KELOĞLAN VE ALTIN KÜPÜ

Print Friendly, PDF & Email

Bir varmış bir yokmuş. Zamanın derdi çokmuş. Çek çekebilirsen, sür sürebilirsen demişler ya işte öyle. Derdi olan neylesin, hiç durmasın söylesin. Söylemesine söylesin de dermanını neylesin. Allah bulunmaz dertlere düçar eylemesin. Vardım vardım hancığa, girdim çıktım inciğe, incik bana neyledi, derdime derman söyledi. Yedi dağın delisi, akşama gelir ellisi. Ellisinden fayda yok, bir kurbağa bellisi. Hamanım hamanım, yedi düvel harmanım, aldım savurdum harmanı, ayırdım sapı samanı. Sapı ayrı sattım, samanı ayrı sattım. Deveden deve, nahırdan inek kattım. Yerde buldum bir boncuk, boncuğun alası cıncık. Cıncık bana gerekmez, yedi yıldır gövdesine su deymez. Yıkanmazsa kirlenir, kirlenirse bitlenir. El elimin elimin, servi boylu gelinim. Eseden keseden, şimdi gelir masalcı köşeden. 

Sevgili çocuklar. Vakti zamanında uzakmı uzak diyarlardan birinde bir keloğlan varmış. Garip bir başına yaşarmış anasıyla. Anası da yaşlı, iki büklüm bir kadın. Keloğlanın tembelliği ile uğraşır dururmuş. 

Keloğlan her gün yatağından güneş tepeye yükselince kalkar, iki toprak çanakta pekmezle yoğurdu karıştırır. Beş bazlamayla yer, sonra çıkar mahalleye. Aylak aylak dolaşırmış. Ona sataşır, buna sataşır bazen dayak yer, bazan kaçar böylece akşama kadar haylazlıkla, yaramazlıkla gün geçirirmiş. 

Zavallı anacığı da o ev senin, bu kapı benim, o eşik senin bu beşik benim dolanır durur, günlük nafakasını anlının teriyle ve helal olarak kazanmaya çalışırmış. Keloğlanın tembelliğine de bir hayli içerler, üzülürmüş ama elinden gelen bir şey olmadığı için çok fazla da söylenmezmiş. Ne yapalım benim kaderim de bu demekki bu kel oğlan keleş oğlanda benim imtihanım der boyun bükermiş. 

Yine bir gün yorgun argın eve geldiğinde bakmış ki Keloğlan yine ayak ayak üstüne atmış, sırtını ocağın yanındaki sıcacık duvara dayamış, ağzına da bir süpürge çöpü almış öylece hayaller ülkesinde gezinip duruyormuş. 

Anasının geldiğini görünce hemen atılmış. Ana acıktım ne yiyeceğiz diye. Anası zaten yorgunluğun öfkesi ile kaç zamandır içerlediği ve kızdığı tembel oğluna hemen sert bir çıkış yapmış. Zıkkımın köküyle, öllünün perkini yiyeceğiz, yermisin. Demiş. Keloğlan anlamamış önce, olsun ana bugünde onlarla idare ederiz ne yapalım. Hiç yoktan iyidir diye anasına cevap vermiş. 

Anası oğlunun bu haline iyice üzülmüş ve demişki “A kel oğlum keleş oğlum senin bu halin ne olacak. Ne diye bu kadar tembelsin, ne diye hiç çalışıp didinip eve bir lokma ekmek olsun getirmek için çaba sarfetmezsin deyince. Keloğlan “Anam anam can anam, canımın içi anam. Sen hiiiç merak etme ben seni köşklerde kaşenelerde yaşatacağım.

Hayal dünyası güzeldir. İnsan hayallere daldığı zaman gerçeklerin yüreğinde ve kalbinde açtığı manevi yaraların tesirinden çok çabuk kurtulur. Anası da bir an umutlanmış ve keloğlanın gerçek böyle söylediğini sanmış. 

Ah keşke yavrum keşke demiş ama çok çabuk aklı başına gelmiş. Eline almış oklavayı ve keloğlanı evden kovmuş. Defol git artık seni istemiyorum. Tembel tembel yatıyorsun ben bu yaşımda çalışıp sana bakıyorum. Yoruldum artık. Git nerede yatıyorsan yat ama bu eve bir daha gelme. Diye evden kovmuş. 

Keloğlan bakmış can pazarı pahalı. Hemen pılısını pırtısını toplamış fırlayıp kaçmış anasının oklavalı ellerinden. Pılı pırtı dediğimiz de ne. Keloğlanın neyi var ki nesini toplasın. Bir kel başı, bir üstü başı. Yani üstündeki yamalı yırtık esvabı. 

