KAN KUYUSU

Print Friendly, PDF & Email

Yazarın Kendi Sesinden Dinle

Derleyen: Mehtap İNAN (Eflatun Cem GÜNEY’in Kan Kuyusu isimli masalından)

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde… Kör kuyular su hasreti çekerken, “Onu beğenmem, bunu beğenmem” diyen bezirgânlar kapı açarken, elimde iğne iplik biraz dünyadan kaçanı tutarken; bir de baktım bir tazı, boynunda ismi yazılı. Acıtmışlar canını, her tarafı sızılı. Güzellik gelir geçer, Allah vermesin hiçbir gam ve de keder. Bir masal dizdiysem dizi dizi, hep bir olmaya geldik. Ne seni var ne beni. Kırılsın bütün silahlar, oyuncak da olsalar. Doğru işi olmayanı, padişah da olsa kovsalar…

Evvela masal denilen zamanlardaki bir kuyudan bahsedeceğim size. Güneş değmez, bulut gölgelemez. Yedi yılda bir gökten yedi kürek toprak inermiş üstüne.

Dünyanın tam ortasındaymış. Adı, “Kan Kuyusu”… Kan Kuyusu denilen bu kuyuya tam yedi yıl, bir Allah’ın kulu uğramaz, yakınından bile geçmezmiş. Ama yedi yılda bir, bir haller olur, ben diyeyim göğün yedi kat siz deyin yedi yüz kat yukarısından yedi kürek toprak atılınca kuyunun içi kan kan diye bağırıp kaynamaya başlarmış. Dostu düşman edermiş. Kuyuya yakın iki memleketin de gözünü kan bürür her yiğit can almaya susarmış. Burunlarında kavga tütermiş. Bu nasıl bir toprak diye sorarsanız ben bilmem; görmedim amma o günden beri kim kara toprak dese yüreği titrermiş. Bu toprağın ne zaman gökten kürek kürek atılacağı da kimlerin bu kuyuyu dolduracağı da bilinmezmiş.

Kuyu toprakla dolunca, bu iki memleketin insanlarının canı kavga çekermiş. Memleketlerin hükümdarları da koç yiğitlerini seçip karşı karşıya getirir sonra da sadece bir kez vurmak şartıyla teke tek savaştırırlarmış. Her kılıç tek bir kere kınından çıkar, tek bir kere karşısındakine vururmuş ama yine de kılıçlar çekildikten sonra, kanlar dökülür, canlar alınırmış.

Yedi gün içinde ölen yiğitlere dualar, ağıtlar, helvalar yapılırmış ya, kalanlara da gün doğarmış. Kalanlar kuyu başına gelir; kapış kapış kapışır, biraz çalı dolaşır, çukur atlayıp düşmeden etmeden bu bereket toprağından götürecekleri kadar götürürlermiş. Kimi çuval çuval, kimi heybe heybe… Dağ isteyen dağ yapar; bağ isteyen bağ yaparmış. Bu topraktan evinin tabanına seren de olurmuş, çatısını dam yapan da… Herkes toprağını alınca dibine darı eken olmaz mı? Bir Keloğlan varsa gelir, o da dibine darı eker, yedi yıl yemiş edermiş. Dövüş can alır, sonrasında da can bağışlarmış sanki insanoğluna! Tam yedi gece yedi gün süren bu savaşta çekilen kılıçlar; kimse kendini yanlışlıkla kesmeden biçmeden, hemencecik de toplanıp kazanan ülkenin hazinesine kaldırılırmış.

O ülkelerden birinin bir padişahı varmış ki, kudretli, sözü dinlenir ve sevilir. Üç de kızı varmış ki sanırsınız gonca gül, öyle taze öyle narin, incinir. Kızları büyüye dursun, padişah da yedi yiğit hazırlıyormuş bu kuyu başındaki savaşlara… Nihayet o yıl o zaman gelmiş.

Yıllardan bir yıl kuyu toprakla dolup da can; kan; deyip de kavgaya buyur edince, padişah da yedi sevdiği yiğidini yollamış kuyuya. Kendisi de, veziri ve saray ahalisi ile arkalarındayken olan olmuş. Yedi yiğidini de almış kuyunun başındaki diğer yiğitler. Padişah o kadar üzülmüş ki bu duruma bir o kadar yıl daha ağzını bıçak açmamış. Kana kana su içmemiş, ekmek bile çiğnememiş. Haksız da değilmiş bu üzüntüsünde. O kavgada ne uğuru varsa kaybetmiş gibi her güne bir yiğidin canından olmuşlar. O yedi yiğit meğer birbirinden soylu, hepsi bir diğerinden boyluymuş. Saray alimlerinden dersli, hepsi de bir yetenek sahibiymiş. Otu çek, köküne bak denilir ya, aileleri de malda ve mevkide güçlülermiş. Kendileri de kalpte cesaret, bilekte kuvvet yiğit âlâ yiğitlermiş.

