmişti. Kahya hepten sinmiş, korkudan tir tir titriyordu ve yine altına kaçırmıştı. Bunu gören tüm efeler gülüyorlardı. Abaloğlan “Ne oldu ülen kahya sende alışkanlık oldu bu altına siymek. Yav temiz donun da yoktur şindi senin. Eh artık nörecen çitliğe kadar idare idecen ıslak ıslak. Şindi varın yolunuza gidin. Bundan böyle benden size bir zarar gelmez. Amma devleti üstüme salmaya kalkarsanız o vakit olacaklara ben garışmam.”

Abalefe hanımını ve efelerini alarak yakındaki ormanın içinde kısa sürede gözden kayboldu gitti.

Jandarma kumandanı Nafiz Çavuş yiğit bir adamdı. Halden anlar, umur görmüş, ömür yaşamış tecrübeli bir askerdi. Abaloğlanın ve Balkızın hikayesini biliyordu. Emir verilmişti bir kere. Üç ay dağda aradı Abalefeyi ve adamlarını. Bu süre içinde altı defa karşı karşıya geldiler. Ancak Abalefe askere bir tek mermi atmadı. Bir gece Nafiz Çavuş’la ormanın içinde kuytu bir ağaç arkasında buluşup konuştular. Karşılıklı birer sigara içtiler. Sonra da ayrıldılar.

Ne konuştular, ne anlaştılar, Nafiz Çavuş ne söyledi kimse bilmiyordu. Ancak üçüncü ayın sonunda düze indi Nafiz Çavuş. Hem Muddeimuma, hem de valiye gerekenleri söyledi. O günden sonra da ne Abaloğlan, ne Balkız, ne de abaloğlanın efeleri bir daha görünmediler. İsimleri bile duyulmadı.

Nafiz Çavuş düze indikten beş ay sonra emekli olmuş, artık yaşını da doldurduğu için tekaüde ayrılmıştı. Mersinde yayla evine çekileceğini söyleyip duruyordu. Artık sakin bir hayat yaşayacağım, bunca yıl dağ bayır gezdim az dinleneceğim ahir ömrümde diye anlatıp duruyordu.

Nihayet günü geldi. Üzerindeki devletin tüm mallarını zimmetindeki tüm malzemelerini bi hakkın eksiksiz teslim etti. Kumandanı Veysi Binbaşının müsaadesi ile hatıra olarak bir tek mermi aldı. Ömrünün sonuna kadar saklamak için. Sonra herkesle vedalaştı ve ayrıldı karakolundan.

Sonra uzun bir yolculuktan sonra Mersine geldi. Oradan da yaylaya çıktı. Yayla evleri birbirine çok yakın değildi ama herkes birbirini tanıyordu. Nafiz çavuşu gören komşularından birisi “Yahu Nafiz Çavuş senin oğlanla gelin geldiler. Ne demeye hiç bahsetmedin bize. Ne kadar da iyi bir kızcağızmış senin gelin. Maşallah, maşallah. Oğlanda cevval ha. Kimin odunu kırılacaksa kırıyor, kimin damı aktarılacaksa aktarıyor. Elinden her iş geliyor maşallah. Hepimiz dedik olsa olsa bu Nafiz Çavuşun oğlu olur diye. Gözün aydın gözün aydın.”

Nafiz çavuş heyecanlanmıştı. Evine doğru hızlandı, evin etrafını çevirdiği çitlere tutturduğu kapıyı açarken tahta kapının gıcırtısına zincirle yerdeki kazığa bağlı zalım ayaklandı. Ancak Nafiz çavuşun kokusunu alınca hemen şımarık hareketler yapmaya başladı. Bu sırada havlıyor, neşeli sesler çıkarıyordu.

Bu sesler içerden de duyulmuştu. Genç bir delikanlı elinde mavzerle kapıya çıkmış, kim var orda diye bağırmıştı. Nafiz Çavuş “Telaş etme efem benim ben Nafiz Çavuş.”

Kapıda elinde mavzerle önde duran ve arkasında da korku dolu gözlerle dışarıyı gözleyen hanımı ile kapıya doğru bakan çift, az sonra Nafiz dayının ortaya çıkmasıyla rahat bir nefes alıvermişlerdi. Birbirlerine muhabbetle sarıldılar. “Hoş geldin Nafiz baba” diye elini öptüler.

Start typing and press Enter to search

Skip to content