TEKKENİ SEÇ (3. BÖLÜM)

Print Friendly, PDF & Email

Bütün bu öğrendiklerinden sonra Mert hâlâ kararını verememişti. Okçuluk da güreş de sanki tam olarak onun istediği sporlar değildi. Onun biraz daha eğlenceli bir oyuna ihtiyacı vardı. Sonuçta daha küçüktü ve ağabeyi ya da ablası kadar disiplinli ve zorlu bir çalışma sürecine dayanamayabilirdi. Futboldan zevkli, basketboldan eğlenceli, voleyboldan kolay, koşmak kadar sıkıcı olmayan, yüzmek kadar ıslak olmayan bir spor… Ne olabilirdi acaba?

Elinde şöyle raket gibi bir şey olsa da sağa sola savursa… Yok, yok tenis değil!

Kafasına havalı bir kask taksa… Hayır boks da değil!

Şöyle karate, judo gibi vurdulu kırdılı bir şey olsa ama Çin işi Japon işi olmasa…

Var mıydı acaba böyle bir spor? Babalar bilir diye düşündü ve babasına sordu;

  • Baba bizim atalarımız nasıl dövüşürdü acaba?
  • Kılıç ve kalkanla.
  • Ama ben kılıç kullanamam ki. Aslında kimse kullanamaz. Çok tehlikeli değil mi? Hem öyle bir spor yok bildiğim kadarıyla.
  • Var aslında. Gerçek bir kılıçla yapılmıyor elbette ama kılıç ve kalkan kullanmayı öğrenmek ve buna alışmak için atalarımız bir spor icat etmiş.
  • Nedir o spor?
  • Matrak.
  • Matrak bir spor mu, komik mi, nasıl yani, anlamadım?
  • Hayır, sporun adı matrak.
  • Haa sporun matrak bir ismi var diyorsun. Neymiş o isim?
  • Hayır hayır Mertciğim, sporun adı; matrak. Matrak sporu. Yapanlara da matrakçı ya da matrakbaz deniyor.
  • Hahahahaha, matrakbaz mı olayım yani, çok güzelmiş. Nasıl yapılıyor pekiyi?
  • Anlatmakla olmaz, gel seninle gidelim, yerinde görelim, öğrenelim.

MATRAKÇILAR TEKKESİ

Hep beraber matrakçılar tekkesine gittiler. Mert kendinden bile küçük çocukların matrak yaptığını görünce sevincinden deliye döndü. Yerinde duramıyor, hopluyor, zıplıyor, “ben de yapacağım, yaşasın, ben de matrakbaz olacağım” diye içi içine sığmıyordu. Matrak yapan çocukları izleyen Mert’in heyecanını gören matrakçı ustası Mert’i yanına çağırdı. “Gel bakalım aslan parçası” dedi ve sağ elini göğsüne götürerek başıyla selam verdi. Mert de aynı şekilde ustanın selamına karşılık verdi. Usta Mert’in bir eline matrak, diğer eline de kalkanı tutuşturdu. Matrak dedikleri kısa bir sopaydı. Uç tarafında deriyle kaplı yumuşak sünger bir kısım vardı. Bu kısımla rakibin başına dokununca puan kazanılıyordu. Sopa yumuşak olduğu için hiç acıtmıyordu. Kalkan da yumuşaktı. O da rakibin matrak darbelerinden korunmak için kullanılıyordu. Aslında bu kılıç ve kalkanla dövüşmek gibiydi ama can yakmayacak şekilde tasarlanmış ve bir spora dönüştürülmüştü. Akıllıca ve çevik hamlelerle rakibin başına dokunabilen küçük matrakçı eğer bu işi iyice talim ederse büyüdüğünde iyi bir kılıç ustası oluyordu. Atalarımız böyle düşünmüş, küçük yaştan itibaren çocukları böyle çalıştırmıştı.