Padişah bunları bilip, “Bu yiğitler kaybedecek değil ya” diyerek, son kavgadan sağ çıkanlara kızlarını vermenin hayalini kuruyormuş.

Kendi eliyle kızlarını bu yiğitlerle evlendirmeyi planlıyormuş. Devlet üstüne devlet kurup, mürüvvet üstüne mürüvvet görecekmiş. Lakin, felek işi belirsizdir. Padişahın hayali suya düşmüş. İki eli böğründe, muradı da koynunda kalmış. O dünyaya küsmesin de kim küssün?

Padişahın üç güzel gonca kızı ise büyümüşler zaman içinde birer yediveren güle dönmüşler. Akgül, Algül, Sarıgül. Üçü birbirinden güzelmiş ya, evlenecekleri yiğit gibi yiğit kalmamış memleketlerinde. Hele bir de günlerden bir gün üç kız bahçeye çıkıp, her börtü böceği eşiyle görünce, gülün dalında öten bülbülü de işitince bir hüzün çökmüş gençliklerine. Her biri üzüntüden, elli yaş almışlar o an ömürlerinden. Kendi dengini bulamamak da bahtın kara kapısıdır. Onların bu hallerini duyan padişah inanmamış dadılara lalalara… “Firkat, gam, yalnızlık insanı eder de böyle eder mi?” deyip gözüyle görmek için çıkmış has bahçeye. Üç yaşı geçkin kadın görmüş has bahçede. Gördükleri meğer kızlarıymış. Saçları bembeyaz yüzleri kırışık, belleri bükülüymüş.

Algül tam da kırmızı bir yediveren gülünün dibinde hem ağlayıp hem de ağıt yakıyormuş. “Senin bile dalında öten bülbülün var. Benim alım soldu, yeşilim yok, dalım yok!”

Akgül de bembeyaz bir çalıgülünün dibinde hem söylüyor, hem de gözyaşı döküyormuş. “Senin bile dalında tomurcuğun, yaprağın var. Benim yapraklarım döküldü, ne tomurcuğumu koklayan ne dalıma konan var!”

Sarıgül de sapsarı bir gülün dibinde sararıp soluyor, hem de gözyaşı döküyormuş. “Senin bile benzin benden canlı, öldüm ölüyorum. Dalımda kuş, yok, yakışan yeşil yok!”

Kızları yiğitlere sevdalıymış ya, hayat da sürerken ne güzellikleri, ne gençlikleri kalmamış üstlerinde. Üç güzel gülünün solmasına padişah şaşmış kalmış. Bülbül hasreti çektiklerini de herkes duyunca padişahın içini yenilmişliğin ezikliği, gözünü de kan bürümüş. Biraz da gururdan vermiş emrini, cana can ille de toprağıma kan diyerek ön safta yer tutmuş.

Yedi yıl dememiş, yedi yıllık yol dememiş, fermanlar çıkarmış. Yaşı doksandan aşağı, aklı noksandan yukarı, eli ayağı tutanı toplamış katmış arkasına. Kuyudan değil ama kendisini alt eden memleketin padişahından intikamını almaya yola çıkmış. Üç gün geceli gündüzlü taş yağdırmış düşman üstüne. Padişah üç güzel kızının gençliğinin, güzelliğinin, öldürülen yedi yiğidinin öcünü almış amma, bin yıllık adet yıkılıp gitmiş.

O gün bu gündür kimin gözünü kan bürürse, kimin kime gücü yeterse savaşır durur. Bundandır, yeryüzünden kavga eksik olmaz. Ya devler başkaldırır, ya cüceler gıdıklanır. Hangisi dünyanın başına bir çorap örer bilinmez ya, olan hep yiğitlerini kaybeden kadınlara, analara, bacılara…

Gökten de düşmesin mi elmalar? Biri kör kuyularda Yusuf yolu bekleyenlere, biri Habil ile Kabil’in kardeş olduğunu hatırlayanlara, bir diğerini de barış için paylaştırdım tüm dünyaya…

Start typing and press Enter to search

Skip to content