KINALI NİNE MASALI

Print Friendly, PDF & Email

Bir varmış, bir yokmuş
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde
Pire berber iken deve tellal iken
Ben ebemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken
Ağaçtan bir ses geldi,
Baktım ki ne göreyim, yıldızlar dallara inmiş,
Ağacın dibine bir ejderha tünemiş,
Kışşşt dedim ejderhaya,
Kışşşt dokunma yıldızlara,
Ejderha kanatlandı,
Yıldızlar havalandı,
Rüzgar esti,
Yıldızlar çatılara saçıldı,
Az gittim uz gittim,
Dere tepe düz gittim,
Çatılardan çatılara, bacalardan bacalara geçtim.
Sandım ki dünyayı gezdim,
Bir de baktım ne göreyim bir arpa boyu yol gitmişim.
Yıldızları takip edip, masal ülkesine gelmişim.

Zamanların birinde, bir dağın tepesinde yaşayan yaşlı bir kadın varmış. Kadın o kadar yaşlıymış ki, kimse onun yaşını hatırlayamazmış. Ayaklarına kadar uzanan saçları, saçlarının uçlarında da yıllar yıllar öncesinden kalan kınaları varmış. Kınalı nine, her sabah, ak iplik kara iplikten ayırt edilemeyecek kadar karanlık iken uyanır; gün boyu toprağını eker biçer, akşam olup da ak iplik kara iplikten ayırt edilemeyecek kadar karanlık olduğunda da yola koyulur, karşı dağdaki kuyuya gidermiş. Oradan tazecik su çeker ve tekrar yuvasına dönermiş. Her gün iki dağ arasındaki bu yolu gider gelirmiş.

Dağın eteklerinde ağaçlardan yapılmış bir kulübe varmış; bir kulübe daha, bir kulübe daha, bir kulübe daha… Dağın eteğinde zil gibi diziliymiş, bu kulübeler. Kulübelerde yaşayan dağ köyünün insanları, kınalı nine dağın eteğinde göründüğünde birbirlerine ses ederlermiş; bir kulübeden diğerine, diğer kulübeden öbürüne… Sanki dağın etekleri zil çalarmış ve çalan bu sesle dağ köyünün tüm çocukları evlerinden dışarı koşarmış. Kınalı ninenin uçları zilli eteğine tutunur, onunla birlikte yola koyulurlarmış. Kınalı nine, her gün, kuyu dağına doğru yürürken, dağ köyünün çocukları da, kadının eteğinde, süzülüverirlermiş ormanın içinde. Eteğin zilleri çın çın çın ötüverirmiş orman yolunda. Bir yandan orman, kınalı nineye türküsünü söyler, bir yandan da kınalı nine, ormana ve onu duyan tüm canlılara anlatır da anlatırmış. Yanından geçtiği koca taşın, kendisinden bile yaşlı ağacın arkasından çıkan ayının, serçelerle konuştuğu derenin masallarını anlatır da anlatırmış yol boyunca. Sanki eteklerindeki çocukları görmez de kendi kendine konuşur gibi anlatırmış. Kuyunun başına erişince, çocuklar eteklerinden pıt pıt pıt dökülüverirlermiş; çünkü orada susarmış kadın. Sadece dili değil; tüm bedeni susarmış. Tüm dağ susarmış; karıncalar, kuşlar, rüzgar susarmış. Sonra eğilir kuyuya mırıldanırmış. Çocuklar bilmezmiş, kınalı kadın ne dermiş. Ama birden sessizliğin içinden bir ses gelirmiş; kuyudan gelen bir su sesi, önce damla damla gelen bu ses, bir çağlayan ırmak sesine dönüşürmüş. Kuyu dile gelir de coşkuyla konuşurmuş. Sonra hepsi kovalarına tazecik sudan doldurur ve dağ köylerinin, kulübelerinin yolunu tutarlarmış. Onlar kuyudan uzaklaştıkça, kınalı ninenin etekleri çın çın çın çaldıkça; karıncalar, kuşlar ve rüzgar tekrar fısıldaşmaya, cıvıldamaya başlarlarmış. Her bir çocuk dağın eteklerindeki yuvalarına girince, kınalı nine de dağın tepesindeki yuvasına yürür, kovasındaki tazecik suyu ile bir çorba kaynatır ve onu içip uykuya dalarmış.

Sabahlardan bir sabah, ak iplik kara iplikten ayırt edilemeyecek kadar karanlık iken kınalı nine yatağından çıkamamış. Ölümün elleri tutuvermiş onu ve anlamış nine, artık yoldaşının ölüm olduğunu. Şimdi yolu birlikte yürümek isteyen ölümmüş. Şimdi de ölüm, kınalı nineye duyurmak istermiş türküsünü. Kınalı nine yatağında doğrulmuş, ilk ışıklarla, uçları kınalı saçlarını örmüş ustalıkla ve kesip yastığının üstüne bırakmış. Tüm elbiselerini sandığa kaldırmış, bir tek eteğini kapının arkasına asmış. Kara taşlı banyosunda yıkanmış ve yatağına yatıp ölüm uykusuna dalmış; ölüm ona türküler, ninniler söyleyerek onu kollarına sarmış.