Evden çıkmış çıkmasına da nereye gideceğini bilmiyormuş. Hem karnı aç, hem kafası kelmiş. Neyse başlamış yürümeye. Köyden çıkmış az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş, altı ay bir güz gitmiş. Bir de dönüp ardına bakmış ki bir arpa boyu yol gitmiş. 

Yürümüş yürümesine. Amma açlığı hiç gitmemiş. Nihayet bir ormanın kenarına gelmiş. Korka korka ormana doğru yürümüş. Bakmış ki meyve ağaçları var ormanda hemen hızla yükselip bir iki tane armudu karnını doyurmak için koparmış meyvelerden. Tam bu sırada korkunç bir ses haykırmış. 

“Heeeeyyy. Ormanlarımdan meyve kopartan bu kel keleş oğlan da kim? Tez yakalayın getirin huzuruma” diye kükremiş. Nerden çıktığını anlamadığı adamlar koşturup gelip hemen keloğlanın kollarından yakalamış derdest edip bir adamın karşısına çıkarmışlar. 

Meğer adam periler padişahı imiş. Keloğlanın orman diye girdiği yerde periler padişahının ülkesinin sınırları imiş. Masal bu ya. Keloğlan bunun hiç farkına varamamış. Korkuyla padişahın huzuran çıkarmışlar. Tir tir titrerken padişah kükremiş. 

Söyle bakalım kel oğlan keleş oğlan. Ne ararsın ormanımda. Keloğlan çaresiz başından geçenleri, annesinin kendisini evden kovduğunu, artık onunla yaşamak istemediğini anlatmış. 

Periler padişahı daha çok kızmış. Behey akılsız kel keleş oğlan. Hiçbir anne evladını evden kovarmı. O seni korkutmak için söylemiştir mutlaka. Hiç anne bırakılır gidilirmi. Demiş. Şimdi sana bir şey söyleyeceğim. Annenin hatırına söyleyeceğimi de bilesin. Sana sarayımdan bir merkep verecekler. Bu merkebin yanında bir de balta verecekler bu balta ile her gün bu ormandan odun toplayacaksın, merkebine bağlayıp götürüp şehirde satacaksın. Kazanacağın para ile de anana yardım edeceksin, evin geçimini üstleneceksin anladınmı. Eğer bu dediklerimi yapmazsan o zaman sen düşün başına gelecekleri. 

Keloğlan periler padişahının bu tehdidi ile çok korkmuş ve kendisine verilen merkebi, baltayı ve ipi alarak gelmiş ormana. Başlamış odun kesmeye. Bir yük, iki yük nihayet üç yük odun kesmiş ve bunları padişahın verdiği iple denk yapmış. Merkebin üzerine yerleştirmiş. Merkep yola hazır olunca Keloğlan demiş ki kendi kendine. Şurada biraz istirahat edeyim, sonra yola çıkarız. Yorulduğu için bir ağaca sırtını verip oturmuş. 

Eline ağacın dibinden aldığı bir odun parçası ile yerdeki toprakları, bitkileri eşelerken bakmış mi demir bir halka. Biraz daha etrafını temizleyince halkanın bir kapağa bağlı olduğunu görmüş. Epeyce uğraştıktan sonra kapağın etrafını da temizlemiş ve ortaya çıkarmış. Sonra besmele çekip kapağı kaldırınca ne görsün. Bir küp altın. Aman Allahım diye çığlık atmış ama bir yandan da korkuyormuş. Ya bu küp altın periler padişahının hazinesine aitse, ya gelir beni bu altınları aldığım için cezalandırırsa diye. 

Hemen altınları çıkarmış. Sonra ormanın içine doğru yürüyüp başlamış bağırmaya. Padişahım padişahım nerdesiniz? diye. 

Tabi ormanın içi ses verirmi. Keloğlan epeyce uğraştıktan sonra bakmış ki kimseden ses yok. Hemen altınların olduğu küpü almış. Güzelce odunların arasına saklamış ve yola çıkmış. Akşama kadar yürümüş yürümüş ve nihayet gece yarısından sonra eve gelebilmiş. Keloğlan eve geldiğinde nası bir kandil yakıp pencere önüne koymuş. Öylece pencerenin kenarında uyuklayıp duruyor. Hemen kapıyı hafifçe tıklatmış. 