Acemi Mert, bir elinde kalkanını diğer elinde matrağı tutmaya çalışırken karşısına ilk rakibi geldi. Kendisi ile aynı boyda olan şirin mi şirin tombik bir arkadaştı bu. Adı da Nasuh. Ustanın sesi duyuldu; “HAS DUUURRR!”

İkisi de kendilerine çeki düzen verip hazır ola geçtiler. Nasuh önce Mert’e selam verdi ve “teşekkür ederim” dedi. Matrakçılar rakiplerine teşekkür ederek oyuna başlıyorlardı. Benimle sahaya çıktığın için, bana bu oyunu oynama fırsatı verdiğin için sana teşekkür ederim anlamına gelen bir teşekkürdü bu. Mert de tekrar etti ve heyecanla ilk hamlesini yaptı. Matrağını kaldırıp hızla Nasuh’un başına indirmek istedi ama Nasuh tecrübeliydi. Mert’in sert hamlesini, yumuşak ve sakin bir hareketle savuşturdu. Mert bütün gücüyle indirdiği matrağın bu kadar basit bir hareketle boşa çıkartılmasına şaşırmıştı. O sırada Nasuh, sendeleyen Mert’in başına küçük bir dokunuş yaparak ilk puanını aldı. Hemen toplarlanan Mert bu defa yandan bir hamle yapmayı denedi ve matrağını Nasuh’un gövdesine doğru savurdu. Mert matrağıyla rakibine vurmanın derdine düşerken öbür elindeki kalkanı neredeyse unutuyordu. Onun bu dalgınlığını değerlendiren Nasuh, kalkanıyla Mert’in matrağını durdururken diğer taraftan da Mert’in tam suratının ortasına matrağının ucunu dokunduruverdi. İkinci puanı da almıştı. Mert kendini hırpalarken Nasuh küçük hareketlerle, hafif dokunuşlarla puanları topluyordu. Mert yeni yeni anlamaya başlamıştı ki iş güçte değil teknikteydi. Hızla vurmak, hışımla saldırmak yerine sakince ve düşünerek hareket etmek gerekiyordu. Ardı ardına hamlelerle rakibini sıkıştırmak, boş anını yakalayıp başına dokunmak gerekiyordu. O bunları düşünürken Nasuh önce sağa doğru bir hamle yaptı ve Mert’i şaşırttı, sonra aniden kendi etrafında dönerek diğer taraftan Mert’e son darbeyi indirdi. Üç puanı toplamış ve ilk oyunu kazanmıştı. Mert kendisi gibi minik arkadaşından ilk dersini almıştı. Nasuh “bilerek veya bilmeyerek hata ettiysem affola” diyerek özür diledi ve selam vererek oyunu bitirdi. Mert şaşkınlıkla ustaya döndü. Bir oyun oynamışlardı, rakibinin neden özür dilediğine anlam verememişti. Ustadan açıklama geldi;

  • Biz her oyun sonunda rakibimizin canını acıtmış olabileceğimizi düşünerek birbirimiziden özür dileriz. Bu da oyunun bir kuralı.

Bunu duyan Mert de hatırladığı kadarıyla özrü tekrar etti ve selamını verdi.

O gün matrakçılar tekkesinden çıkarlarken Mert kararını vermişti. Bir matrakbaz olacaktı. Artık matrakçılar tekkesinin bir parçasıydı. O gün Mert’e bir matrak takımı aldılar. Evde ağabeyine ve ablasına matrak darbeleri indirip onları çileden çıkartmasın diye onlara da birer takım alındı. Böylece birlikte çalışabileceklerdi ve Mert de ağabeyi ve ablası gibi bir şampiyon olabilecekti.

– 0 –

Üç bölümlük bir hikâyenin daha sonuna geldik. Umarım sevmişsindir. Önümüzdeki ay yeni bir hikâye seni bekliyor olacak.

Kaynakça;

Çiftçi C. (2008) Tasavvuf Kitabı. İstanbul. Kitabevi.

Start typing and press Enter to search

Skip to content