Dağın eteğindekiler bir gün kadının gelmemesine şaşırmış, ikinci gün korkmuş, üçüncü gün ağlamışlar. Dördüncü günün sabahında kadının kulübesine çıkıp, saçını sevmişler, ona dualar etmişler. Çocuklar kapının arkasında asılı duran eteğe bakıp, birlikte geçtikleri yolları hayal etmiş, çın çın çınlayan etekle dans etmişler. Üç gün üç gece kalmışlar kadının evinde, ağlamış, gülmüş, uyumuş uyanmışlar. Nihayetinde yedinci gün susamışlar. Karşı dağdaki kuyuya gidilmesi gerektiğini anlamışlar. Ama kuyunun dilini bir tek kınalı nine bilir, suyu bir tek o çekebilirmiş.

Şimdi kim götürecekmiş kuyu dağına çocukları, kim konuşacakmış kuyuyla, kim çekecekmiş suyu? Bir korku sarmış dağ köyünü. Her akşam ziller çalan dağ köyü, bilinmezlikten sus pus olmuş. Dağa gidemez, kuyuya varamaz, suya kavuşamaz olmuş. Sözler saklı, kuyu gizliymiş; bilmek, bulmak mümkün değilmiş. Dağ köyü susuz kalmış, kurumaya başlamış.

Ama bir gece, ak iplik kara iplikten ayrılamayacak kadar karanlık bir vakitte bir kadın çığlığı tüm sessizliği yırtıvermiş. Bir bebek doğuvermiş dağ köyünde. Dağ köyünün insanları, birbirlerine haber etmiş ‘bir bebek doğdu diye’; bir kulübeden diğerine, diğer kulübeden öbürüne… Uzunca zaman sonra dağın etekleri zil çalmış, çocuklar kulübelerinden dışarı çıkmış. Çıkmışlar çıkmasına ama yarıda kalan bir sevinçmiş bu, bebeğin acılı ağlayışı, susturuvermiş her şeyi. Yeni doğum yapan süt annecik güzel annecik susuzluktan sütsüzmüş, emzirememiş bebeğini. Sütsüz anne diye fısıldaşmaya, ağlaşmaya başlamış dağ köyünün insanları. Bebek ağladıkça dağın etekleri susuvermiş, bebekle birlikte tüm köy ağlamış. Süt annecik sütsüz annecik, sütü olsun birazcık bebeğini emzirebilsin diye su istemiş ama kimse de su yokmuş, kuyu gizli, sözler saklıymış.

Süt annecik sütsüz annecik dayanamamış bebeğinin acısına, koyulmuş yola; hiç düşünmeden kınalı ninenin kulübesine doğru tırmanmaya başlamış. Koynunda ağlayan bebeği ile… Zaman zaman koynunun kokusuyla durulan bebeği ile kınalı ninenin kulübesine varmış. Kınalı saçları görmüş, sevmiş; çocukluğunda kınalı ninenin eteğine tutunup karşı dağdaki kuyuya gidişlerini hatırlamış, bu hatırlayışla cesareti artmış. Kınalı ninenin eteğini geçirivermiş üzerine ve dağı gerisin geri inivermiş. Dağın eteğine vardığında, süt annecik sütsüz anneciği görenler birbirlerine ses etmiş, bir kulübeden diğerine, diğer kulübeden öbürüne… Sanki dağın etekleri zil çalmış yeniden. Çocuklar çıkıvermişler yuvalarından tutunuvermişler zilli eteğe. Onlar başlamış kınalı ninenin yol boyunca anlattığı hikayeleri anlatmaya, biri taşı anlatmış, başkası ağacı, bir diğeri dereyi, böylelikle buluvermişler kuyuya giden yolu. Kuyunun yanına varınca susuvermiş hepsi, tıpkı kınalı ninenin yaptığı gibi. Sadece dilleri değil, tüm bedenleri susuvermiş. Tüm dağ susmuş, karıncalar, kuşlar, rüzgar susmuş. Süt annecik sütsüz annecik bilmiyormuş ne yapması gerektiğini, çocuklar da bilmiyormuş artık. Kınalı ninenin kuyuya mırıldandığı sözleri kimse bilmiyormuş. Kuyu gece gibi sessizmiş, su sesi yokmuş, su yokmuş. ‘Ahh acaba ne diyormuş kınalı nine, ne diyormuş kuyuya!’ Hiçbiri bilemiyormuş. O an bebek ağlamaya başlamış yeniden, sanki son gücüyle ağlar gibiymiş. Süt annecik sütsüz annecik kuyunun başına çöküvermiş, bir ninni, göz yaşları ile dökülüvermiş dilinden.

Saçları örük bebek
Gamzesi gülen bebek
O gülsün güneş doğsun
Uyusun dünya sussun.

Kadın ninnisini mırıldanmış, bebek uyumuş, kadın ninnisini mırıldanmış, dağ uyumuş, kadın ninnisini mırıldanmış dünya susmuş; kuyu dile gelmiş. Tüm dünya susunca kuyu başlamış, önce damlayarak konuşmaya, sonra bir ırmak coşkusuyla… Hepsi doldurmuşlar kovalarını. Süt anne tazecik suyu kana kana içmiş, gamzeli bebeğine gülümsemiş ve onu emzirmiş. Bebeğin gamzeleri belirginleştikçe, süt anne daha da gülümsemiş, kuyunun sırrını bilmiş. Dünyada her şey birbirinin içinde saklı, birbirinin içinde gizliymiş. Bilmek değil, hatırlamak; bulmak değil, aramak için yola çıkmak gerekmiş. Kuyunun sihri de; dünyayı kendi sesinle çağırmak imiş.

Sedef Meral Özdemir

Hikaye Anlatıcısı/Yaratıcı Drama Eğitmeni

Start typing and press Enter to search

Skip to content