Anası uyanmış ve heyecanla kapıyı açıp oğlunu karşısında görünce ne yapacağını şaşırmış. A kel oğlum keleş oğlum. Niye çekip gittin. Benim senden başka kimim var ki. Hadi gel içeri demiş. 

Keloğlan içeri girmiş. Anasının nerelerdeydin, nerelere gittin diye sorusuna başından geçenleri bir bir anlatmış. Sonra da odunların arasından altın dolu küpü çıkarmış. Kapağını açmış bir de ne görsün. Altınların hepsi yok olup gitmiş. Küp bomboş. 

Şaşırmış, korkmuş ve demiş anasına. Periler padişahının işi bu kesinlikle o aldı. 

Tam bu sırada küpün içinde bir kağıt görmüş anası. Kel oğlum keleş oğlum bak küpün içinde bir kağıt var. Keloğlan hemen kağıdı alıp okumaya başlamış. Kağıtta aynen şu yazıyormuş. 

Hazır yemeye alışmak tembelliğin başıdır. Bu küpün içinde gördüğün altınları sen kazanacaksın. Sana verdiğimiz merkeb, balta ve iple her gün ormandan istediğin kadar odun kesip getirip satacaksın ve kazandığın parayı bu küpün içinde biriktireceksin. Gör bakalım kırk gün içinde neler olacak. 

Keloğlan şaşırmış, anası da çok şaşırmış ama o günden sonra keloğlan her gün ormana gitmeye ve üç yük odun kesip, getirip şehirde satmaya başlamış. Her gün akşam heyecanla gelip küpe baktığında içinde bir altın buluyormuş. Bu böylece kırk gün devam etmiş. Ama bu arada da keloğlan tembelliği atmış üzerinden ve çalışmanın, çalışarak kazanmanın, emeğini yemenin keyfine varmış. Böylece çalışmanın kıymetini anlamış. 

Kırk günden sonra ise artık küpe bakmamaya başlamış. Çünkü artık kendi emeği ile kazanıp getirdiği hem anasına, hem de kendisine bol bol yetiyormuş bile. 

Artık çalışkan, kendi emeği ile evini geçindiren, anasını başkalarını muhtaç etmeyen yiğit bir delikanlı olmuş. Herkes keloğlanın getirdiği kuru, düzgün ve yandıkça etrafa güzel kokular saçan odunlarını almak için yarışıyormuş. Keloğlan da her geçen gün merkep kervanına yenilerini ekliyormuş. Nihayet yirmi merkebi ve yirmi de adamı olmuş. Hepsi ile beraber her gün ormana gidiyor, odunları kesip getiriyorlar ve şehrin meydanında kısa sürede satıp bitiriyorlarmış. 

Aradan birkaç zaman geçince Keloğlan şehrin merkezinde büyük bir odun deposu satın almış ve artık kendisi oduna gitmemeye, adamlarının getirdiği odunları orada satmaya başlamış. Böylece kısa sürede kendi helal kazancı ile zengin ve refah içinde yaşayan bir odun tüccarı olmuş. 

Bunca zaman sonra anlamış ki en güzel şey kendi alın teri ile kazandığı para ve kendi emeği ile yediği lokma imiş. Nihayet bir gün aklına artık yıllardır içine bakmadığı, hatta evin kilerine atıp ağzını bile açmadığı küpe bakmak gelmiş. Hemen küpü koydukları kuytu köşeye gitmiş. Bakmışki anası da küpün üstüne evde kullanmadığı kilimleri, örtüleri, ve  diğer malzemeleri koymuş. Hepsini kaldırıp küpü meydana çıkarınca daha çok şaşırmış. Hem küpün içi, hem de etrafı çil çil altınlarla doluymuş.

Keloğlan hemen anasını çağırmış ve küp ile etrafındaki altıları göstermiş. Ana demiş bu nasıl oldu. 

Anası tebessüm etmiş ve demişki,

A benim kel oğlum keleş oğlum nasıl olacak. Senin emeğin ve çalışman ile bu altınlar bereket olup evimize yağdılar. Demiyor mu Cenabı Allah helal kazanç yolunda terleyin ve şükredin, şükredin ki arttırayım. İşte sende helal kazanç için terledin, emek sarfettin, Şükrettin ve bu da Allahın sana bir mükafatı. 

O altınların bir kısmı ile fakir fukaraya yardım etmişler. Daha sonra keloğlan evlerinin bulunduğu yere çok güzel bir konak yaptırmış. Annesi ile mutlu, bahtiyar yaşayıp gitmişler. 

Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine…

Start typing and press Enter to search

Skip to content